Son zamanlarda tarım
kesimi neredeyse kendi kaderi ile başbaşa bırakılmış halde. Ama Dünya (ve
Türkiye) nüfusun artması, beslenme sorununu her geçen gün daha önemli yapıyor.
Tarımsal üretimin mevcut düzeyi dengesiz de olsa dünyada açlığı son verecek
düzeyde, olmasına rağmen gelir dağılımının her geçen gün daha fazla bozulması
ve gelişmekte olan ülkelerdeki tarımsal gelişmenin ulusal pazarın ihtiyaçlarına
göre değil ulusaşırı şirketlerin ihtiyaçlarına göre modernize edilmesi açlığın
sürmesinde birinci derecede rol oynuyor.
Türkiye’de de tarımsal
üretim ve ilişkiler bu doğrultuda yeniden yapılandırılıyor. Tarımsal üretimin
sorunlarına da genellikle bu gözle bakılıyor, çözüm önerileri bu doğrultuda
yapılıyor. Bu bakışa sahip olanların temel tezi ise bütünleşmenin gıda
fiyatlarını ucuzlatacağı. Ama ne hikmetse
ihraç ve ithal edilen ürünlerin fiyatları diğer ürünlere göre daha çok
dalgalanıyor ve hatta artabiliyor.
1970’lere göre daha
sağlıklı beslenebilmek için hayvansal üretimin artış hızının tarımsal üretimin
artış hızından daha büyük olması gerekirken tersi oldu. 1980’den sonra
hayvancılık alanındaki gerileme, hayvancılığın tarımsal üretim içerisindeki
payını yarı yarıya düşürdü. Türkiye’de tarımsal üretim içerisinde bitkisel
üretim yüzde 69-70, hayvansal üretim yüzde 17-18, su ürünleri, yüzde 7
ormancılık, yüzde 6, oranlarında yer tutuyor. Bitkisel üretimin tarımsal üretim
içindeki payı büyümesine rağmen pirinç, ayçiçeği yağı, pamuk, mısır, soya hatta
zaman zaman buğday gibi ürünlerde net ithalatçı olunabiliyor. Bu önümüzdeki
yıllarda Türkiye’nin temel besin maddeleri ithalatçısı mı ihracatçısı mı
olacağı sorusunu gündeme getiriyor.
Kırsal kesimde yaşayan toplam nüfusun yüzde
35’i, tarımsal faaliyetlerde çalışan toplam istihdamın yüzde 46’sı bu
toprakların insanı ve onların da insanca yaşamaya hakları var. Ama GSYIH’dan
aldıkları pay yüzde 15 civarında.
GSYIH içinde 1963’de yüzde
35 olan tarımın payı, düzenli olarak düşerken, değer olarak 1968 sabit
fiyatları ile 1963-80 arasında yüzde 57, 1987 sabit fiyatları ile 1980-95
arasında yüzde 16 oranında arttı. Aynı dönemlerde bitkisel üretim yüzde 68 ve
yüzde 34, süt üretim yüzde 35 ve yüzde 13
oranlarında, kırmızı et üretimin yüzde 15 oranlarında arttı, 1980’den sonra et
üretimi yüzde 6 oranında geriledi. Her iki dönemde de tavukçuluk sektörü atılım
yaptı, tavuk sayısı yüzde 200 ve 120, yumurta üretimi yüzde 95 ve 137 oranlarında
arttı.
1963-80 arasında tarım
kesiminin geliri üretim artışına paralel büyürken, 1980-95 arasında üretim
artışına paralel büyümedi. Tarımsal gelirin 1963-80 arasında artması tüketim
kalıplarını değiştirirken, 1980’den sonra değişen tüketim kalıpları
sürdürülmeye çalışıldı. Hayvancılık sektöründeki gelişmenin sürekli yetersiz
olması, bitkisel üretimdeki artış hububat, çay, şeker, sebze -meyve ağırlıklı bir beslenme rejiminin
yerleşmesine yol açtı.
Söz konusu dönemlerde
nüfus artış hızının yüzde 43 ve 37 oranlarında olması, tarımsal üretimdeki
artışın halkın daha dengeli ve yeterli beslenmesini 1963-80 arasında
sağladığını, 1980-95 arasında sağlayamadığını gösteriyor. FAO’ya göre de
Türkiye’de kişi başına gıda maddeleri üretim endeksi 1980-92 arasında yüzde 7
düşmüş. Hâlbuki 1980’den sonra nüfus artış hızı önemli ölçüde düştü, dünya çapında tohumların kalitesi daha da
iyileşti ve her türlü tohum ithalatı ve pazarlaması serbestçe yapıldı, gübre
kullanımı ve sulanan alanlar arttı.
1980’lere kadar ihracatın
yüzde 70 civarı işlenmiş ve işlenmemiş tarımsal ürün ihracatı ile
karşılanırken, 1980’den sonra bu oran düşmekle birlikte, tekstil, deri gibi
tarıma dayalı sanayiler ile birlikte bu oran halen yüzde 60 civarında oluyor.
