Destekleme, tarımsal yapının iyileştirilmesi,
tarım işletmelerinin güçlendirilmesi, çiftçilerin
korunması ve özellikle belli bölgelerin kalkındırılması için yapılan özel
hizmetler ve teşvikleri olarak tanımlanabilir. Son
yılların en çok tartışılan konularından birisi olan tarıma
yapılan destekleme ve sübvansiyonlar başlatılırken bu kadar tartışılmamıştı.
Bugünkü tartışmaların
söylem olarak, tarıma verilen desteklerin ve sübvansiyonların azaltılması, daha
etkin hale getirilmesi şeklinde olsa da öneriler, gelişmekte
olan ülkelerdeki destek ve sübvansiyonların tamamen kaldırılması ya da etkisiz
hale getirilmesi sonuçlarını doğuracak mahiyettedir.
1. Desteklemelerin Ortaya Çıkış Koşulları
Her ne kadar 1930’lardan önce de çeşitli dönmelerde
tarımsal üretim korunmuş ve desteklenmişse de
tarımsal üretimin sistematik olarak korunması, geliştirilmesi
ve desteklemesine 1930’larda başlandığını
söylemek yanlış olmaz.
1930’lara kadar, tarımın desteklenmesi ve
korunması, daha çok gümrük vergisi (ithalat ve ihracat vergi oranlarının
yükseltilmesi) ve alt yapı yatırımları şeklinde olmuştur. İngiltere’de
1846 tahıl yasalarına kadar ki dönem bunun en çarpıcı örneklerindendir. Yine
aynı amaçla Fransa 1865’de Almanya 1879’da ve daha sonrada Hollanda, Danimarka
ve İngiltere gümrük vergilerini yükseltmişlerdir.
Ama gümrük duvarları ve alt yapı
yatırımları ne tarımsal üretimi geliştirmede ne fiyat istikrarı sağlamda
yeterli olmamıştır. Bu yetersizlik kendisini 1929 Dünya
Bunalımı sırasında açıkça göstermiştir. Dünya Bunalımı sırasında bir yandan
tarımsal ürün fiyatları hızla düşmüş,
diğer yandan halk yiyecek ekmek bulamamıştır. Ürün bolluğu ise yakılarak yok
edilmeye çalışılmıştır. Yaygın bir görüşte, tarımsal alandaki krizin 1926-27
yıllarında ABD ürün borsalarında fiyatların düşmesi ile başladığı, buna çözüm
getirilmediği için 1929 yılında genel bunalıma dönüştüğü şeklindedir.
1.1 Bunalımdan Çıkmak İçin Tarıma Müdahale
Bunalımdan
çıkmak için devlet üretimi ve talebi düzenleyici işlev üstlenecek şekilde
piyasaya müdahaleye başladı. Bu çerçevede 1933’de ABD Ürün Kredi Şirketi
kurulmuş ve bu Şirket 1946 yılında Tarım Bakanlığı bünyesine katılmıştır. Ürün
Kredi Şirketi, sürekli ve 5’er yıllık yasalar ile belirlenen tarım politikaları
doğrultusunda piyasaya müdahale etmektedir.
Aynı
yıllarda Türkiye de tarımsal üretimi geliştirici, üretici gelirlerinde istikrarı
sağlayıcı politikalar yürütmeye başladı. Bu politikanın uygulanması için önce
TMO, Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri (TSKB), Devlet Üretme Çiftlikleri,
daha sonraları EBK, SEK, Yem Fabrikaları, Vb. kuruldu.
B.
Avrupa ise, 2. Dünya savaşı sonrasında, Ortak Pazar oluşturma politikasına
koşut olarak Ortak Tarım Politikasını (OTP) uygulamaya başladı. OTP’nin
amaçları, diğer ülkelerdeki devlet müdahaleleri ile benzer amaçlar taşıyordu.
Bu amaçlar söyle özetlenebilir:
·
Teknik
ilerlemeyi artırarak verimliliği yükseltme,
·
Kendi
kendine yeter hale gelerek, gıda güvenliğini garanti altına alma,
·
Tarımsal
piyasalarda istikrarı sağlama
·
Tarımsal
üretimin sürdürülmesi ve sanayi ürünlerine talep oluşturmak için üretici
gelirlerini istikrarlaştırma ve artırma
·
Tüketiciye
ucuz ve istikrarlı gıda maddesi temin etme.
Bu
amaçları gerçekleştirmek için araç ve yöntemlerde farklık olsa da pazarın toplu
organizasyonu ile devlet bir yandan üreticiye fiyat ve satış garantisi vermiş
diğer yandan da piyasayı düzenleyici rol oynamıştır. Bu şekilde dolaşım
sürecine müdahale edilerek pazar kararlılığı, arz-talep-fiyat dengesi,
gerçekleştirilmiştir.
Gelişmiş
ülkelerde fiyat destekleri, uzun dönemli olarak saptanmış ve üretim sezonundan
önce hangi yıl hangi ürünün ne kadar destekleneceği açıklanmıştır. AET’de
ağırlıklı olarak süt mamulleri, tahıl, sığır/dana eti, şeker, yağlı tohumlar,
soya, zeytinyağı, tütün, şarap, ABD’de buğday, mısır, sorgum, çeltik, yulaf,
arpa ve pamuk desteklenmiştir.
Destekleme ödemeleri AB’de bütçe kaynaklarından Tarımsal Garanti ve
Yönlendirme Fonu’na aktarılan kaynaklarla, ABD’de Kredi Şirketi sermayesi ve
Kongrece aktarılan kaynaklarla yapılmaktadır. AB ve ABD’de girdi desteği
verilmemiş, verilmesi de yasaklanmıştır.
Gelişmiş
ülkeler piyasayı düzenleyici politikalar ile birlikte tarımsal yapıyı düzeltici,
verimliliği artırıcı ve tarımı sanayiye entegre edici politikaları birlikte
uyguladılar. Bu politikaların sonunda, tarım kesimindeki nüfusun önemli kısmını
sanayi ve hizmetler sektöründe istihdam edilirken, işletme büyüklüğünü
artırdılar. Modern girdi kullanımını yaygınlaştırıp, çeşitli hastalık ve iklim
koşullarına dayanıklı yüksek verimli tohumluk ve damızlık geliştirerek verimi
artırıp, tarımsal üretimi sanayiye entegre hale getirdiler.
