İnsanların temel
gereksinmelerinden olan besin, giyim
madde ve hammaddelerini ürettiği için tarımın, milli gelir içindeki oranı kaç
olursa olun stratejik önemi vardır. Bu stratejik önemi ve üretimin özel
niteliği nedeniyle tarım bütün dünyada en fazla devlet müdahalesi ile karşı
karşıya olan sektördür. IMF ve Dünya Bankası başta olmak üzere çeşitli
emperyalist kurum ve kuruluşlar mevcut devlet müdahalelerinin değiştirilmesini
dayatıyorlar.
Emperyalist kurum ve kuruluşların sosyal
güvenlik, tahkim, maaş ve ücretlerin reel olarak düşürülmesi dayatmalarını
yerine getiren Türkiye, “Tarım Reformu” nu da gündemine almıştır. Tarım reformu
nüfusun % 35’ini, istihdamın % 42’sini doğrudan, geriye kalanını dolaylı olarak
etkileyecektir. Yoksulların ise yaklaşık üçte ikisini tarım reformundan doğrudan etkilenecektir. Kentlerin
etkilenmesi beslenme ve giyimin yanı sıra istihdam ve sosyal doku ile ilgili
olacaktır.
Tarım
reformu olarak sunulan program 1984'de
Dünya Bankası ile imzalan Protokolün güncelleştirilerek tamamlanması olup,
Türkiye'ye özgü değildir. 1970'lerin ortalarında Somali ile başlayan daha sonra
güncelleştirilip, derinleştirilerek dünya çapında uygulanan programın Türkiye
versiyonudur[2].
Programı küresel tekeller, emperyalist devletler, OECD ve özellikle de G-7'ler hazırlamakta,Dünya
Bankası, İMF, WTO (Dünya Ticaret Örgütü)
ve FAO (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü) gibi uluslararası kuruluşlar
uygulatmaktadır.
İMF'nin istikrar programlarının bir maddesi
"Tarım Reformu" olurken, Dünya Bankası reformların belirlenmesi ve uygulanması
için Yapısal Uyum ve/veya Sektörel Uyum
Kredileri açmaktadır[3].
WTO ise, ağırlıklı olarak ticari liberalizasyona uyulmasını sağlamaktadır. FAO tarım ve gıda
alanlarında yönlendirici ve teknik katkıları yapmaktadır[4].
Emperyalist devletlerdoğrudan müdahaleleri
ve telkinlerinin yanında vakıf, fon,
yardım kuruluşları vb. ile dolaylı ama etkili müdahalelerde bulunmaktadırlar.
Rockfeller vakfı, Alman ve Japon Yardım Kuruluşları, AB fonları gibi kurum ve
kuruluşlar "reformların" uygulanmasında, dolayısıyla da yeniden
sömürgeleştirmede ve/veya sonuçlarının ortaya çıkardığı toplumsal değişim riskinin
azaltılmasında rol almaktadır. Küresel tekelerin kendileri de bir ülkeye girme,
o ülkede sevimlileşme ve muhalif öğelerin etkisizleşmesinde rol oynamaktadır.
Sponsorluk, yardım, bağış, gezi vb'leri tesadüf veya iyi niyetten kaynaklanan
bir olgu olmayıp, imaj cilalamanın bir parçası ve toplumsal değişim riskini
azaltmaya yöneliktir.
İŞARETLE -KOPYALA-YAPIŞTIR
Tarım reformu adı verilen programın
içerikleri ( hayvancılık çökertilecekse hayvancılığa yönelik, tahıl üretimi
çökertilecekse tahıl üretimine yönelik olması gibi) ülkelere has bir takım
özelliklerin dışında birbirinin karbon kağıdı ile çıkarılmış kopyası
niteliğindedir. Program, varolanların yapı ve ilişkilerin tasfiyesi ve yeni
yapı ve ilişkilerin kurulmasından oluşmaktadır.