Buna karşılık işlenmiş ve işlenmemiş tarımsal ürün ithalatının büyük
ölçüde artması sonucu
ihracatın ithalatı karşılama oranının yüzde 105’e kadar düştü. Bu sürecin böyle
sürmesi halinde, bir süre sonra döviz harcayan bir alan haline gelebilir.
TABLO 1: İŞLENEN ALANDAKİ
DEĞİŞME
|
|||||
Değişme Oranı
|
İşlenen Alandaki Oranı
|
||||
1963-80
|
1980-95
|
1963-65
|
1978-80
|
1993-95
|
|
TOPLAM ALAN (000 Hektar)
|
8,27
|
-3,30
|
26.119
|
28.281
|
27.346
|
NADAS ALANI
|
-3,45
|
-38,38
|
32,75
|
29,20
|
18,61
|
EKİLEN ALAN
|
13,98
|
11,17
|
67,25
|
70,80
|
81,39
|
TARLA BİTKİLERİ
|
7,38
|
13,62
|
58,62
|
58,14
|
68,32
|
HUBUBAT
|
4,21
|
3,98
|
49,65
|
47,79
|
51,39
|
BAKLAGİL
|
22,29
|
180,80
|
2,14
|
2,42
|
7,03
|
SANAYİ BİTKİLERİ
|
7,60
|
11,31
|
4,40
|
4,37
|
5,03
|
YAĞLI TOHUMLAR
|
147,14
|
29,59
|
0,87
|
1,98
|
2,66
|
YUMRU TOHUMLAR
|
25,60
|
19,64
|
0,80
|
0,92
|
1,14
|
YEM BİTKİLERİ
|
-7,50
|
57,30
|
0,77
|
0,65
|
1,06
|
SEBZE-MEYVE
|
58,80
|
-0,09
|
8,63
|
12,66
|
13,08
|
SEBZE
|
36,31
|
20,47
|
1,67
|
2,10
|
2,62
|
TOPLAM MEYVE
|
32,43
|
-4,19
|
8,63
|
10,55
|
10,46
|
BAĞ
|
2,76
|
-30,98
|
3,06
|
2,90
|
2,07
|
ZEYTİN
|
29,09
|
-5,17
|
2,41
|
2,87
|
2,82
|
DİĞER MEYVE
|
63,60
|
12,64
|
3,17
|
4,78
|
5,57
|
KAYNAK: DİE Tarım istatistik Özetlerinden hesaplandı
|
Bu özellikleri ile tarımsal kesim gizli
işsizliğin fazla olduğu, çalışanlarının gelir düzeyi düşük bir alan olarak aynı
zamanda toplumsal sübab ve ne zaman gerçekleşeceği belirsiz sanayi atılımının
işgücü talebi için (niteliksiz) yedek işgücü deposu işlevi görüyor. Ekonomik
büyümeye kaynak yaratma işlevini önemli ölçüde kaybeden alanın sorunlarının
başında verimlik, işletme yapıları, teknolojik gelişmeleri izleyememe, gelir
dağılımı, nüfus ve istihdam, çevre sorunları geliyor.
Üretim Artışında Azalma
TABLO 2: REKOLTEDEKİ DEĞİŞİM
|
|||
1963-80
|
1980-95
|
||
BİTKİSEL ÜRETİM
|
68,58
|
35,95
|
|
TARLA BİTKİLERİ
|
70,42
|
33,96
|
|
HUBUBAT
|
59,90
|
16,68
|
|
BAKLAGİL
|
30,51
|
136,45
|
|
SANAYİ BİTKİLERİ
|
78,94
|
59,16
|
|
YAĞLI TOHUMLAR
|
81,12
|
35,32
|
|
YUMRU TOHUMLAR
|
90,13
|
63,14
|
|
SEBZE
|
59,13
|
47,80
|
|
MEYVE
|
81,76
|
23,40
|
|
SÜT
|
30,20
|
9,24
|
|
ET
|
17,75
|
-4,10
|
|
YUMURTA
|
202,60
|
138,53
|
|
TAVUK
|
94,97
|
198,61
|
|
NÜFUS
|
43,34
|
37,5
|
|
Tarımsal Katma Değer*
|
57,12
|
15,73
|
|
*
Tarımsal Katma Değerdeki 1963-80 yılları
arasındaki değişme 1968 sabit rakamları ile 1980-95 arası değişme 1987 sabit
rakamları ile hesaplandı.
Kaynak:
Tarım İstatistikleri Özetleri, İstatistikî Göstergeler 1923-95, Ekonomimizin
Sayısal Görünümü, Ekrem Pakdemirli verilerinden hesaplandı.
|
Bitkisel üretim artışı, 1960’lı yıllara
kadar işlenen toprakların genişlemesine bağlı oldu. 1963-95 arasında, işlenen
topraklarda bir miktar genişleme oldu ise de, üretim artışı esas olarak modern
girdi kullanımının artmasına bağlı olarak verim artışlarından meydana geldi.