2. Türkiye’de Desteklemeler
Türkiye’de
ürün fiyat desteği ile birlikte girdi desteği de uygulanmıştır. Ürün
destekleri, taban fiyat uygulaması ile birlikte destekleme alımı için
görevlendirilen Çay-Kur, Tekel, TMO, TSKB, EBK, SEK gibi kurumların alımları
ile gerçekleştirilmiştir.
1932-
62 arasında, Birlikler ve Kamu iktisadi teşekküllerince buğday, arpa,
çekirdeksiz kuru üzüm, incir, fındık, zeytinyağı pamuk, tütün, çay, et ve süte
müdahale edilmiştir. 1963’den sonra KİT’ler ve KİT’leştirilen TSKB’leri
aracılığıyla müdahale edilen ürün sayısı artıştır.
1963-95
yılları arasında neredeyse her yıl destekleme alımı kapsamındaki ürün sayısı
değişmiştir. 33 yılda toplam olarak 34 ürün en az 1 defa destekleme kapsamına
alınmıştır. Destekleme kapsamına alınan ürünler tasnif edildiğinde, halkın
beslenmesi için önemli bulunan buğday, şekerpancarı, ayçiçeği ve çay gibi
ürünlerle, ihraç ürünleri olan tütün, fındık, çekirdeksiz kuru üzüm, kuru
incir, pamuk ve tiftik ile hayvan yemi olarak kullanılan çavdar ve arpanın ağırlıklı
bir yere sahip olduğu görülür. Bu ürünler içerisinde yalnız buğday, arpa çavdar
ve şeker pancarı sürekli olarak destekleme kapsamında olmuştur. Destekleme
alımı yapılan ürünler genellikle ihracata dayalı ürünler olup, bunlar tarımsal
üretim değerinin büyük bölümünü oluşturmaktadır.
Destekleme
kapsamındaki ürünlerin fiyatı 1974’e kadar dünya fiyatlarının altında, 1974-79
yılları arasında dünya fiyatlarının üzerinde, 1980-85 arasında dünya
fiyatlarının altında tutulmuş, sonraki yıllarda zaman zaman dünya fiyatlarının
üstünde tutulmakla birlikte genellikle dünya fiyatlarının altında tutulmaya
çalışılmıştır. Ama 1986’den sonra AB ile ABD arasındaki sübvansiyon savaşı
sonucu dünya fiyatlarında büyük düşüş olması nedeniyle genellikle dünya
fiyatlarının üzerinde taban fiyat açıklanarak üretici kısmen korunmuştur. Bu
durum iç ticaret hadlerinin 1980-85 döneminde büyük ölçüde üretici aleyhine
bozulmasını da kısmen telafi etmiştir. Eğer bu dönemde dünya fiyatları
düzeyinde fiyat açıklansa idi, iç ticaret hadleri üretici aleyhine daha çok bozulacaktı.
İç
ticaret hadleri, 1963-1990 döneminde, yalnız 65-67, 69 ve 75-77 yıllarında
tarımsal üretici lehine olmuş. Diğer yıllarda üretici aleyhine olmuştur. Aynı
dönemde canlı hayvanlarda sürekli yetiştirici lehine olurken, bitkisel gıda
maddelerinde üretici aleyhine olmuş, hayvansal ürünlerde ise 65-69 ve 75-79’da
üretici lehine olmuştur.
Aynı
dönemde, sürekli destekleme kapsamında olan buğday ’da ise değişim haddi 1965
ve 1974-75 yılları dışında sürekli üretici aleyhine olmuştur. Şeker pancarı,
fındık ve çekirdeksiz kuru üzüm üreticilerinin durumu ise biraz daha iyidir.
Taban fiyatları değişim hadleri şeker pancarında, 1964-65, 1973-77, 1980-83
1989-90 yıllarında, fındıkta 1965, 1970-71, 1974, 1980, 1985-87 yıllarında,
çekirdeksiz kuru üzümde 1973-1976, 1979-87 yıllarında üretici lehine olmuştur.
Türkiye’de
taban fiyat ve destekleme alım politikası yüksek fiyat verme, ya da çok ürün
alma şeklinde olmamış, genellikle piyasayı düzenleyici miktarda alım ve aracı
karlarını azaltıcı fiyat şeklinde olmuştur. Destekleme alımların bu amaca
yönelik kullanıldığı dönemlerde, kapsamdaki ürünlerde, üreticinin maliyetin
altında ürün satmasını, aracıların ucuza alıp, pahalı satmasını önlemiştir.
Destekleme kapsamındaki ürünlerde aracı karları %50-60 civarında olurken,
destekleme dışı ürünlerde, ya da amaca hizmet etmeyen uygulamalarda %600-700’lere
kadar çıkmıştır. Bu şekilde üretimi teşvik edip, ürünlerin bozulmadan
saklanarak ihracat gelirleri artırılmıştır. Ayrıca seçim öncesi yıllarda, ürün
kapsamının genişletildiği ve fiyatların yüksek açıklandığına sık sık rastlanılmıştır.
Dönem
boyunca tarımsal üretim, girdi kullanımı yaygınlaştırıp, verimin arttırılması ile
geliştirilmeye, üretici gelirleri de maliyetleri düşürülme yoluyla
iyileştirilmeye çalışılmıştır. Taban fiyat ve destekleme alımı uygulamasında
fiyatları düşük tutma politikası, girdi fiyatlarını düşük tutarak telafi
edilmeye çalışılmıştır. 1963-1980 arasında birçok yıl mazot, gübre ve traktör
fiyatları sabit tutulmuştur. 1980’den sonra tüm girdi fiyatları arttırılmış,
gübre dışındaki girdilerde sübvanse fiyatlar terkedilmiştir. Ürün değişim
hadleri, Can ve Kompoze 20-20-0’da sürekli ürün aleyhine olurken, mazot ve
traktörde 1979’dan sonra ürün lehine dönmüştür.
1963 yılında 1 Lt mazot almak için 1.11 Kg buğday satmak gerekirken, bu
miktar 1977 yılında 0,97 Kg’a düşmüş, 1990 yılında ise 3.6 Kg’a çıkmıştır.
Dönem boyunca yalnız 1972 ve 1974 yıllarında 1 Kg CAN(% 26 N) almak için
gerekli buğday miktarı dönem başından fazla olmuştur.
Bu
politikanın sonucu olarak 1970’li yıllarda gübre, ilaç, traktör kullanımının yaygınlaşmıştır.
Yetersiz olmakla birlikte alt yapı yatırımları, sulama yatırımları, tarla içi
geliştirme çalışmaları yapılmıştır.
