Tarımdaki gelişmeler gıda üretimini ve dolayısıyla beslenmemizi doğrudan etkiliyor.
AB, ABD gibi ülkeler tahıl, et
ve süt mamulleri üretimindeki üstünlüklerini bio-teknoloji ile birleştirerek diğer ülkeleri yeniden sömürgeleştiriyorlar.
Bugün gıda maddeleri fazlasına
rağmen açlıktan ölen insanlar
varsa bunu gidermenin yolu tüm insanların yeterli ve dengeli besleneceği bir gıda üretim ve dağılımına
geçmektir.
Bu politikalar açlığı artırma eğilimindedir
Kendi ülkelerinde oluşan tahıl fazlasını ise ya gıda yardımı şeklinde ya da ucuza ihraç ederek yeni bir bağımlılık oluşturdular.
Bir kısım ülke tarımlarını
emperyalistlerin ihtiyaçlarına göre biçimlendirerek beslenmede bağımlı hale geldiler.
Tarım sanayiye hammadde üretir
ve sanayiden de girdi alır hale gelerek bağımlılaştı.
Diğer bir kısım ülke ise tarımını, ithal teknoloji temelinde geliştirdiği için bağımlılaştı.
Bu ülkeler beslenmede
kendilerine yeterlilikten çıkarılırken üretimleri de dünya çapında zengin
üreticilerin taleplerine cevap verecek hale getiriliyor.
Aynı zamanda beslenmemiz de
denetim altına alınmaktadır.
Bu ise üreticilerin artık
eskisi gibi tarım yapma olanaklarını ortadan kaldırmaktadır.
Bugünkü dünyamızda açlık sorunu
yetersiz üretimden değil, üretilenlerin dengesiz dağıtımından kaynaklanmaktadır.
Çevremize bir bakalım,
neler tüketiyoruz? Et ve et ürünleri, süt ve süt ürünleri, işlenmiş ve
dondurulmuş gıdalar, unlu mamuller, meyve suları, sebze ve meyveler…. Elli yıl
önce bunları ne ölçüde tüketebiliyorduk? Kuşkusuz bunların herkesçe dengeli bir
tüketiminden söz edemeyiz. Tersine oldukça dengesiz bir dağılımı söz konusudur.
Halkın büyük bir çoğunluğu dengeli ve sağlıklı beslenmesi için gerekli olan birçok
gıdayı yeterince alamamaktadır. Ayrıca çeşitli devletlerde yaşayanların
beslenme alışkanlıkları da farklıdır. Örneğin, Amerikalılar ve Avrupalılar et
ve süte dayalı bir beslenmeleri varken, Türkiyelilerin kısmen et ve süte ama
daha çok tahıl ve kuru baklagillere dayalı bir beslenmeleri vardır. Afrika
ülkelerinin ise tahıla dayalı bir beslenmeleri vardır.
Gıda üretimi ve
dolayısıyla beslenmemiz tarımdaki gelişmelerden doğrudan etkilenmekte, hatta
tarımdaki gelişmelere göre biçimlenmektedir. Tarımın gelişimini sağlayan uluslararası
iki farklı tarım politikasından söz edebiliriz.
Birincisi, emperyalist devletlerin,
sömürge ve yarı-sömürgelerinden et ve tahıl ithal etmeleri temelinde ikincisi
ise, bunları kendilerinin üretmeleri temelinde şekillenmiştir. Ve her ikisi de
düşük gerçek fiyatlarda temel gıda ürünleri sağlayarak, ücretleri görece düşük tutmaya
hizmet etmiştir.
SÖMÜRGE TARIMI
Birinci tarım
politikalarında, emperyalist devletler, ucuz et ve tahıl sağlamak için sömürge
ve yarı-sömürgelerinin tarımlarını kendi ihtiyaçlarına göre şekillendirdiler.
Buralarda kendi çiftliklerini kurdular. Bunun tipik örneklerinden birisi
Osmanlı İmparatorluğudur.