Son yıllarda bitkisel üretimde 1994’deki
üretim düşüşünün olumsuz etkileri sürüyor. 1994’de bitkisel üretimde meydana
gelen düşme, 96 ve 97 yıllarındaki
artışlarla toplam üretimde telafi edilse
de, tahıllar, baklagiller, turungiller, taş çekirdekli ve üzümsü meyvelerde
üretim hala 1993 düzeyinin altında. Ayrıca 1993’e göre 1997’de toplam bitkisel
üretimdeki artış, nüfus artışının dörtte biri kadar oldu. 1993’deki nüfus
-üretim dengesini tutturabilmek için 1998 yılında tarımsal üretimin en az yüzde
5 oranında artması gerekiyor. Ama Eylül - Aralık aylarındaki gübre
kullanımındaki düşüş, daha sonraki dönemde de sürerse bu mümkün olmayacak.
Sürecin böyle devam etmesi Türkiye’yi
hayvansal ürün, buğday, yemlik ve yağlık üretimde ithalatçı konumunu
pekiştirebilir. Bu da Türkiye’nin temel gıda maddelerinde dışa bağımlı hale
gelmesi anlamına geliyor.
İşletme
Büyüklüğü Ne Kadar Nasıl Büyütülecek
1952-91 arasında, tarımsal
yapıdaki genel eğilim, işlenen arazi miktarının ve işletme sayısının artması,
ortalama işletme büyüklüğü ve işletmelerin çok parçalılık durumunun azalması
şeklinde. 1952-91 arasında işlenen alan 20 milyon hektardan 24 milyon
hektara, tarım işletme, sayısı 2.5
milyondan, 4.1 milyona çıkmış, ortalama arazi büyüklüğü 77 dekardan 59 dekara,
işletmelerin birden fazla parçaya bölünen işletmelerin oranı yüzde 94.5’den yüzde 85’e düştü.
Toprağa sahip işletmelerin yüzde 85’inin, işlenen alanın yüzde 42’sine, yüzde
5’inin yüzde 37’sine sahip. En son 1981 yılında yapılan köy envanter
çalışmasına göre kısal kesimdeki ailelerin yüzde 30’unun toprağı yok.
Topraklar üzerinde genel bir nüfus baskısı
olduğu, küçük işletmelerin ağırlıkta olmasının optimal girdi kullanımını,
verimliliği ve maliyetleri olumsuz etkilediği, tarımda istihdamı azaltılması ve
işletme büyüklüklerinin optimuma çıkarılması gerektiği düşüncesi yaygın bir
kanı olmakla birlikte, optimum işletme büyüklüğünden ne büyüklükte / nitelikte
işletme anlaşıldığı belli değil. Optimum işletme büyüklüğü mekanizasyona,
ekilen ürüne, ekolojik koşulara göre değişmekte olup 1 ailenin kendisinin en
etkin şekilde işleyebileceği büyüklüğün seracılıkta 10 dekara kadar inerken,
buğdayda 500 dekara kadar çıkabiliyor. Bu durum dikkate alınarak optimum
ölçülerden uzak cüce, büyük ve çok büyük işletmeler optimum işletme boyutuna
getirildiğinde, tarımsal faaliyet dışında istihdam edilmesi gereken aileler ile
toprağa sahip olmayan ailelerin toplamı olarak mevcut istihdamın üçte biri
kadarının tarım dışı alanlarda istihdam edilmesi mümkün. Ama tarımsal nüfus ve
istihdamın yüzde 10 altına indirilmesi gerektiğinin sık sık telaffuz edilmesi, optimum
işletme büyüklüğünden devasa çiftliklerin anlaşıldığını düşündürüyor. Bu
durumda halen toprağa sahip ailelerin üçte ikisinden fazlasının
topraksızlaştırılması (ve tarım dışına sürülmesi) gündeme gelir.
TABLO 3 :TARIMSAL İŞLETME
BÜYÜKLÜKLERİ
|
||||||||||
1952
|
1963
|
1970
|
1980
|
1991
|
||||||
İŞLETME S
|
TOPRAK
|
İŞLETME S
|
TOPRAK
|
İŞLETME S
|
TOPRAK
|
İŞLETME S
|
TOPRAK
|
İŞLETME S
|
TOPRAK
|
|
1.20
|
30,57
|
4,30
|
40,92
|
7,03
|
44,15
|
10,36
|
30,20
|
4,14
|
34,92
|
5,64
|
20-100
|
53,39
|
34,98
|
45,97
|
41,22
|
44,34
|
37,85
|
52,14
|
37,15
|
50,11
|
36,42
|
100-200
|
10,28
|
19,32
|
9,41
|
23,74
|
7,82
|
21,02
|
11,55
|
23,84
|
9,66
|
20,99
|
200-500
|
4,25
|
16,58
|
3,22
|
16,98
|
3,12
|
19,59
|
5,31
|
22,85
|
4,38
|
19,82
|
500+
|
1,52
|
24,82
|
0,50
|
11,02
|
0,57
|
11,17
|
0,81
|
12,02
|
0,93
|
17,13
|
Kaynak: Tarım Sayımları
|
Uluslararası
Rekabete Uygun Olmayan Verimlilik
Bir çok üründeki verim dünya ortalaması
civarında olmakla birlikte, o ürünün dünya ticaretinde söz sahibi olan
ülkelerdeki verimden düşük. Örneğin arpa, mısır, üzüm verimleri dünya
ortalamasının az altında, soya, şeker pancarı, ayçiçeği az üstünde, çay, pamuk,
yer fıstığı, çeltik, patates oldukça üzerinde, buğday oldukça altında. Ama
pamukta Türkmenistan, Mısır, üzümde
İtalya, Fransa, pirinçte Çin, AB, ABD gibi ülkelerdeki verimden düşük. Dünya
fiyatlarının bu ülkelerce kendi maliyet ve sübvansiyonları ile belirlenmesi
ithalatı cazip hale getiriyor.