1970’lerin
sonunda üretici, üreticiler kapalı ev ekonomisinden çıkarak, önemli bir üretici
ve tüketici topluğu haline gelmiştir. 1980’den sonra iç ticaret hadlerinin
üretici aleyhine dönmüş olmasının getirdiği gelir kaybını, üretici modern girdi
kullanımını artırıp verimi artırarak en azından gelirini koruma gayreti içeresinde
olmuştur.
Araştırma-
geliştirme faaliyetleri ise büyük ölçüde ihmal edilmiştir. 25’lerde başlayan
30’larda hızlanan araştırma- geliştirme ve adaptasyon çalışmaları sonucunda
1945’lerde tarımsal üretimin birçoğunda ABD ile verimlilik farkını
kapatılmıştı. Daha sonraki yıllarda araştırma- geliştirme ve adaptasyona
gereken önemin verilmemiş, hatta dünyadaki gelişmeler bile doğru düzgün takip
edilmemiştir. 1970’lerde buğday verimindeki artışta ABD’den getirilen bir tohum
önemli rol oynamıştır. 1984 yılından sonra tohumculukta özel sektör teşvik
edilse de bazı firmalar adaptasyonla yetinirken bazıları buna bile gerek
görmeden ve bavul ticareti olarak adlandırılabilecek olan tohumları ithal edip,
pazarlamakla yetinmişlerdir. Bu da Türkiye’yi tohumculuk firmaları açısından
cennete çevirirken, verimde de istenen etkiyi yaratmamıştır.
1970’ler
buğday başta birçok üründe büyük verim artışlarının yaşanması olmasına rağmen
verim açısından gelişmiş ülkelerin gerisinde kalınmıştır. Modern girdi kullanımı teşvik edilmekle
birlikte gelişmiş ülkelerde kullanılan düzeyin oldukça altındır. Bunun olumlu
yanı gelişmiş ülkelere göre daha az çevre kirliliğine yol açılmasıdır. Ama
girdilerin bilinçsizce kullanımı çevrenin normalde olabileceğinden daha çok
tahribine yol açmıştır.
Toprak
ve tarım reformunun yapılamaması işletme büyüklüğün sürekli küçülmesine yol
açtı. Bunu miras hukuku da destekledi. Bunlara sanayi ve hizmetler alanında
yaratılan istihdam tarımsal kesimi emebilecek düzeyin çok altında kalması da
eklendiğinde, tarım kesimi, işsizlerin gizli işsizlik şeklinde emildiği sosyal bir
alan olarak önemini korumaktadır. Tarımın -sanayiye entegrasyonu ise birkaç
ürün dışında gerçekleştirildiği söylenemez.
3. Dünya Tarım Piyasaları Ve Türkiye
Açlık
ile gıda fazlalığı dünya ölçeğinde aynı anda görülmektedir. Bir yanda ekmek
alacak geliri olmadığı için aç kalan yüz milyonlar, diğer yanda tarımsal üretim
fazlalığı var. Açlık dünya ölçeğinde artarken, tarımsal üretim fazlalıkları ise
esas olarak gelişmiş ülkelerde bulunmaktadır. Tahıllar ile et ve süt
ürünlerindeki fazlalıklar AB başta olmak üzere birçok gelişmiş ülkede dağlarla
ifade edilmektedir.
Açlığın
artması da tarımsal üretimdeki stokların artmasına da 1980’li yıllarda
hızlanmıştır. Açlığın artmasında, kar oranlarını yükseltmek için istihdamın
azaltılması ve emek gelirlerinin düşürülmesi sonucu gelir dağılımının daha çok
bozulması etkili olmaktadır. Stokların artmasında 1950’lerden itibaren birçok
ülkede gıda maddelerinde kendi kendine yeterlilik politikasının uygulanması,
gelişmiş ülkelerde gıda maddeleri pazarlarının doyma noktasına gelmiş olması ve
gelir dağılımındaki bozukluğun dünya ölçeğinde artması rol oynamıştır.
Bu
etmenler sonucu, 1950’ye göre 1989 yılında toplam ihracat 43,56 kat artarken,
tarım ürünleri ihracatı, 16,86 kat, gıda ürünleri ihracatı 24,86 kat, ikisinin
toplamı 19,93 kat ancak artmıştır. Buna paralel olarak da dünya ticaretinde
tarımsal ürünlerin payı %26,9’dan %10.41’e gıda maddeleri ihracatı %16,79’dan %9.58’e,
ikisinin toplamı %43,68’den 19.99’a düşmüştür. Üstelik bu düşüş, 1950-1960
arasında hem tarımsal ürün hem de gıda maddelerinin dünya ticaretindeki
oranının artmasına rağmen olmuştur. 1960’larda başlayan kendi kendine
yeterlilik politikalarının sonuçları alındıkça, tarımsal ürün ve gıda ticareti
de gerilemiştir. 1960-70’lerde dünya ticaretindeki oranı hızla azalan tarımsal
ürün ve gıda ticaretinde 1980’den sonra %1-2’lik değişmeler ancak olmuştur.
Aynı dönemde AB’nin ithalatçı konumdan ihracatçı konuma geçmesi ile dünya
tarımsal ürün ve gıda maddeleri ihracatının %60-70’lik kısmı gelişmiş ülkeler
tarafından yapılmaya başlanmıştır. Tropik ürünler pazarlayan gelişmekte olan
ülkeler dışındaki gelişmekte olan ülkelerin oranı ise %20 civarındadır. Buna
karşılık AB ve ABD’nin payı %30’lar civarındadır. 1982 yılında, toplam
ihracatları içerisinde tarımsal ürün ihracatının oranı ABD’nin %20, AB’nin %12,
Avustralya ve Yeni Zelanda’nın %49, gelişmekte ülkelerin %12 Türkiye’nin %
53’üydü.
1980’ler
gelişmiş ülkelerde tarıma ve tarımsal ürün ihracatına verilen sübvansiyonlar
ile ithalat kısıtlamalarının artığı yıllardır. 80’li yıllar, özellikle de
90’lara doğru, AB ve ABD dünya pazarlarında kendi tarımsal ürünlerini
satabilmek için kıyasıya bir rekabete girmişler, içeride üretici
sübvansiyonlarını artırırken, ihraç etmek için, tarımsal ürün ihraç fiyatlarını
mal oluş fiyatının çok altına düşürmek dahil her şeyi yapmışlardır. Hatta
üreticiden 197 $/tandan alınan buğdayı 100 $/tondan ihraç etmek için, ithalatçı
ülkeye kredi bile açılmıştır.