Bugün Türkiye sınırları
içerisinde kalan Ege, Akdeniz, Çukurova bölgelerinde kendilerinin kurdukları
büyük tarım çiftliklerinde istedikleri ürünü, ucuz iş gücü kullanarak
yetiştirdiler. Bu arada yerli halkın bazı ürettikleri de tüccarlar tarafından
toplanıp, büyük çiftliklerde üretilenlerle birlikte ihraç ediliyordu. Büyük
çoğunluk ise esas olarak kendi gereksinmeleri için üretim yapıyordu.
Birinci tarım
politikalarının uygulanması 1920’lerde biterken ikincisi dünya ölçeğinde II. Dünya Savaşı sonrasında uygulanmıştır. Birinci tarım politikaları iki ana
nedene bağlı olarak sona erer.
Birincisi, sanayileşme
sonucu genelde kentte yaşayanların özel olarak da sanayi işçilerinin sayısını
artırmasıyla ilgilidir. Artık mevcut
üretim ve verimlilik, ucuz ve büyük miktarda besin maddesine artan ihtiyacı
karşılayamaz hale gelmişti. İkincisi ise 1929 dünya ekonomik bunalımında,
krizin en yoğun yaşandığı ABD’de büyük miktarda tarımsal ürünün satılamadığı
için yakılmasıdır. Bu durum karşısında ABD, bağımsızlığı ilan ettikten sonra da
ulusal ekonomi içerisinde geliştirdiği tarımsal üretimini ya tasfiye edecek ya
da tarımsal ürünleri değerlendirmenin yolunu bulacaktı. Bu noktada gelişmeye başlayan bağımsızlık
hareketleri hangi politikaların uygulanacağında ana etkenlerden oldu.
İTHALATTAN İHRACATA
Ulusal kurtuluş savaşları sonunda
kurulan devletlerin ulusal kalkınma politikaları benimsemeleri,
emperyalistlerin çiftliklerini ortadan kaldırırken, üretim desenini de
değiştirdi. Artık buralarda üretilecek olan ürünlerle beslenmelerini tehlikeye
soktu.
Emperyalistler, tarımsal
ürünlerde yeterlilik politikaları ile birlikte o güne kadar ithal ettikleri tahıl,
et gibi temel besin maddelerini esas olarak kendi ülkelerinde üretmeye başladılar.
Verimliliği arttırıcı önlemler olarak da sulama, mekanizasyon, tohum ve
kimyasal girdileri geliştirerek, bunların yaygın ve yoğun kullanımına
başladılar.
Bunların sonucu olarak
tarımsal üretim ve gıda üretiminde kendilerine yeterli hale geldikleri gibi
dünyanın başlıca ihracatçıları da oldular. Kuzey Amerika 1938’de 5 milyon ton
olan ihracatını 1985’de 94 milyon tona çıkarırken, Batı Avrupa 24 milyon tonluk
ithalattan ihracata geçmiştir. Dünya toplam tarım ürünleri ihracatının %35’ini
AB, %20’sini ABD yapmaktadır. Bu arada
ithalatlarını ise değişik ve çok sayıda ülkeye yaydılar
ABD’deki ulusal ekonomi
içerisinde tarımın gelişmesi ve sorunları ise iki şekilde aşıldı. Birincisi,
tahılları, özellikle de soya fasulyesi ve mısır, insan beslenmesi ile birlikte
hayvan yemi olarak da kullanıp, et ve süte dönüştürülerek aşıldı. Diğeri ise
tarımsal ürünlerin işlenmiş gıda maddesi haline getirilerek aşıldı.
Bunun sonucu olarak, 1970’lerde
ABD’de, işlenmiş gıda maddeleri üretimi ve dağıtımı en büyük sanayi dalı haline
geldi. Kitlevi gıda maddeleri arasında işlenmiş/dondurulmuş yiyeceklerin payı
çok arttı. 1970'lerde ortalama bir süpermarkette 10 bin civarında değişik
işlenmiş gıda maddesi kalemi yer alıyordu.
Bu gelişmeler sonucu AB,
ABD, Japonya gibi ülkelerde, ucuz ve bol üretilen et ve süt ürünleri ile
işlenmiş gıda maddeleri temel besin maddesi haline geldi.