Bugünkü verim farkı kapatılamayacak bir
fark değil, ama yeni yöntemler yayagınlaştığında fark çok büyüyecek. Örneğin
tarımsal üretimi iklim koşullarından bağımsız hale getiren yöntemlerle, klasik
yöntemle 1. sınıf sulu alanda yetiştirilen ürüne eşdeğer ürünü yetiştirmek için
( yöntemine göre ) 100-1000 kat daha az alan kullanılabiliyor.
Türkiye’de verimin görece düşüklüğünde
üreticinin niteli(ksizli)ği ve devlet politikaları birinci derecede etkili
oluyor. Örneğin tohumculuğu özel sektöre açılması ile birlikte satılan
tohumların denetiminin yapılmamasının üreticiyi kaliteli tohumun yanı sıra
kalitesiz veya adaptesi yapılmamış tohumla karşı karşıya bırakması, 60 ton
gübre kullanılması gerekirken, daha çok gübre atılmasından daha çok verim
alınacağı kanısı sonucu 100 ton gübre kullanılması verimi düşürüp, toprak kirliğine yol açıyor.
Bu ve benzeri konularda 1984’den Tarım
Bakanlığının üreticiye hizmet götürmesinin sınırlanması, Toprak-Su’nun lağvedilmesi
ve tarıma hizmet götüren kamu kuruluşları arasındaki koordinasyonsuzluk önemli
rol oynuyor. İşletme yapısı ise bunları tamamlıyor.
Hangi
Teknoloji Nasıl Kullanılacak
TABLO 4:
TARIM TOPRAKLARININ PARÇALILIK DURUMU
|
||||
Arazi Parça Sayısı
|
1950
|
1963
|
1980
|
1990
|
1
|
5,4
|
9,6
|
9,46
|
15
|
2*3
|
22,7
|
20,8
|
26,22
|
29
|
4*5
|
23,2
|
19,9
|
22,4
|
23
|
6*9
|
26,1
|
24,9
|
22,22
|
19
|
10 - +
|
22,6
|
24,8
|
19,7
|
15
|
Kaynak: Tarım Sayımları
|
Modern girdilerin ucuza ithal edilmesi,
düşük petrol fiyatı, gübrenin sübvansiyon edilmesi, kredi faiz oranlarının reel
olarak negatif olması ve 1985’e kadar büyük ölçüde kamu kurumları eliyle dağıtılması
traktörün kullanımı 1948’den sonra, kimyasal gübre, sulama, tarımsal ilaç, ıslah
edilmiş tohum kullanımı 1960’dan sonra yaygınlaştırdı. Sulama yüzde 20,
gübreleme yüzde 30-50, tohum yüzde
30-50, tarımsal mücadele yüzde 10 oranlarında verimi artırdıkları halde, bir
birbirleri ile uyumlu ve gerektiği kadar kullanılmayıp, bilinçsizce kullanıldıkları
için Türkiye’deki verim bu oranlarda artmadı.
Türkiye’de traktör gücü yeterli düzeye
yakın olup, mevcutları verimli kullanılmıyor, iş makinelerinde ise büyük açık
bulunuyor. FAO istatistiklerine göre 1991’de Türkiye’de 1000 hektara düşen
özgül traktör yoğunluğu ABD ile aynı düzeyde, İngiltere’dekinin üçte biri, İtalya’dakinin
beşte biri kadar. Buna karşılık yıllık kullanım süresi ekonomik olarak olması
gerekenin yarısı. Mekanizasyonda esas sorun traktör başına düşen iş makinelerinde;
gelişmiş ülkelerde bu miktar 10 ton civarında olduğu halde Türkiye’de 3 ton
kadar. Ayrıca halen 316 bin kadar
karasabanın bulunması emek yoğun işgücünün düzeyi ile birlikte traktör
dağılımındaki dengesizliği de gösteriyor. Makine kullanımında kooperatifler ve
makine parkları ile ortak kullanıma geçilmesi mekanizasyondan azami yararı
sağlayıp, maliyetini düşürebilir.