Ayrıca
gelişmiş ülkeler bir yandan modern girdi kullanımının getirdiği çevre
sorunlarını çözmeye uğraşırlarken diğer yandan da verimliliği sıçratabilecek
bio-teknonojik araştırmaları alabildiğine desteklemektedirler.
Bio-teknolojideki gelişmeler verimliliği artırmanın yanı sıra tarımı sanayinin
alt kolu haline getirebilecek bir mahiyet de taşımaktadır.
3.1 Türkiye
Türkiye
destekleme politikaları ve modern girdi kullanımının yaygınlaştırılması ile-
sağlıksız beslenmeye göre de olsa- yakaladığı kendine yeterlilik durumundan
uzaklaşmaktadır. Tarımsal ürün ihracatı ise ithalatı karşılayıcı olmaktan
uzaklaşmasının ötesinde tarımsal ürün ithalatını bile karşılayamaz hale
gelmektedir.
Bu
sonuçlar, tarımsal üretimin Türkiye’de çöküş içerisinde olduğu izlenimini
vermektedir. Çöküş devletin tarımsal üretimi geliştirmek için yönlendirme
yapmaması ve piyasayı kendi haline bırakmasından kaynaklanmaktadır. Araştırma-
geliştirme faaliyetleri durma noktasına getirilmiş, girdi kullanımında
optimumluk üreticinin insafına ve bayinin yönlendirmesine bırakılmış, ürünler
arası fiyat paritesi ve fiyat istikrarı piyasaya terkedilmiştir. Geçmişte müdahale
kurumu rolü oynayan ve fiyatlara istikrar kazandıran kurumlar bu rollerinden
uzaklaştırılmışlardır. Aşırı değerli kur politikasının tarımsal kesime etkisi,
ithalatı özendirici, ihracatı kısıtlayıcı olmuştur. Aynı zamanda dünya
fiyatlarının TL cinsinden düşük gözükmesine yol açmıştır.
Tarımsal
üretimi sübvanse etmekte Türkiye 1980’li yıllarda OECD ülkelerinin tersi bir
politika izlemiştir. 1980’e kadar Türkiye’deki sübvansiyonların üretime oranı
OECD ortalamasının az altında idi. 1979’dan sonra bu oran, OECD ortalaması %30’dan
%50’ye çıkarken Türkiye’de % 25’den % 12,5a kadar düşmüştür.
Cumhuriyet
başından 1980’lere kadar döviz ihtiyacını esas olarak tarımsal ürün ihracatı
ile karşılayan Türkiye 1980’den sonra ihracatını tekstil, işlenmiş tarım
ürünleri ihracatına kaydırmakla birlikte, giderek net gıda ürünleri ithalatçısı
bir ülke konumuna gelmektedir.
1981-83
dönemine göre 1993-95 döneminde, değer olarak tarımsal ürün ithalatı 7 kat
artarken, ihracatı 1 kat artmıştır, işlenmiş tarım ürünü ithalatı 12 kat
artarken ihracatı 2 kat artmıştır. Tarımsal ürün dış ticareti 1981-83 döneminde
900 milyon dolara yakın fazla verirken, 1993-95 döneminde 20 milyon dolara
yakın eksik vermiştir İşlenmiş tarım ürün dış ticareti 1981-83 döneminde 1,4
milyar dolara yakın fazla verirken, 1993-95 döneminde 1,3 milyar dolara yakın
fazla vermiştir. Aynı dönemlerde dokuma sanayi dış ticaret fazlası 700 milyon
dolardan 3,6 milyar dolara, hazır giyim sanayi dış ticaret fazlası 400 milyon
dolardan 2 milyar dolara çıkmıştır.
Dış
ticarete ürün bazında bakıldığında, pirinç, mısır, soya fasulyesi, bitkisel
yağ, buğday, şeker, maltlık arpa, tütün, tohum, karma yem hammaddesi, damızlık
inek, damızlık civciv ve bazı hayvansal ürünler ithalatında patlama olduğu
görülür. Hayvancılığı geliştirmek için ithal edilen Damızlık ineklerin daha
sonra önemli kısmı ya hastalıklı çıktığı için ya da gerekli ve yeterli bakım
yapılmadığı için bu amaca uygun kullanılamamıştır. Mısır verimi 1980’li
yıllarda iki kata yakın arttığı halde Türkiye bir iki yıl dışında düzenli
olarak mısır ithal etmiştir.
İhracatta
ise sebze-meyve ağırlıklı bir hale gelmiştir. Nohut ve mercimek destekleme
alımı kapsamında olduğu yıllarda TMO’nun çabaları ile Türkiye bu ürünlerde
dünyanın sayılı ihracatçıları arasına girmiştir.
4. Gatt Ve Diğer Gelişmeler
Tarımsal
ürün ve gıda pazarlarındaki yukarıdaki durum esas olarak gelişmiş ülkelere
pazar sorunu ortaya çıkarmakla birlikte, pazar sorunu esas olarak ulusaşırı
tekelerin sorunu olmuştur. 10 ulusaşırı şirket dünya çapındaki gıda maddeleri
ticaretinin büyük kısmını elinde tutmakta, 4 şirket ise mısır, buğday, kahve,
çay, ananas, pamuk, tütün, hintkeneviri ve orman ürünlerinin dünya üzerindeki
ticaret, işleme ve saklama faaliyetlerinin büyük kısmını gerçekleştirmektedir.
Dünya buğday ticaretinin %60’ı tek bir şirket tarafından gerçekleştiriliyor.
Gelişmiş
ülke yönetimlerinin, stokları eritme, ulusaşırı tekelere pazar oluşturma
çabaları, gelişmekte olan ülkelerde siyasi ve ekonomik nüfuz kazanma amaçları
ile birleşince 1990’lara doğru kuralları belirsiz bir sübvansiyon savaşına yol
açmıştır. Bu savaşın kuraları, GATT Uruguay Raundunda imzalanan tarım anlaşması
ile belirlenmiştir. Türkiye’de bu anlaşmayı imzaladığı için birtakım
yükümlülükler altına girmiştir. Ayrıca Gelişmiş ülkeler, IMF, Dünya Bankası
gibi uluslararası kuruluşlar tarımsal alandaki destekleme ve sübvansiyonlar
kısıtlanmasını istemektedirler.
GATT
Uruguay Raundunun tarımla ilgili kesimleri AB ile ABD arasındaki uzlaşma
sonucunda ortaya çıkmış ve tarımsal üretim ve pazarlama piyasalarına müdahalede
bazı kısıtlamalar getirmiştir; Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, oranları
ve uygulama zamanları değişik olmak üzere üretimi destekleme miktarını, ihracat
teşviklerinin, ithalat engellerinin belli oranlarda azaltılacaklardır.