BAĞIMSIZLIKTAN BAĞIMLILIĞA
Kendi ülkelerinde oluşan
tahıl fazlasını ise ya gıda yardımı şeklinde ya da ucuza ihraç etmelerinin iki
amacı vardı. Birincisi stokları eritmek
için, istikrarlı pazarlar oluşturmaktı. Diğeri ise yardımı alan ülkelerin
tarımının gelişmesini engelleyerek, kendilerine bağımlı hale getirmekti. Böylece bağımsızlığını kazanan devletler
emperyalizmle olan ilişkilerini değiştirdiler ama etki alanının dışına
çıkamadılar.
Böyle bir sonucun ortaya
çıkmasında bağımsızlıklarını kazanan ülkelerin, ulusal sanayilerini kurma,
ulusal pazarlarını oluşturma yönelimi de rol oynadı. Bu yönelim sonucu olarak
tarımlarını sanayinin ihtiyaçlarına göre yeniden biçimlendirdiler.
Bu biçimlendirme iki
şekilde gerçekleştirildi. Bir kısım ülke, esas olarak sanayi için döviz kazanmayı
ve iş gücünü ucuza mal etmeyi göz önünde tuttular. Bunun sonucu olarak da gıda
yardımlarını ve ucuz gıda ithalatını yeğlediler. O güne dek beslenmelerinin
karşılanması için ayrılan toprakların giderek artan bir bölümünü ise ihracat edebilecekleri
yeni ürünlerin üretimine ayırdılar. Bunun sonucu Latin Amerika, Asya ve Afrika
ülkelerinin birçoğu, bu dönemde net gıda ihracatçısı olmaktan çıkarak, net gıda
ithalatçısı oldular. 1938 yılında Latin Amerika ülkeleri net 9 milyon ton tahıl
ihraç ederlerken 1985 yılında net 8 milyon ton ithalat yaptılar. Afrika
ülkeleri ise aynı dönemde 1 milyon ton ihracattan, 15 milyon ton ithalata, Asya
ülkeleri de 2 milyon ton ihracattan 67 milyon ton ithalata geçti.
Türkiye gibi ikinci kısım
ülke ise tarımsal üretimlerini dengeli bir şekilde çeşitlendirdiler. Bunda
temel gıda maddelerinin sağlanması, sanayinin talep ettiği hammaddelerin
yetiştirilmesi ve ihtiyaç duyduğu dövizin tarımsal ürünlerin ihracından
sağlanması gözetildi. Türkiye 1930’larda, patates, çeltik şeker pancarı,
ayçiçeği, çay portakal, limon ve muz gibi meyvelerin yetiştirilmesine
başladı. Buğday, pamuk ve tütün fındık
ve Antep fıstığında tohum ıslah çalışmaları yapıldı. Montofon cinsi inek getirdi, Merinos ve
Karagülle koyunlarının yetiştirilmesine başladı.
Hindistan, Meksika,
Pakistan, Endonezya, Brezilya, Cezayir, İran gibi ülkeler, verimi artırmak için
“yeşil devrim” denen yüksek verimli tohumluklar ithal ettiler. Ama “yüksek
verimli tohumlukların beklenen sonucu vermesi, tohumluk, su, gübre ve tarımsal ilaç
gibi temel girdilerin bir araya gelmesi ile mümkün olmuştur. Bu elemanlardan
herhangi birinin eksikliği yeşil devrimin fiyasko ile sonuçlanmasına neden olabilmektedir.
(1)”
Bu nedenle Meksika’da
1960-65 yılları arasında, sulama sisteminin olduğu, gübre, ilaç gibi girdileri
yeterli ve dengeli olarak kullanabilen büyük çiftliklerde bu tohumların
kullanılması sonucu yılda ortalama %9’luk üretim artışı oldu. 1975-79 arasında ise, bu tohumları, söz
konusu olanakları olmayan geniş köylü kesimlerinin kullanması sonucu bu oran %
1 kadar düşmüştür. Hatta bunu kullananlar açlıkla karşı karşıya kalmışlardır.