Devletin üretim, dağıtım, parasız kamu hizmeti,
bağımsız araştırma -geliştirme faaliyetleri yapması, ürün fiyatlarına müdahale
etmesi ve devlet alımları, girdi sübvansiyonları, kamu yatırımları, yerli
üretimin korunması ve desteklenmesi, tarımsal kamu kurumları tasfiye edilmektedir. Yerine, üretim ve
dağıtımında özel sektöre dayalı iç pazar oluşturulması, akaryakıt başta olmak
üzere girdi fiyatlarının yükseltilmesi, sulama dahil kamu hizmetlerinin paralı
hale getirilmesi, araştırma geliştirme faaliyetlerinin bağımlılaştırılması ve
denetimi, ithalat ve ihracatın liberalizasyonu geçirilmektedir. Bu arada iç
piyasanın ihtiyacına cevap verecek gıda üretiminin geliştirilmesi yerine ürün
deseni ihracata yönelik ürünlere kaydırılmaktadır. Tahıl üretimi ve/veya hayvancılık azaltılaraken verimli alanlarında
"yüksek katma değerli" diye nitelenen ihracata dönük meyve, sebze yağ
tohumu ve pamuk vb.leri teşvik edilmektedir[5].
Bu reforma paralel olarak tahıl ve
hayvancılık ürünleri ucuza satılarak, gıda yardımı adı altında verilen
hibelerleve ihracat için üretimin teşviki ile tahıl ve hayvancılık piyasaları
kuralsızlaştırılıyor, gıda tüketim tarzı değiştiriliyor, hükümetlerin ulusal
kaynakları harekete engelleniyor.
KÜRESEL AÇLIK VE YOKSULLUK
Programın genel özelliği ulusal pazarlar
tasfiye edilirken, ulusal ihtiyaçlar ortadan kaldırılması, bireysel ihtiyaçlar
küresel pazara bağımlaştırılması; tarımın ulusal ekonomiye entegre olmaktan
çıkarılıp, küresel tekelerin gereksinmesine ve çıkarlarına entegre edilmesi;
pazar ekonomisinin ihtiyaçlarını sağlamak adına kırsal kesim ve toprak
kaynakları sınırsız sömürüye tabi tutulurken, tarımda kapitalizmi yaygınlaştırıp geliştirilmesi; sermaye ile
tarım arasındaki devlet dolayımının kaldırarak siyasal ve ekonomik kararların
alınmasında da ulusal sınırlar içerisinde bir güç haline gelen küresel
agro-gıda tekelleri başat güç haline
getirilmesidir.
Program genel olarak tarımın ve gıda sanayinin,
küresel sermayenin ihtiyaçlarına göre yenide sömürgeleştirilmesine yol açarken
özel olarak beslenmemizin de bağımlılaştırılması ve denetim altına alınmasına
neden olmaktadır. Mc Donald’s’ın isteği üzerine ABD Dışişleri Bakanlığı
yetkililerinin hayvan ve hayvansal ürün ithalatı yasağını kaldırması için
devreye girmeleri ileride olabileceklerin habercisi gibidir.
Kırsal kesimdeki sonucu ise köylülüğün tahribi
ile küçük köylülük çökertilip, bağımsız küçük işletmelerin ortadan kaldırılması,
tarımsal alanlar az sayıda elde toplanmasıdır. İşletme büyüklükleri (orta
büyüklükteki kimi ülkelerde büyük ölçekteki işletmeler lehine olmak üzere ) artmaktadır. Diğer sonuçları
ise orta ve/veya büyük toprak sahipleri tarımsal kesimde sürdürürken, genel
olarak güç /etkinlik kaybetmeri, küresel sermayelerin tarım sermayesini eline
geçirmesi ve/veya bağımlaştırması, topraksız bir mevsimlik işçi sınıfının
oluşması olarak özetlenebilir[6].
Programın
ilk uygulandığı ve en etkili olduğu Somali ve Afrika'da dünyadaki aç insanların
büyük çoğunluğunun bulunması ve etnik çatışmaların yoğunlukta olması tesadüf
değildir. Yeni Milenyumda gıda kıtlığı
gıda yokluğundan değil küresel ölçüde fazla arz edilmesinden kaynaklanıyor.
İşsiz ve aç insanların toplumsal muhalefete katılmaları (STÖ'ler, gıda
yardımları, düşük dereceli işler vb ile ) kreditörler için minimum maliyetle
azaltılıp toplumsal değişim riski bastırılırken, dünya çapında geniş bir yedek
işgücü deposu oluşturuluyor.