Bu
kurallar her ne kadar serbest ticaret, küreselleşme gibi ideolojik söylemlerle
sunulsa da gerçekte AB ve ABD başta olmak üzere gelişmiş ülkelerinin ve
ulusaşırı tekelerin ihtiyaçlarını karşılamaya yöneliktir. Bu ihtiyaçların
başında, dünya ölçeğinde tarımsal üretimi azaltarak kendilerine yeni ihraç
pazarları bulma gelmektedir. Dünya ölçeğinde fiyatların referans fiyat olarak,
Şikago, New York gibi uluslararası borsalara endekslenmesi dünya ölçeğinde
üretici gelirleri düşmesine yol açacaktır. Ama en çok gelişmekte olan ülkelerdeki
üreticiler etkilenecektir.
GATT
Anlaşmasına gelişmiş ülkeler tam olarak uysalar bile bu çiftçi başına ABD’de
yılda 12.-13 bin dolar, AB’de 5-6 bin, Avustralya’da 2.4-2,6 bin Yeni Zelanda’da
1,2-1,3 bin dolar destek verilmesi anlamına gelirken, Türkiye’de 150- 170 dolar
destek verilmesi anlamına gelecektir. Keza üretime eşdeğer sübvansiyon oranı,
ABD’de %18, AB’de %25, Japonya’da %44, OECD ortalaması %25 civarında olurken
Türkiye’de % 10’lar civarında olacaktır.
Üstelik
tarıma verilen tüm destek ve sübvansiyonlar kalksa bile, bunun işletmenin
hasılatı 350 bin dolar olan ABD’li üretici ile köyün hasılatı 325 bin dolar
olan Türkiyeli üreticiyi aynı şekilde etkileyebileceği söylenebilir mi? Böyle
bir durumda ABD’de tarım işçileri, Türkiye’de destekleme kapsamında ürün
yetiştiren küçük üreticileri en çok etkilenen kesim olmayacak mı?
Bu
da çiftçi gelirlerinin farklı ülkelerde farklı miktarlarda olmak üzere
desteklenmenin süreceğini ve dünya ürün fiyatlarında sübvanseli fiyatlar olmaya
devam edeceğini gösteriyor. Türkiye’nin dünya fiyatlarına uyması, onların
altında ya da aynı düzeyde fiyat vermesi, durumunda, üretici gelirleri diğer
ödemelerle desteklenmediği, yapısal önlemler hızla alınmadığı zaman tarımsal
üretimin meyve-sebze dışında, özellikle de tahıllarda ve hayvansal ürünlerde
tasfiyesi anlamına gelebilecektir. Tarımsal üretimin tasfiyesi gıda ithalatında
bağımlılığın yanı sıra kırsal kesimde istihdam edilen geniş bir kesimin
kentlere hücumunu da getirecektir.
Fiyat
yoluyla desteklemeler azaltılırken alt yapı yatırmaları, gıda yardımları, üretime
bağlı olmayan telefi edici ödemeler, kırsal kalkınma projeleri ve araştırma
-geliştirme harcamalarına herhangi bir kısıtlama getirilmemiştir.
Araştırma-
geliştirme harcamalarının sınırsızca desteklenebilecek olması, bu alanda mutlak
bir üstünlüğe sahip gelişmiş ülkelerin ve ulusaşırı araştırma
laboratuvarlarının lehinedir. Bu sayede geliştirdikleri bio-teknoloji
ürünlerini, hazır bir pazara satma olanağı bulacaklardır
Bugün
dünya üzerinde var olan üretim deseni, ulusal bağımsızlık hareketleri
döneminde, ulusal ihtiyaçlara göre belirlenmiş ve öncelikle de kendi temel
gereksinimlerini kendi karşılamaları üzerine kurulmuştur. Ticaretin
liberalizasyonu, küreselleşme adı altında ulusal pazarlar tasfiye edilirken,
ulusal ihtiyaçlar ortadan kaldırılmakta, bireysel ihtiyaçlar uluslararası
pazara bağımlı hale getirilmektedir. Bunun için de koruma ve desteklemelerin
kaldırılarak, üretimin dünya ölçeğinde örgütlenmesi ve eşitlenmesinin koşulları
sağlanıyor
Bu
koşullar gelişmekte olan ülkelerde tarım sektörünün diğer sektörlere kaynak
aktarımını sınırlarken ihracat ile döviz kazandırarak, ekonomik büyümenin
başarılmasında temel sektör olma özelliğini korumasını, esas olarak yemlik tahıllar
ile yağlı tohumlar, turfanda sebze, meyve ve balık vb.leri üretmesi ve ihracatına
bağlamaktadır. Bu durumda Ulusaşırı tekeller, gelişmiş ülkelerin doymuş
pazarlarından gelişmekte olan ülkelerin potansiyeli yüksek pazarlarında
yemeklik tahıllarda, hayvansal ürünlerde ve girdilerde hakimiyet kurmalarına
yol açacaktır. Bunun için Bunun için kamu müdahalesinin, sübvansiyonların,
ithalat kısıtlamalarının, ihracat teşviklerinin en azından sınırlandırılmasını
şimdilik yeterli görmektedirler.
Böylece,
gelişmekte olan ülkelerdeki üretim, kendi halklarının ihtiyaçlarına göre değil,
dünya çapında zengin tüketicilerin ihtiyaçlarına göre
biçimlendirilmektedir. Böylece bu
ülkeler beslenmede de kendilerine yeterlilikten çıkarılmaktadır.
Bunun
sonuçlarından bir diğeri de dünya tarımsal ürün ve gıda maddeleri ticaretini
ellerinde tutan ulusaşırı tekelerin tek tek üretici ve tüketicileri kendilerine
bağımlılaştırmaları olacaktır.
Bu
tarımsal üreticinin gelirini artırmayacağı hatta azaltacağı gibi tüketicinin
ödediği fiyatlarda da bir düşmeye yol açmayabilecektir. Bu küçük çiftçiye
geçinme endeksi türü yardımların, doğrudan ödemelerin yapılmasını ve girdi
desteklerinin önemini artırmaktadır. Ama girdi desteklerinin zamanla
kaldırılacağının öngörülmesi, küçük üreticiye doğrudan ödeme için bütçe
olanaklarının kısıtlı olması, önümüzdeki dönemde, üreticilerin giderek daha
fazla yoksullaşacağını düşündürtmektedir.