Gübre Üreticileri Derneği istatistiklerine
göre toplam alanın yüzde 80,4’ünde gübre kullanılmaktadır. Eğer 1994’de gübre
fiyatlarının çok artması sonucu, gübre kullanımı düşmeyip de 1993’deki artış
hızı sürmüş olsa idi, 1997’de bu oran yüzde 85’i geçmiş olacaktı. 1997’de hala
1993’deki kullanım miktarından az.
TABLO 5 GİRDİ
KULLANIMINDAKİ DEĞİŞME
|
|||||
25-38
|
1950
|
1963
|
1980
|
1995
|
|
GÜBRE (000 Ton)
|
1,5-25
|
42
|
398.4
|
3.019,9
|
4.386
|
TRAKTÖR*
|
0,9-1,1
|
31.415
|
50.844
|
436.369
|
771.975
|
SULANAN ALAN *** (000
Hektar)
|
800
|
1.177
|
1.300
|
3.044
|
|
İLAÇ (000 ton)**
|
9,50
|
37,4
|
39
|
33,90
|
|
KARASABAN*
|
1.981.550
|
1.963.632
|
953.292
|
316.717
|
|
BİÇER - DÖVER*
|
3.222
|
5.931
|
13.667
|
12.706
|
|
*
1950 rakamları 1952 yılına ait.
**
İlaç kullanımındaki düşme yoruma katılırken hammaddelerin daha etkin hale
getirilmesi hesaba katılmalı.
***
Sulanan alanlar kamu eliyle sulama hizmeti götürülen alanlar olup, bu
alanların yarısı civarında alanı da üretici kendi olanakları ile
suluyor.
KAYNAK:
İstatistik Göstergeler 1923-95, Gübre Tüketim istatistikleri Katalogu, Planlı
Dönemde Rakamlarla Tarım Sektörü, Tarım, Gülten Kazgan
|
Sertifikalı tohum kullanımı özellikle
tahıllar başta olmak üzere tarla bitkilerinde yeteri kadar yaygınlaşmadı.
Tohumda kalite önemli sorun teşkil ediyor. Buğday başta olmak üzere,
ayçiçeğinden pamuğa kadar bir çok tarımsal ürünün tohumu istenen kalitede değil. Kalite düşüklüğü hem o ürünün hem de o ürünü
işlenmesinin maliyetini artırıyor. Hatta kaliteli tarımsal ürün ithalatı bile
yapılmakta. Örneğin makarna sanayinin kullanacağı buğdayın önemli kısmı ithalat
ile karşılanıyor.
Tarımsal üretimin ortalama kar marjı kabul
edilen yüzde 30’a göre zaten yüksek olan tarımsal kredi faiz oranlarının
1997’de iki katına yakın artırılması, tarımsal üretimde kullanmak üzere kredi
alan olan üreticiyi önceki faiz oranına göre daha da zorluyor. Tarımsal amaçla
verilen kredilerde faizlerin yanı sıra verilen kredilerin amaç dışı
kullanımının yaygınlığı da tarımsal alan için büyük sorun teşkil ediyor.
Kredilerin amaç dışı kullanımında mali sektörü yatırım başta yer alıyor.
Tarımsal kredilerde faiz oranı düşürülürken, amaç dışı kullanımları önleyecek
sıkı denetimin getirilmesi gerekiyor.
Halen ekonomik olarak sulanabilecek
alanların yarısı civarı sulanıyor. Bunun üçte biri civarını üretici kendi
olanakları ile suluyor. Sulamada yüzey sulamasının yaygın olması toprak
verimliliğini olumsuz etkilemekte, orta vadede toprağın çoraklaşmasına yol
açmakta.
Kırsal
Kesimin Yapısı Ve Gelir Dağılımı
TABLO 6: KIRSAL HESİM GELİR DAĞILIMI
|
|||||
1963
|
1968
|
1973
|
1987
|
1994
|
|
1
|
4,50
|
3,70
|
3,50
|
5,24
|
5,57
|
2
|
8,50
|
7,00
|
8,00
|
9,61
|
10,14
|
3
|
11,50
|
10,00
|
12,50
|
14,06
|
14,80
|
4
|
18,50
|
20,00
|
19,50
|
21,15
|
21,79
|
5
|
57,00
|
60,00
|
56,50
|
49,94
|
47,70
|
Kaynak:
Kasnakoğlu, Akder, Tarım, 1994 Gelir Dağılımı Anketi Sonuçları DİE,
|
1991 Genel Tarım Sayımına göre toplam
işletmelerin yüzde 3.43’ü yalnız hayvancılık, yüzde 24.42 yalnız bitkisel
üretim, yüzde 72.14’ü hayvancılık ile bitkisel üretimi birlikte yapılıyor.