TÜRKİYEDEKİ
MUHTEMEL SONUÇLARI[7]
Yeni tarım politikalarının üreticilerin ve
tüketicileri tümünün etkilediği gerçek. Bu etkilenme pazarla entegrasyonun en
fazla olduğu kesimlerde doğal olarak en fazla olmaktadır. Girdi fiyatlarının
artması (ve gübre sübvansiyonlarının kaldırılması) girdi kullanan tüm
üreticileri - girdi kullanım düzeyine göre- olumsuz etkiler. Bu etkilenme orta
ve üstü büyüklükte toprağa sahip olan ve/veya (sebze-meyve tarımı başta olmak
üzere) ticari tarım yapan üreticilerde daha fazla olabilir. Ürünlerin
maliyetleri artken fiyatlarının düşük tutulması ve dünya çapında yarıştırılmaları üreticilerin verimi artırma
ve maliyeti düşürme arayışına girmesine yol açabilir.
Ürünler bazında
tahıl, şeker pancarı, tütün, çay, fındık, pamuk, zeytinyağı, üzüm, incir,
kayısı üreticileri en çok etkilenenler olabilir. Bunlardan pamuk ve tahıllar
dışındaki ürünler ağırlıklı olarak küçük ve orta üreticilerin ürettiği
ürünlerdir. Üretici yağlı tohumlar, yem bitkileri, meyve sebze gibi ürünleri
düşük maliyetle üretmeye zorlanabilir.
Bu koşullarda
maliyetinin düşürülmesi, toprak rantının azaltılmasına, işletme büyüklüklerinin
artırılıp mekanizasyonun yoğunlaştırılmasına, istihdamın indirilmesine ve
ücretlerin düşürülmesine; verim artışı bio-teknoloji ürünü tohumların
geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasına, bilinçli üretimin sağlanmasına
bağlıdır.
Bu durum küçük ve
orta ölçekli mülk sahibi köylülüğün iflasa sürüklenmesi ve tarımda sermaye
sahibi girişimci sınıfının oluşmasına dayalı modernizasyonu olabilir. Orta
katmanlar da banka ve ticaret çevrelerine bağımlı hale gelebilir. Nakliye
maliyetlerinin artması köylülüğün gelirini azaltıp, ürünün tarladan çıkış
fiyatı ile tüketim fiyatı arasındaki mesafe artmasına yol açabilir. Faizlerle
birlikte tefeci-tüccarların rolleri de artabilir. Tefeci tüccarlar ise küresel
tekellerin tedarikçiliği/ acentalığı işlevini üstlenebilirler.
Toprak
temerküzü ile birlikte çok sayıda ( şu anki tarımsal istihdamın yarısından
fazlasının) tarımsal alan dışına sürülmesi gündeme gelecektir. Topraklarını
kaybeden bu kitlenin bir kısmı (geçici veya kalıcı) tarım işçisi olarak eski
topraklarında düşük bir ücretle çalıştırılabilir. Bir kısmının el sanatları,
aracılık, mantarcılık vb.leri faaliyetlerin yaygınlaştırılması ile (ama sınırlı
miktarda ve düşük gelir elde ederek) yerinde istihdam olanağı sağlanabilir.
Büyük bir kesimi ise büyük kentlerin varoşlarına iş aramak için akacaktır.
Kentlerin kendi işsizlerine iş olanağı sağlayamadığı mevcut ortamda, kentlerde
işsizliğin had safhaya çıkması, gayri meşru işlerin ve seyyar satıcıların,
dilencilerin, hırsızların vb.lerinin artması sonucunu getirebilecektir. Yeni
gecekondu bölgelerinin alt yapı hizmeti gereksinmesi hiçbir belediyenin kaldıramayacağı
kadar kaynağı gerektirilebilir.
Toprak kaynaklarının sınırsız kullanımı
toprakların hızla verimsizleşmesine ve çevre kirliliğine, bio-teknolojinin
yaygınlaşması ise genetik değişmelere ve çevre kirlenmesine de yol açabilir.
Olgunun diğer yanı ise küresel gıda ve girdi tekellerinin ulusal pazarları
işgal etmeleridir.