4.1 Bazı İddialar Ve Türkiye
Destekleme
alımlarının olumsuz sonuçları nakit para hacmini artırama ve devlete büyük mali
yük getirme sonucu enflasyona neden olduğu ve büyük çiftçileri daha zengin
yaparak, gelir adaletini bozma şeklinde sıralanmaktadır. Ama destekleme alımı ödemelerinin tümünün
sübvansiyon niteliği taşımadığı da gerçektir. Örneğin 1992 yılında destekleme
amaçlı kullanılan 24 trilyon liranın 7,5 trilyon lirası sübvansiyon niteliği
taşımaktadır. Bunun içinde 3.5 trilyonluk tütün ve fındık stok maliyetleri de
vardır. 63-90 dönemindeki 28 yıllın 17 yılında dünya fiyatlarından düşük olduğu
dikkate alındığında, yalnızca 11 yıl açıklanan fiyatın bir kısmı sübvansiyon
niteliği taşıdığı görülür. Destekleme alımlarındaki sübvansiyon oranı yıllara
göre %5 ile 40 arasında değişmektedir.
Tarıma
verilen sübvansiyon ile enflasyon arasında da iddia edildiği gibi bir ilişki
yoktur. Toplam sübvansiyonların içerisinde tarımın payı %51 olduğu 1980 yılında
enflasyon %115,6 olurken, payının %63 olduğu 1981’de enflasyon %33,91, %65
olduğu 1982’de %21,91 olmuştur. Keza 1990 yılında %36,6’lik paya karşılık
enflasyon %60,3 olurken, 1991 yılında %19’luk paya karşılık enflasyon %63,8
olmuştur.
Bu
enflasyon ile sübvansiyonlar arasında hiçbir bağ olmadığı anlamına gelmiyor.
Enflasyonun nedeninin üretimde karşılığı olmayan para olduğuna göre verilen
sübvansiyon üretimi artırıcı yönde kullanıldığında ilk yıldaki enflasyona etkisi
daha sonraki yıllarda üretim ve katma değer artışı ile telafi edilebilmektedir.
Üstelik tarıma verilen sübvansiyonlar enflasyona neden oluyor da diğer
kesimlere verilen sübvansiyonlar enflasyona neden olmuyor mu? İkisi de
enflasyona neden oluyorsa neden yalnız tarıma verilen desteklemeler tartışma
konusu yapılıyor da diğerleri yapılmıyor?
Sorun
kamu maliyesinden kaynaklanıyor. 1980’den sonra kamu borçlanma gereği %5’den %15’e
iç borç stokunun GSMH’ye oranı %3’den %25’e yükselmiştir. Bütçe kaynakları
sorunu vergiler sorunu olarak gelir vergisi oranlarını düşürülürken, bütçe
kaynaklarının öncelikle mali kesime (faiz-dolar- borsa) kalanında tarım dışı
diğer kesimlere aktarılması ile ilgilidir. Türkiye’de vergi toplayamadığı için
borçlanan Hazine’nin destekleme alımları için bin lira vermesinin kendisine
maliyeti faiz ödemleri nedeniyle 3 bin liraya yaklaşmaktadır. Aynı şey diğer
bütçe harcamaları için de geçerlidir. O halde sorun genel ekonomi
politikalarındaki çarpıklıktan kaynaklanmaktadır. Bu çarpıklık düzeltilmedikçe
sorunlara köklü çözümler bulunmaz.
Bir
diğeri tüketicinin vergilendirildiği tezidir. OECD tarafından geliştirilen
Tüketici eşdeğer sübvansiyonu da bunu doğrulamaktadır. Ama Türkiye’de buğday örneğinde
çarpıcı şekilde görüldüğü gibi, taban fiyat uygulaması esas olarak tüketicinin
sübvansiyonu şeklinde olmuştur. Ama buğday-un-ekmek sürecinin tümüne müdahale
edilmemesi, bu süreçte yer alan aracı ve komisyoncuların kar marjlarını yüksek
tutmalarına yol açarak, buğdaydaki sübvansiyonun yeteri kadar tüketiciye
yansımasını önlemiştir. Özelikle 1979’dan sonra ekmek fiyatları sürekli
tüketici aleyhine seyretmiştir. Buna karşılık üretim sürecinin tümünde kamu müdahalesinin
olduğu Şeker pancarı- şeker sürecinde şeker pancarı fiyatları birçok yıl
üretici lehine olurken, şeker fiyatları da sürekli tüketici lehine
seyretmiştir. Keza şeker pazarının özelleştirilmesi için hazırlanan yasa tasarısında
şeker sanayinin korunması için kurulması düşünülen fon, şeker kullanıcısından
tüketim vergisi alarak finanse edilecek şekildedir. Tüketim vergisinin en
adaletsiz vergi olduğu da açıktır.
AB’de
OTP’nin amaçlarından birisi ücret maliyetlerini eşitlemek ve düşük tutmak için
tarımsal ürün pazarlarına müdahale etmektir. OTP yürürlüğe girdiğinde
Almanya’daki buğday fiyatları Fransa’daki fiyatlardan çok yüksekti ve ortak
fiyat Almanya’daki buğday fiyatlarını düşürdüğü için Alman hükümeti bir süre
buğday üreticisine ek ödeme yaptı. Bugün de sorun tüketicinin ödediği vergiler
olsaydı, tarımsal üretimden daha çok desteklenen sanayi ve hizmetler kesimine
sübvansiyonlar gündeme getirilirdi. Sorun dünya ölçeğinde ulusaşırı tekellerin
maliyetlerini eşitlemek için, her tarafta aynı fiyatları hâkim kılmaktır.
İddialardan
bir diğeri ise mevcut desteklemelerden en çok yararı büyük üreticilerin
sağladığı, küçük üreticilerin fazla yarar sağlamadığı, bunun için
değiştirilmesi gerektiği iddiasıdır. Bu iddia özellikle girdi sübvansiyonları
açısından doğrudur. Taban fiyat uygulamaları açısından ise dönemine ve ürününe
göre değişmektedir.
İç
ticaret hadlerinin 1963-90 döneminde yalnızca 7 yıl tarım lehine olduğu,
sürekli bitkisel gıda maddeleri üreticileri aleyhine olduğu dikkate alındığında
destekleme alım uygulamalarının değil küçük üreticiyi büyük üreticiyi de
korumadığı rahatlıkla söylenebilir. Soruna dünya fiyatları açısından
bakıldığında ise 11 yılda üreticiyi dünya fiyatları karşısında koruyucu fiyat
verildiği görülür.