TARIMIN BAĞIMLILAŞTIRILMASI
Tarım ve gıda sanayindeki
bu gelişmeler devletin tarıma doğrudan müdahalesi ile sağlanmıştır. Bu müdahale
iki biçim de oldu. Birisi üretim, ithalat ve ihracatı sübvanse etme ve
destekleme, teşvik, ucuz kredi şeklinde oldu. Diğeri ise tarımsal üretim ve pazarlamayı denetleyecek
çeşitli kurumların kurulması ile oldu.
Türkiye’de kurulan Birlikler, TMO, ÇAY-KUR, EBK, SEK, TEKEL, Şeker
Fabrikaları, bunların örneklerindendir.
Bu desteklemeler, AB, ABD
gibi ülkelerde daha yoğun sermaye ve teknoloji kullanan, daha geniş arazili
kapitalist tarım işletmeleri artırdı. Bunlar aynı zamanda, tarımsal ürünlerin
başlıca üreticisi haline geldiler. 1981 yılında, ABD’de toplam işletmelerin
%5’i olan en büyük işletmeler, üretimin %49’unu gerçekleştiriyordu. Türkiye
gibi ülkelerde ise küçük üreticilik korundu pazara açıldı ve pazara bağımlı
hale getirildi.
Bu gelişmeler sonucu
tarım, sanayiye hammadde üretir hale gelirken, sanayiden de girdi alır hale
geldi. Bu ise tarımı genel ekonomi içinde ayrı bir alan olmaktan çıkararak,
tarım-sanayi bütünleşmesini sağladı. Bu bütünleşme AB, ABD gibi ülkelerde
ulusal ekonomi içerisinde oldu. Aynı
zamanda Petro-kimya, gıda üretimi ve farmakoloji dallarında çalışan şirketler
ve tohum firmaları arasında ülke sınırlarını aşan sektörel bir bütünleşme de
gerçekleşti. ABD, Japon, İsveç kökenli çok uluslu şirketlere, CIBA, Esso
Standart Fertilizers and Agricul-tural Company, Chevron Oil Company, Mitshubishi,
Hoeshst, Agrar Hydra Technik, Conagra, Cargill... örnek olarak verilebilir.
Emperyalizm, bu dönemde devletler
aracılığıyla ilişki kurdu. Pazarları ise
coğrafi olarak paylaşmaktan ulusal pazar olarak eklemlemeye geçti. Bu ise, o
güne kadar kapitalizmin gelişmediği yerlerde kapitalizmi geliştirerek
metalaşmanın yaygınlaşması ve derinleşmesini getirdi.
Bağımsızlığını kazanan ülkelerden
birinci grup ülkelerde tarım ekonominin içsel gelişimine göre değil
emperyalistlerin ihtiyaçlarına göre biçimlendi. Bu, tarım ve sanayinin ulusal
ekonomi içerisinde birbirini tamamlar nitelik kazanmasını engelleyerek,
tarımın, uluslararası eklemlenmesini getirdi.
Bunun sonucu olarak gıda maddelerinde, dolayısıyla beslenmede de bağımlı
hale geldiler.
İkinci grup ülkede ise
tarım, ekonominin içsel gelişimine göre biçimlendi. Bu ülkelerde tarım ve
sanayi, ulusal ekonomi içerisinde birbirini tamamlar nitelik kazandı. Ama tarım
bağımsız teknoloji üretimi temelinde değil ithal teknoloji temelinde
geliştirildi. Bu ise, teknoloji ve tohum, gübre ilaç gibi temel girdilerde çok uluslu şirketlere bağımlı pazarlar olmalarına yol açtı.
Bu nedenle, 1960’lı
yıllarda, uluslararası şirketler, “yeşil devrimin” en büyük savunucusu oldular.
Artık, kendilerine yetmeyen kendi ülkelerindeki pazarları dışında da çok geniş
pazarlara kavuştular.