DİE’nin düzenlediği Tarımda İstihdam İstatistikleri Semineri’nde Ayşe ARSLAN ve
arkadaşları tarafından sunulan bildiriye göre ise toplam işletmelerin yüzde
25.60’si bitkisel ve hayvansal üretimi birlikte yürütüyor, yüzde 14.76’ü
karışık bitkisel ürün yetiştiriyor, yüzde 13.45’u büyük baş hayvan
yetiştiriciliği yapıyor, yüzde 13.21’ü genel tarla ürünleri ekiyor. Tarımda
uzmanlaşmanın gelişmemesi ve arazilerin parçalı olması tarımsal gelirde sigorta
işlevi de görerek, bir üründen elde edilen gelirin düşüklüğü diğer ürün/ürünler
ile kısmen de olsa giderilebiliyor.
1980 sayımına göre 1991’de toplam işletme
sayısı içinde yalnız kendi arazisini işleyen işletmelerin oranı ve işledikleri
alan artarken, yalnız kira ve ortakçılık
ile toprak işleyen işletmelerin oranı işledikleri alan düşmüş. Dönem içerisinde
yalnız ücretsiz hane halkı çalıştıran işletmelerin payı düşerken ücretsiz hane
halkı ile ücretli işçi çalıştıran işletmelerin payı artmış. Halen toplam
arazinin yüzde 87,1’ini işleyen toplam işletmelerin yüzde 92.75’i yalnız kendi
arazisini işliyor. Bu durumda en yaygın çalışma şekli
ücretsiz aile işçiliği ve kendi hesabına çalışma oluyor. Ücretsiz aile işçilerinin yüzde 92’si, kendi
hesabına çalışanların yüzde 63’ü tarım sektöründe çalışması işsizliği gizliyor,
gelir dağılımı bozukluğunun yakıcı sonuçlarının ortaya çıkmasını önlüyor.
Tarımsal alanda işgücüne katılma oranı
yüzde 64-65 civarında. Tarımsal işgücünün yüzde 30’nun okuma yazması yok,
geriye kalan yüzde 70’inde büyük kesimi ilkokul mezunu. Okur-yazar olmayanların
yüzde 80’i, okur-yazar olupta okul bitirmeyenlerin yüzde 72’si, ilkokul
mezunlarının yüzde 53’ü tarım sektöründe çalışıyor. Eğitim düzeyinin düşüklüğü tarımsal üretimde
bilimsel esaslara göre tarımsal faaliyetin yapılmasını engelliyor, öğrenme
sürecinde deneme -yanılma esaslı pratik uygulamanın ağırlık taşımasına yol
açıyor. Bu da geleneksel yöntemlerin uzun zamanda yerini teknolojik gelişmelere
bırakmasına neden oluyor.
Gelir dağılımı bozukluğu ile işletme yapısı
bozukluğu arasında bire bir örtüşen ilişki yok. Küçük büyüklükteki arazilerde
sebze meyve, özellikle de son yıllarda yaygınlaşan sera ürünleri yetiştiren
işletmelerin geliri, orta büyüklükteki toprağa sahip tahıl eken işletmenin
geliri düzeyinde olabiliyor.
Gelir dağılımı anketlerine göre kırsal
kesim gelir dağılımı bozukluğu 1963-73 arasında artmış, 1973’den sonra azalmış.
1994’de bozukluk 1963’e göre daha az.
Ama 1994’de kırsal yerlerde aile başına ortalama gelir, kentsel
yerlerdeki aile başına ortalama gelirin yarısı kadar. Kentsel yerlere göre
kırsal yerlerde gelir dağılımı daha dengeli dağılmış. Kırda en düşük gelire
sahip yüzde 20’lik ailelerin geliri, en yüksek gelire sahip olanlardan 8,5 kat
olmasına rağmen kentteki ailelerin gelirinin üçte ikisi kadar olması kırda
açlık sınırının altında yaşamaya çalışanların sayısı kentten 2.5 kat kadar
fazla olmasına yol açıyor. 1990 yılında yapılan bir başka araştırmaya göre,
kırsal alanda yaşayanların yüzde 56’sı asgari ücret komisyonu tarafından
belirlenen aylık asgari ücretin altında gelire sahip.
Çevre
Sorunları Tarımsal Üretimin Geleceğini Tehdit Ediyor
Bugün Türkiye’deki tarımsal üretimi tehdit
eden en önemli etmenlerden birisi verimli tarım topraklarının yok olma
tehlikesi; Son 20 yılda 1,5 milyon hektar verimli toprak amaç dışı kullanıma
açılmış. 20 yıl sonra GAP tamamlandığında ise 1.7 milyon hektar alan ancak
sulanabilecek.
Türkiye’nin verimli toprağı çok değil;
Bugün tarımsal amaç için kullanılan 27 milyon hektar araziden ancak 12-13
milyon hektar verimli toprak. 16 milyon hektar alanda ortadan çok şiddetliye
kadar değişen düzeylerde erozyon var. Her yıl 500 milyon ton toprağı erozyon
nedeniyle kaybediliyor.
Sanayi, konut ve turizm yapılaşması ile bilinçsiz
tarımsal üretimin neden olduğu toprak, hava, su kirlenmesi tarımsal üretimin
geleceğini tehdit ediyor. Enerji ve sanayi tesislerinin katı, sıvı gaz
atıkları, hatalı ve aşırı ilaç ve kimyasal gübre kullanımının yol açtığı
kirlilik, eko-sistemlerin karşılıklı bağımlılığı ve geçişenliği nedeniyle son
derece geniş alanlara yayılıyor ve çok değişik biçimlerde etkisini gösteriyor.