Ama
aracı karlarını azaltarak, verimi artırarak farklı miktarlarda olmakla birlikte
üreticileri korumuştur. Bu destek ve sübvansiyondan buğday, pamuk gibi
ürünlerde daha çok büyük üreticiler yararlansa da şeker pancarı, çay, fındık,
çekirdeksiz kuru üzüm, incir, tütün, gibi ürünlerde küçük üreticiler yararlanmamıştır.
Bu üreticileri korumadan çok üretimi sürdürme, geliştirmeye yönelik bir
destektir.
Bunlar
iddianın %3-4’lük bir kesim öne sürülerek %96-97’lik kesim için de
desteklemelerin ortadan kaldırılması amacı taşıdığını düşündürtüyor. Amaç ise
küçük üreticileri ortadan kaldırırken, buğday gibi bazı ürünlerin üretimi kısıp,
üretim desenini sebze-meyve ağırlıklı hale getirip, üretimin kısılmak ve büyük,
küçük tüm üreticileri ulusaşırı tarım ve gıda tekelerinin taşeronu haline
getirmektir. Bunun içinde özellikle dolaşım sürecine kamu müdahalesi
kaldırılmak istenmektedir.
5. Destekleme Yöntemleri
Önümüzdeki
dönemde özellikle tahıllarda keskin dönemsel iniş çıkışlar olmakla birlikte,
sübvansiyonların azaltılmasının fiyatları artırıcı, ihracat teşviklerinin ve
ithalat kısıtlamalarının azaltılmasının düşürücü etkisi olacaktır. Bu üçünün
bileşik etkisinin, bio-teknoloji ile verim sıçraması yapılıncaya kadar,
tarımsal ürün ve gıda fiyatların genel seyrinin artış trendinde olacağı
söylenebilir. Düşüş dönemlerinde süresi ve düşüş miktarı fiyat düşüşlerinin ve
kamunun müdahalelerini azaltmalarının tarımsal üretimin azalması, birçok ülke
için de tasfiyesi ile ilgilidir. Bu geçici dönemler dışında dünya üretimi ve
ticaretini kamusal müdahaleler azaltılıp, ulusaşırı tekelerin hakimiyeti
artıkça fiyatlarda hızlı yükselmeler olabilecektir.
Böyle
bir duruma gelişmekte olan ülkelerde işletmelerin büyümesi ve ulusaşırı
tekelerin taşeronu haline gelmesinin eşlik etmesi büyük olasılıktır. Ayrıca
buğday, mısır, pirinç gibi temel tüketim maddeleri petrol kadar değerli hale
gelebilecektir. Tüketiciler ise bugün Türkiye’de sigara alanında yaşandığı aynı
şirketlere tek tek bağlılaştırılacaklardır.
Bu
koşullarda, dünya fiyatlarının düşük olduğu dönemlerde dünya fiyatlarından
fazla fiyat vermek, piyasada düzenleyici rol oynamak gıda bağımsızlığı ve
halkın sağlıklı ve dengeli beslenmesi için elzemdir. Bizce sağlıklı ve dengeli
beslenmenin sağlamamasının maliyeti yoktur. Tıpkı İnsan kişiliğinin etkin bir
şekilde yaşadığı ortamın oluşturulmasının maliyeti olamayacağı gibi.
Türkiye’nin
destekleme politikası belirlenirken;
Son
zamanlarda sıkça sözü edilen borsa sisteminin desteklemelere alternatif
olmadığı, bu kurumların esas işlevi sanayiciye ucuz ve istikrarlı hammadde
sağlamak olduğu göz önünde tutulmalıdır.
Öncelikle
ülkedeki ürün deseninin gelecekte nasıl şekillendirileceğine ilişkin stratejik
bir plan hazırlanmalı ve bu plana göre, hangi ürünün ne kadar destekleneceği
saptanmalıdır.
Desteklenen
ürünlerde kaliteyi özendiren, ödüllendiren bir sistem kurulmalıdır, hatta
bölgeler arası farklarının çok büyük olduğu göz önüne alınarak, destekleme de
bölgesel ayırımlara da gidilebilir.
Hangi
ürünlerin, hangi yöntemlerle ne kadar destekleneceği belirlenmelidir.
Kamu
tarafından destekleme görevinden çekilen Tarım Satış Kooperatifleri
Birlikleri’nin yerine hangi müdahale kurumlarının oluşturulacağı
belirlenmelidir.
Ürün
bazında müdahale kurumları oluşturulup, bu kurumların, ürün hasat edildikten,
tüketiciye ulaşıncaya kadar piyasayı düzenleme işlevini nasıl yerine getireceği
saptanmalıdır.
Küçük
üreticiye doğrudan yardım verilmeye nasıl başlanacağı ortaya konmalıdır.
Tarımın
desteklenmesinde prim sistemi de dahil entegre bir sistem oluşturulmalıdır. Bu
sistem üretici gelirlerinde istikrar sağlayıcı ve artırıcı olmasının yanı sıra
belli bir üretim desenini yerleştirici / koruyucu, üretimi artırıcı veya
kaliteyi iyileştirici mahiyette olmalıdır. Bu sistemin bazı unsurları şunlar
olabilir:
Öncelikle
destekleme kurulu oluşturulmalı ve tüm destekler, tarım politikaları doğrultusunda
bu kurul tarafından verilmelidir. Ayrıca FEOGA benzeri bir fon, Tarımsal
Garanti ve Yönlendirme Fonu yasası bir an önce yasallaştırıp, uygulamaya
sokulmalıdır. Fonun esas kaynağı bütçe gelirlerinden fona aktarılan kaynaklar
olmalıdır.
Destekleme
yönteminde ise prim sistemine geçilmelidir. Prim sistemi ilk bir iki yıl büyük
miktarda kaynağa ihtiyaç doğursa bile, kayıt dışı ekonominin kayda alınmasını,
dolayısıyla vergilendirilmesini sağlayarak, ihtiyaç duyduğu kaynağın çok daha
fazlasını vergi olarak bütçeye kazandıracaktır. Ürün primleri de kaliteye göre farklılaştırılmalı
ve ürünler arası parite gerçekleştirilmelidir. Ayrıca prim miktarı ekimden önce
açıklanmalıdır.
Maliyetlerde
bölgeden bölgeye, hatta aynı bölgedeki işletmeler arasında bile maliyetin
farklı olduğu dikkate alınarak, geri kalmış bölgelere ve küçük çiftçilere
doğrudan ödeme, telafi edici ödeme yapılmalıdır.