SONUÇ YERİNE
Bu arada
insanlar köklerinden koparılıp, sürükleniyor. Sürüklediklerine kendi
şeklini vererek değiştiriyor. Bir fincan kahvenin hatırı 40 yıldan içilme
süresine düşüyor. Tüketim çılgınlığı ve doyumsuzluk hırsı, paylaşılanların
sayısını her geçen gün giderek azaltıyor. Yardımlaşma -dayanışma giderek
ortadan kaldırılırken, insanlar gittikçe yalnızlaştırılıyorlar. Kurşunlarla
değil kıtlıkla öldüren diktatörlük kurulurken, yoksullaşan ve yalnızlaşan
kitlelerin toplumsal umarsızlığı başat hal alıyor.
[1] Bu yazı “Sınıf Hareketinde Yön” adlı Derginin Ocak –Şubat
2000 tarihli 10. Sayısında (Sf. 20-21) yayınlanmıştır.
[2] Program,
borçların ödenmesi, yeniden
borçlanabilmek, ekonomiye istikrar kazandırılması vb. nedenlerle Bangladeş
Pakistan, Filipinler Sri Lanka ve Tayland Mali Gine Nijerya Malawi, Doğu
Karayipler, Senegal, Somali, Meksika, Şili, Arjantin, Brezilya, Vietnam,
Polanya, Macaristan, Çekoslavakya, eski SSCB, Yugoslavya gibi bir çok ülkeye
çeşitli tarihlerde dayatılmıştır. Programın temelini, sosyal güvenlik
kurumlarının kendi kendini finanse etmesi adına çalışılan sürenin uzatılması ve
primlerin yükseltilmesi, kamu çalışanlarının sayısının azaltılması ve
ücretlerin reel olarak düşürülmesi, kamunun sağlık, eğitim, sosyal güvenlik ve
tarımsal harcamaların kısıtlanması ile bütçe harcamalarında
"tasarruf"a gidilmesi, tüm kamu kurumlarının tasfiyesi oluşturuyor.
[3] Dünya
Bankası Uyum kredilerine TZDK'nun tasfiyesi ve tohumculuğun küresel tekellere
açılması, DSİ sulamalarının özelleştirilmesi
için verilen krediler örnek gösterilebilir. Sonuç ise tarımsal ürün ve
gıda ithalatının ihracatı ile kıyaslanamayacak düzeyde artması, hayvancılığın
çökmesi oldu. Bugün programın
uygulanması için alınan SALT kredisinin üçte biri her yıl yalnız pirinç ve çeltik ithalatı için veriliyor. Dünya bankasının kendisi sulama da
verimin düştüğünü kabul etti.
[4] 1989’da FAO
Vedeli İşlem Borsaları Projesini hükümete sundu. 1998 yılında Tarım ve
Köyişleri Bakanlığı koordinatörlüğünde, Dünya Bankası’nın finansörlüğünde FAO
“Tarımsal Politikalarla İlgili Yapısal Değişim Projesi” adlı bir rapor
hazırlandı. Bu rapor "Tarım Refomu"na esas teşkil etmektedir.
[5] Tarım reformu ile
desteklemeler, sübvansiyonlar ve tarımsal KİT’lerin tasfiyesi, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile Köy Hizmetleri
Genel Müdürlüğü taşra teşkilatlarının (Yerel Yönetimler yasası ile)İl ve İlçe
Özel İdarelerine devredilmesi istenmektedir. Programın desteklemelere ilişkin kısımları,
taban fiyatı ve destekleme alımı sisteminden doğrudan ödeme sistemine geçilmesi
ile etkisizleştirilmesi, tarımsal kredilerin faizlerinin ticari kredi düzeyine
çıkarılması ve gübre sübvansiyonunun kaldırılmasını içeriyor. Buna paralel olarak da TMO ve TSKB'lerinin
piyasayı düzenleyici rollerinin ortadan kaldırılması hedefleniyor.
Özelleştirilecek başlıca Tarımsal KİT’ler ise EBK, Tekel, Çay-Kur, Türkşeker,
Tügsaş ve İgsaş, Tigem arazileri ve sulamadır.