Doğanın kendi gerçek kapasitesinin çok
üzerinde kullanılmasının ilk akla gelen etkisi ekonomik olması, gıda üretiminin
her geçen gün daha pahalı bir hale gelmesi. Bunda verimsizleşen topraklarda
verimi artırmak için daha çok gübre, ilaç, özel üretilmiş tohumların kullanılması
başlıca rolü oynuyor. Bu yöntem verimi kısa erimde büyük ölçüde artırmasına
rağmen, bir süre sonra toprak dengesini bozarak, toprakların besin maddeleri
yönünden fakirleştiriyor. Bu da azalan verimi gidermek için daha çok kimyasal
girdi kullanılmasını gündeme getiriyor. Örneğin Türkiye genelinde 1 ton buğday
üretebilmek için 1970’li yılların başında 44 kg gübre, 9 kg sertifikalı tohum
yeterli olurken, bu miktarlar 1980’li yılların sonunda 168 ve 13 kg’a çıktı. Aynı
dönemde ilaç ve hormon kullanımı da arttı.
Doğa kirliğini oluşturan maddeler,
canlıların yaşam ortamını olumsuz etkilediği gibi besin zincirine geçerek insan
vücudunda da her geçen gün artan miktarda birikiyor. Bitkinin doğal yapısını
bozan bu maddelerin tüm canlı ve mikro organizmaların genetik özelliklerini
etkilemediği söylenebilir mi? Sorunun çözümü ise,
kalkınma-çevre-beslenme-sağlık arasındaki ilişkiyi doğru zemine oturtup, ekolojik
tahribe son verecek ve doğanın korunmasını sağlayacak ekonomik kalkınma
modelleri geliştirilmesinden geçiyor.
GAP
Proje tamamlandığında bitkisel üretimde 3-4
katlık bir artışın olması bekleniyor. GAP’taki yatırımlar hızlandırılmaz ise,
tamamlaması 20 yılı alabilecek, bu sürede yatırımlardan yavaş yavaş sonuç
alınması, etkisinin hissedilmesini azaltacak. 1995 yılı sonu itibarıyla, GAP
bölgesine yapılması planlanan toplam yatırımların yüzde 38.3’ü, tarım sektörü
yatırımlarının ise yüzde 8.7’si ancak tamamlanmış. Tarım Master Planı yeni yeni
hazırlanmaya başlandı. Ama bölge şimdiden yerli ve yabancı işadamı heyetlerince
incelemeye alındı. Teknoloji kullanımının düşük ve verimin sınırlı olduğu
bölgede sulama ile birlikte mekanizasyonun tamamlanması, ilaç, gübre ve tohum
kullanımını arttıracak. Eğer fazla modern girdi kullanılırsa doğanın da dengesi
bozularak çevre kirlenmesi ile birlikte çeşitli zararlıları ortaya çıkabilir.
Bölgedeki toprak dağılımının aşırı
bozukluğu ve bölgeye ulusaşırı sermayenin ilgisi Proje ile yaratılan katma
değerden kimim, nasıl, ne kadar pay alacağını ve bunun ne kadar devam edeceği
sorusunu akla getiriyor. Bir diğer soru da bölgedeki üretim deseninin Türkiye
halkının ihtiyaçlarına göre mi ulusaşırı şirketlerin ihtiyaçlarına göre mi
oluşacağı sorusu. Böyle bir durumda dev tekeller Bölgenin zengin maden
yatakları dâhil tüm toprak kaynaklarını alabildiğine sömürdükten sonra çekip
gidebilir. Geriye de bugünkü kadar bile işlenemeyen çorak topraklar ve işsiz
insanlar kalabilir.
Pazar
İlişkileri Ve Sanayi
Tarımsal üretimde yüzde 98 oranında pazara yönelik
üretim yapılıyor. Tarımsal girdi kullanımın ve tüketim eşyasının yaygınlığı da
tarımsal alanda pazar ilişkilerinin geliştiğini gösteriyor. Ama bu gelişme
üretilen her şeyin satılıp, kullanılan her şeyin satın alındığı düzeyde değil.
Tütünde bile pazarlama oranı yüzde 99’u bulmuyor. Ürünün bir kısmı aile içi
tüketime, tohuma vb. ayrılıyor.
Tarımla ilgili sanayi için sorun ucuz ve
kaliteli tarımsal ürün bulabilmek. Yem, unlu mamuller, şeker, tütün, hayvansal
ürün sanayi, bitkisel yağlar, dokuma, tarım alet ve makineleri, gübre, tarımsal
ilaç, tohumculuk hammadde sorununun yaşandığı sanayilerin başında geliyor.