Ama bugün, mevcut pazarlar
bunlara yetmemektedir. Üstelik AB, ABD ve Japonya’da tüketicinin güveni büyük
ölçüde kaybedilmiştir. Bu nedenle pazarlarını genişletmek ve derinleştirmek
istemektedirler. Ayrıca ucuz üretim yaptırabilecekleri yerlere ihtiyaçları
vardır.
Bu noktada bağımsızlık
hareketlerinin etkisini yitirdiği günümüzde uluslararası tarım politikaları, uluslar
ötesi gıda tekellerin istekleri doğrultusunda değiştirilmektedir.
YENİDEN SÖMÜRGELEŞTİRME
Yeni politikaların bir
yanı genetik ve bio-teknolojinin hızla geliştirilmesi temelinde
oluşturulmaktadır. Bu geliştirme ile birlikte yeni ve/veya melez bitkiler
yaratılmakta ve üretim sürecine müdahale edilmektedir.
Böylece çeşitli
hastalıklara ve kuraklığa dayanıklı, verimi yüksek bitkiler elde edilmeye
çalışılmaktadır. Ayrıca özel olarak fabrikalarda işlemeye elverişli bitki çeşitleri
mevcutlarının yerini almaktadır. Yeni
bir canlı ve/veya melez tür yaratılabilmesi için de uygun bitki ve hayvan
endemikleri kullanılmaktadır. Aranılan
endemikler ise esas olarak Türkiye gibi ülkelerde bulunmaktadır. Bunları
serbestçe elde etmek için de GATT ve benzeri anlaşmalara özel maddeler
koymaktadırlar.
Üretim sürecine müdahalede
ise iki hedefleri vardır. Birisi tavukçuluk ve seracılıkta olduğu gibi
kesintisiz bir üretim sürecinin başat hale getirilmesidir. Diğeri ise mısırdan
şeker elde edilmesi gibi protein ve vitamin yönünden zengin yeni suni
besinlerin elde edilmesidir.
Yeni tarım politikalarının
diğer yanını ise Nestle, Amerikan Kraft General Foods Internatıon, Reynolds
Nabisco gibi gıda tekellerinin üretim ve dağıtımlarını dünya ölçeğine yaymaları
oluşturmaktadır. Bunun için de diğer ülkelerdeki
üretimi ve dağıtımı doğrudan denetimleri altına almaktadırlar.
Bu amaçla Türkiye gibi
ülkelerdeki üretim ilişkileri ve deseni yeniden biçimlendirilebilmektedir. Yeni
ürünler olarak yemeklik tahılların yerine, yemlik tahıllar ile yağlı tohumlar, turfanda
sebze, meyve ve balık vb. liri geçirilmektedir. Buralardaki üretim, kendi
halklarının ihtiyaçlarına göre değil, dünya çapında zengin tüketicilerin
ihtiyaçlarına göre biçimlendirilmektedir.
Böylece bu ülkeler beslenmede de kendilerine yeterlilikten
çıkarılmaktadır
Ayrıca bu ülkeler de uluslar
ötesi şirketlerin yüksek bağımlılık yaratıcı ilaç, gübre ve tohum paketlerinin
daha çok kullanılması teşvik edilmektedir.
Türkiye'de tohumculuğun özel sektöre açılması, gübre fabrikalarının
satışı, TZDK’nın etkisizleştirilmesi ve tarımsal ürünlerin pazarlanmasında
1925’lerde olduğu gibi borsa sistemine geçilmesi bu sürecin parçalarıdır.
Borsalar aracılığıyla
dünyadaki milyonlarca üretici ayakta kalabilmek için kıyasıya bir rekabete
sokulmaktadırlar. Bu düzenlemelerle ne ekileceği, hangi girdilerin kullanılacağı
ve bunların kimden, nasıl temin edileceği ve ürünlerin hangi koşullarda
satılacağı belirlenmektedir.
Tüm bu gelişmelerle üreticilerin
artık eskisi gibi tarım yapma olanakları yok edilmektedir. Üretim sürecindeki denetimleri ortadan
kaldırılmaktadır. Uluslar ötesi sermeyenin ihtiyaçlarına göre ve onların belirlediği
koşullarda üretim yapmaya ve satmaya zorlanmaktadırlar.