Yeni
oluşturulmak istenen yapı ve ilişkiler ise sözleşmeli üreticiliğin
yaygınlaştırılması, tarım ürün sigortası ile üreticilerin sigorta şirketlerinin
insafına bırakılması, üretici birlikleri ile örgütsüz üreticilerle, örgütlü
tüccar ve sanayicilerin aynı çatı altında sermayeleri oranında söz sahibi
olmaları, borsa sistemi ile ürün fiyatlarının dünya fiyatlarına entegre
edilmesi, dolayısıyla da üreticinin maliyeti ne olursa olsun ürününü
sübvansiyonlu dünya ticaret fiyatına göre satması, Tarım çerçeve yasası ve
Tarım Bakanlığın Reorganizasyonu ile Bakanlığın başlıca işlevinin
kuralsızlaştırılan piyasaların sorunsuz işlemesini sağlamasıdır.
[6] Programın uygulandığı
ülkeler içerisinde 1970'lerin ortasında programı uygulamaya başlayan Somali'de
sonuçları çok çarpıcı olmuştur. Geleneksel hayvancılığın çökertilmesi sığır
vebasını yaygınlaştırdı, Somali'nin
Suudi Arabistan ve Körfez
Ülkelerine hayvan ihracatı önemli ölçüde azaldı, Körfez ülkeleri ve
Suudi Arabistan Avusturya ve Avrupa
Topluluğu ülkelerine yöneldiler. Sonraki yıllarda da Somali bu pazarlara artık
giremedi. Geleneksel değişim ekonomisi ile geçinen çobanlar ortadan kaldırıldı.
Hayvancılık batarken, küçük köylüler, sübvanse edilen Amerikan tahıllarının
dampingli fiyatları ve girdilerin inanılmaz derecede pahalılanması sonucu
perişan oldular. Beslenme rejiminde mısır ve süpürge darısının yerine buğday başat hale getirildi. Çobanlar ile
küçük üreticiler arasındaki geleneksel değiş -tokuş ilişkileri göçtü. Ülkenin
bir yanında tarımsal ürün bolluğu diğer yanında kitlesel açlık aynı zamanda
görülmeye başlandı.
Somali'de
kamu hizmetlerinde çalışanların % 40'ı işten çıkarıldı ve ücretleri ayda 3
dolara düşürüldü, sağlık harcamaları % 78 azaldı, ilkokul çocuğu başına düşen
yıllık eğitim harcaması 1982'de 82 dolarken 1989'da 4 dolara indi. 1989'da
borçlarını ödeyemez hale geldiği için
yeni borç verilmemeye başlandı. 1990'larda ise açlık ve gıda bolluğunun
birlikte görülürken başlayan iç savaş
ABD öncülüğündeki uluslararası askeri müdahale edildi. Ve dünya
Somali'de olup bitenlerden o zaman
haberi oldu.
AB'den
ithal edilen gümrüksüz teşvikli et ve süt ürünleri ile ABD'den ithal edilen
buğday, pirinç Afrika ekonomisini
çökertti Bir zamanlar Afrika'nın ekmek sepeti olarak nitelenen Zimbabwe bugün
tahıl ithal ediyor. Mısır üretiminin yerini tütün üretimi aldı. Melawi de net
gıda ihracatçısı iken mısırın yerini hızla tütün üretimi alıyor. Tütün ihracatı
da dış borç ödemelerinde kullanılıyor.
[7] Bu yazı yazılırken
Programın ne kadarının nasıl ve ne sürede uygulanacağı belirsizdi. Hatta
Programı yumuşatmaya yönelik arayışlar bile vardı. Bu arayışların nasıl
sonuçlanacağı da belirisiz. Ama bir tarım reformu yapılacağı gerçek. AB üyeliği
de bunu zorunlu kılıyor. Bu gerçek ve zorunluluktan yola çıkarak belirisizlikleri
şimdilik görmezden gelerek program tam ve diğer ülkelerde uygulandığı gibi
uygulanırsa sonuçlarının ne olacağını tahmin edilmeye çalışıldı. Bu nedenlerle
aşağıdaki bu tahmin ihtiyatlı okunmalı ve orta dönemli muhtemel sonuçlar olarak
değerlendirilmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.