Optimal
işletme büyüklüğünü sağlamak için toprak ve tarım reformu, arazi toplulaştırılması,
miras hukuku düzenlemeleri ile birlikte bölgesel entegre kalkınma projeleri
yürürlüğe konulmalıdır. Optimal işletme büyüklüğünün belirlenmesinde, optimal
büyüklüğün toprağın yapısına, iklim ve sulama koşullarına, kullanılan girdiye,
tarım tekniklerine ve üretilen ürüne göre değiştiği göz önüne alınmalıdır.
Tarımsal istihdam azaltılırken bölgesel entegre kalkınma projelerine önem
verilerek, bölgesel bazda gelişme sağlanarak, kırsal istihdamın sanayi ve
hizmetler kesimine çekilmelidir.
En
uygun tarım tekniklerinin kullanılmasının sağlanması için üreticinin eğitimine
önem verilerek, en iyi eğitimin yüz yüze eğitim olduğu ilkesi yaşama
geçirilmelidir. Bu amaçla Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı bünyesindeki teknik
elamanlar, eğitim ve uzmanlık hizmetlerini yerine getirmek için üreticinin her
an yanında olacak şekilde istihdam edilmelidir.
Girdi
desteğinde kaldırılması gündemdedir. Girdi desteği kaldırılmak yerine bilimsel
amaçlara uygun girdi kullanımına bağlı hale getirilerek, verimin artması ve
çevre kirliliğinin en aza indirilmesi sağlanmalıdır. Örneğin gübrede
sübvansiyon verme şartı, üreticinin toprağını analiz ettirip, analiz
sonuçlarına göre gübre almasına bağlanabilir. Bunun için toprak- su analiz
laboratuvarları yaygınlaştırılıp, en son tekniklerle donatılarak, hızlı
çalışması sağlanmalıdır.
Geçmiş
yıllarda EBK, SEK ve Yem Sanayi aracılığıyla desteklenen hayvancılıkta, bu
kurumların özelleştirilmesi ile bir boşluk doğmuştur. Hayvancılık alanında
uygulanan prim sisteminin istikrarsızlığı ve miktarının düşüklüğü bu boşluğu
artırmıştır. İthal damızlıkların çözüm olmadığı ortaya çıkmıştır. Bitkisel
üretimi hayvansal üretime dönüştürülmesi sağlayacak destekleme sistemi
geliştirilmelidir.
Araştırma-
geliştirme faaliyetlerine özel önem verilmelidir. Bu amaçla Tarımsal Araştırma
Merkezleri, TİGEM ve üniversiteler arasında koordinasyon ve yardımlaşama ile
birlikte bunlara her türlü olanak da sağlanmalıdır.
Sulama,
tarla içi hizmetlerin geliştirilmesi faaliyetleri hızlandırılırken, sulamada
damla sistemi teşvik edilmeli, su havzalarının çevresine gerekli ve yeterli ağaçlandırma
yapılmalıdır.
Eğitim,
sağlık, yol, elektrik, haberleşme, içme suyu hizmetlerini, tüm köy halkının
rahatça yararlanacağı şekilde tüm köyleri kapsayacak şekilde
yaygınlaştırılmalıdır.
Üretici
örgütlenmesi teşvik edilmelidir. Mevcut durumda üreticilerin yarısından fazlası
en az bir kooperatife üye olduğu halde, demokratik kooperatifçiliğin etkin
işletilmemesi nedeniyle kooperatifler üreticiye yapabilecekleri yardımın çok
azını gerçekleştirmekte ve tarım politikaları üzerinde etkili olamamaktadırlar.
Demokratik kooperatifçiliğin teşviki ile kooperatiflerin girdi temininden,
üretime, pazarlamadan fiyata kadar etkin olması sağlanmalıdır. Üretici
örgütlenmesi tek başına fiyata etki etmekte yetersiz kalacağı için üretici
örgütlerinin sınai işletmeler kurarak, işlenmiş ürün pazarlaması teşvik edilmelidir.
TSKB’leri de bu çerçevede yeniden yapılandırılmalıdır.
Tarımsal
ürünlerin taşınması, pazarlanması ve işlemesi teşvik edilerek, tarımsal
ürünlerin katma değeri yüksek gıda maddeleri şeklinde yurtiçi ve yurtdışına
pazarlanması sağlanmalıdır.
Yararlanılan Kaynaklar:
TMMOB,
Ziraat Mühendisleri Odası Tarım Haftası 96 “Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye
Tarımı” Sempozyumu
TMMOB,
Ziraat Mühendisleri Odası Tarım Haftası 93 “Tarımsal Desteleme Politikaları”
Sempozyumu
TMMOB,
Ziraat Mühendisleri Odası Tarım Haftası 91 “1980-90 Türk Tarımı” Sempozyumu
TMMOB,
Ziraat Mühendisleri Odası Tarım Haftası 87 “1980 Sonrası Türk Tarımında Yapısal
Gelişmeler ve Sorunlar” Sempozyumu
OECD
Ülke Tarım Politikaları ve Ticareti (Ülke Raporu TÜRKİYE)
Çelik
ARUOBA, Uluslararası Tarım Ürünleri Ticareti
Türkiye
İstatistik Yıllığı, DİE
İzmir
Ticaret Borsası, Tarımsal Ürünlerde Destekleme Politikaları
İzmir
Ticaret Borsası, AT ile Bütünleşme Hareketinde Türk Tarımı
Türkiye
Ziraat Odaları Birliği, Zirai ve İktisadi Rapor 1994-1996
John
VİDAL, “Devletler mi, Şirketler mi: Güç Kimin Elinde? Yeni Yüzyıl 9.5.1997
Halis
AKDER, Değişimi Yakalamak için Yeni Politika ve Strateji Arayışları
Halis
AKDER, Haluk KASNAKOĞLU, Tarım
Cem
Nafiz AYÇİCEK, Tarımda Serbest Pazar ve Müdahale Üzerine, İşletme ve Finans
Dergisi
Türkiye
Ziraatçılar Derneği Tarım 96 Raporu
Mehmet
BOZOĞLU, Avrupa Birliği’nde Tarım Sübvansiyonları
[1] 22-24 Kasım 1997 tarihlerinde toplanan I.
Tarım Şurası için İsmail Tumay’ın hazırladığı Destekleme Raporu Ziraat Dünyası
Dergisinin 439. Sayısında yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.