Buna göre de büyük tarım
çiftlikleri ön plana çıkarılmaktadır. Küçük üreticiler ise taşeronlaştırılarak,
uluslar ötesi sermayenin uzantısı haline getirilerek bağımlılaştırılmaktadırlar. Geliri de ortalama işçi ücreti kadar veya
onun az üzerinde olmaktadır. Bunun en önemli mekanizmalarından birisi olan
anlaşmalı çiftçilik ile üreticinin, ürettiği üzerindeki söz ve karar sahipliği
kalkmakta; neyi, ne kadar, nasıl, kaça üreteceğine uluslar ötesi sermeye karar
vermektedir.
Bu değişim gıda
tekellerinin kendi ülkelerinde doymakta olan gıda pazarlarını bağımlılaştırılan
ülkelere yaymaları ile tamamlanmaktadır.
Bunun için uluslar ötesi sermaye bağımlı ülkelerdeki mevcut gıda
sanayini doğrudan denetimini ele geçirmektedir. Bu denetim kapattırma, satın alma
vb. ile olduğu gibi kendisine taşeronlaştırarak bağımlılaştırma
ile de olmaktadır. Böylece üretimlerini
buralara kaydırarak ucuz işgücünden de yaralanmaktadırlar. Bu ise onlara
markaların ve kuruluş isminin insanlar için önem taşıdığı gelişen pazarlarda
markalarıyla satış yapma olanağı vermektedir. Aynı zamanda markasız ürünlerini
gelişmiş pazarlara satabilmektedirler. İlk hedefledikleri ise sigara, tahıl, et
ve süt ürünleridir.
Bunun için de bugüne kadar
sermaye ve tarım arasında pazarda rol oynayan ve artık sermaye için bir yük ve
kısıtlama haline gelen devlet dolayımı kaldırılmaktadır. Bu amaçla Türkiye’de
olduğu gibi bir yandan borsa gibi mali piyasalar geliştirilmekte ve ithalat
serbestleştirilmektedir. Diğer yandan ise Tekel, Çay-Kur EBK, SEK, şeker fabrikaları,
Birlikler gibi kurumların etkisi önce sınırlanmakta sonra da satılmakta ya da
kapatılmaktadır. Bu arada, siyasal ve ekonomik kararların esas olarak ulusal
sınırlar içerisinde bir güç haline gelen United Fruit Company gibi uluslar
ötesi şirketlere göre alınması da başat hale gelmektedir.
Bu politikaların genel
sonucu tarımın ve gıda sanayinin, uluslar ötesi sermayenin ihtiyaçlarına göre
yenide sömürgeleştirilmesidir. Özel sonucu ise beslenmemizin de denetim altına alınmasıdır.
Bu politikaların uygulanmaya başlamasıyla, Meksika, Pakistan Türkiye şimdiden
gıda ithalatçısı konumuna gelmiş, Somali ise açlıkla yüz yüze kalmıştır. Bu politikalar dünyadaki açlığı artırma
eğilimindedir.
Açlıkla yüz yüze olan
insanlara ise yardım kampanyaları ile birlikte esas olarak karınlarını
doyuracak kadar, üretim yapmaları önerilmektedir. 1973’de tıkanan gıda
yardımlarının 1990’larda yeniden başlaması tesadüf değildir.
AÇLIK KADER Mİ?
Tarımdaki üretim süreci
başlangıçta tamamen doğa koşullarına bağımlılıktan kimyasal-biyolojik
girdilerin kullanılmasıyla kurtulmaya başlamıştır. Kimyasal-biyolojik
girdilerle verim artışının sınırına gelinmekte olduğu günümüzde bio-genetik ile
yeni verim artışlarına hazırlanılmaktadır.
Uluslararası gıda tekeller
gübre, ilaç, tohum gibi temel girdilerdeki üstünlüklerini bio-teknoloji ile
birleştirerek, tarımda yeni bir egemenlik tarzını gıda sanayi temelinde
dayatmaktadırlar. Bunun en önemli
özelliği ise üretim ve tüketimin ulusal ekonomiye içsel olmaktan çıkarılarak
gıda tekellerinin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden örgütlenmesidir.
Ama bu, bugün mevcut olan
yetersiz ve dengesiz beslenme ile açlıktan ölümleri ortadan kaldıracak mı?
“Dünya nüfusunun %15’i gereğinden
fazla, %10’u çok iyi ve %15’i orta derecede beslenirken, %50’si yetersiz
beslemekte ve %10’u ise açlıkla mücadele etmektedir."(1)
“1960-70 arasında 13
mil-yon, 1970-80 arasında 15 milyon, 1980-85 arasında ise 40 milyon insan
açlıktan ölmüştür. Ve her-gün ortalama 40 bin çocuk yetersiz beslenme ve açlığa
kurban gitmektedir. FAO rakamları bugün dünyamızda 730 milyon insanın açlık
tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu göstermektedir” (1)
Bugün dünya tahıl üretimi iki
milyar ton civarındadır. Bunun %20’sini ABD, %12’sini AB üretmektedir. Bu oran
sütte %14, %24,9, ette ise %18 ve %19’dur. Bunların elinde 1986 yılında 300
milyon ton tahıl stoku vardı. AB ve ABD
gibi ülkeler tarımsal üretim fazlasını bir türlü eritemezken, başta Afrika
olmak üzere Latin Amerika ve Orta Doğu bölgelerinde üretilen tahıl, et ve süt mamulleri
açığı vardır.
Mevcut tahıl üretimi tüm
insanları gerektiği gibi besleme-ye yeterli olmasının ötesinde 1960’dan beri
fazla bile gelmektedir. “Dünya tarım ve gıda kaynakları tüm nüfusun beslenme
gereksinmelerini 1960’da %1 oranında geçerken, bu oran 1974’de %7’ye, 1980’de %10
ve günümüzde %12-13lere çıkmıştır."(1) Ayrıca bugün ABD, AB tahıl ekilen
alanları azaltıcı politikalar uygulamaktadırlar. Demek ki "bugünkü
dünyamızda açlık sorunu yetersiz gıda üretiminden değil, fakat bu ürünlerin
dengesiz dağılımından kaynaklanmaktadır.” (1)
Bu dengesiz dağılımın
nedeni ise insanların/ halkların yeterli ve dengeli beslenmeleri için gerekli
besini alacak paralarının olmamasıdır.
Bugün gıda maddeleri fazlasına rağmen açlıktan ölen insanlar varsa bunu
gidermenin yolu tüm insanların ye-terli ve dengeli besleneceği bir gıda üretim
ve dağıtımına geçmektir. Bunun yolu ise insanların/ halkların yeterli ve
dengeli beslenmeleri için gerekli olan geliri elde etmek için olduğu kadar, gıda
gibi insanların temel ihtiyaçlarının meta olmaktan çıkartılması için de
birlikte mücadele etmelerinden geçmektedir
KAYNAKLAR
1-ABD-AET-Türkiye Tarım
Politikaları ve Dünya Pazarları Doç. Dr. Ahmet ŞAHİNÖZ, Türkiye Sınai Kalkınma
Bankası Yayını Haziran 1989, İstanbul
2-2000 yıllarına doğru
dünyada gıda ve tarım. Deniz & Zafer YENAL Toplum ve Bilim Dergisi Bahar 93
3-Avrupa Topluluğunda Ortak
Tarım ve Dış Ticaret, Prof. Dr. Ahmet ŞAHİNÖZ, A.Ü. Avrupa Topluluğu Araştırma
ve Uygulama merkezi yayını Ankara 1993
4-Uluslararası Tarım
Ürünleri Ticareti Doç. Dr. Çelik ARUOBA A.Ü. Avrupa Topluluğu Araştırma ve
Uygulama merkezi yayını Ankara 1989
5-Türkiye'de Tarımsal
Yapılar (1923-2000) Derleyen; Şevket PAMUK, Zafer TOPRAK, Yurt Yayınları 1988
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.