Tahıl ülkesi Türkiye’de unlu mamuller sanayinin istediği kalitede buğday
üretimi yetersiz. Pakistan, Yunanistan pamuğu Türkiye pamuğunun yerini almakta,
yem sanayi hammaddesinin yüzde 80’nine yakınını ithal edilmekte. Bu bağımlılık
fiyatları doların değerine endeksli olarak arttırmakta, fabrikaların çalışmasını da ithalatın
sürekliliğine bağlamakta.
Son yıllarda hızla geliştirilen genetik ve bio-teknoloji,
önümüzdeki on yıllarda bu sürecin başat haline geleceğini gösteriyor.
Türkiye’nin tarım, sanayi ve teknoloji politikası, geleceğe yönelik olarak bu çerçevede
yapılandırılıp, tarım ve ilgili sanayinin her dalına uygulanmaya başlanmaz ise
mevcut olumsuzluklarla kıyaslanmayacak olumsuzluklarla karşılaşılabilinir.
Dünyadaki
Gelişmeler
Dünya tarımı ile birlikte Türkiye tarımı
dört olgunun; teknolojik atılım, doğal üretime dönüş, iklim değişiklikleri,
sübvansiyon ve desteklerin kaldırılması talebinin baskısı altında.
İklim değişikliklerinin tarımsal üretim
üzerindeki etkisi hala büyük ölçüde belirsiz. Doğal (organik) tarımın gelişmesi
ise çok yavaş. Bio-teknolojinin gelişmesinin tarımın temelini değiştirerek,
tarımsal üretim sürecinin iklim koşullarına bağımlılığını azaltması, verimi
sıçratması, maliyetleri düşürmesi
bekleniyor. Ayrıca ABD’de (ne zaman hangi toprağa hangi ürünün ekileceği, bu
ürün için ne kadar gübre kullanılacağının belirlendiği) uzaktan algılama
sisteminin yayılması maliyet ve verim üzerinde olumlu etki yapıyor. Türkiye’nin
bu gelişmeleri henüz uzaktan haber düzeyinde izlediği, uygulanması konusunda politika geliştirmediği
söylenilebilir. Bu ve benzeri gelişmeler yakından izlenip, bu konuda gerekli
adeptosyon ve araştırma- geliştirme çalışmaları yapılmaz. ise geleceğin
dünyasının ilkel kabilesi görünümünde kalınabilinir.
Güncel olarak Türkiye tarımı ve tarım
politikası sübvansiyon ve teşviklerin azaltılması talebinin baskısı altında.
Gelişmiş ülkeler, IMF ve Dünya Bankası tarımsal üretim ve ticaretine
sübvansiyonların kaldırılması için baskı yapıyorlar. Baskılarında bütçe
olanaklarını ve GATT Uruguay Raundu Tarım Anlaşmasını malzeme olarak
kullanıyorlar.
Tarım Politikaları ve Küreselleşme
1980’ne kadar tarım politikaları ulusal
sanayinin kurulması, ulusal pazarın oluşturulması yöneliminde belirlendi.
Politikalar devlet eliyle üretimi, verimi artma, meta ilişkilerinin
geliştirilmesi temelinde küçük işletmelerin kökleşmesi ve korunması
doğrultusunda oldu. TCZB, TZDK, TMO, Tekel, Çay-Kur SEK, EBK, Yem Sanayi hatta
TSKB’leri ile üretim deseni oluşturulup, denetlendi ve iyileştirildi, üretici pazara açıldı. Tarım
Bakanlığının yapılanması ve faaliyetleri de buna uygun oldu. Tarımsal krediler,
girdi sübvansiyonu ve dağıtımı, fiyat ve pazar garantisi ile tarımda
modernleşme ve dönüşüm hızlandırıldı. Bu politika ve uygulamaları genel ekonomi
politikaları da destekledi. 1980’den sonra genel ekonomi politikalarının yanı
sıra tarım politikalarında da değiştirildi. Tarımsal üretimin sorunlarının
önemli bölümü de bu politikalardan kaynaklanıyor.
1980’den sonraki politikaları, üretimin değil
pazarlama ve mali piyasaların teşviki, dış ticaretin liberalleştirilmesi, Tarım
Bakanlığının reorganizasyonu, destekleme kapsamının daraltılması, girdi
sübvansiyonlarının düşürülmesi, girdi ve ürün piyasalarının özel sektöre
açılması, destekleme alımı yapan kurumların azaltılması, TSKB’lerine desteğin
azaltılması, tarımsal KİT’lerin özelleştirmesi, tarımsal kredi faiz oranlarının
yükseltilmesi, sulama gibi kamu yatırımlarının maliyetlerinin bir kısmının
tahsil edilmesi olarak özetlenebilir. Son yıllarda bu politikalara anlaşmalı
çiftçilik teşviki ve borsa sistemi kurma çalışmaları eklendi.
Faiz oranlarının yüksekliği, finansman
maliyetlerini yükseltip, kar marjlarını arttırdı. İthalatın liberalizasyonu (ve
terbiyevi ithalat) işlenmiş ve işlenmemiş tarımsal ürün ithalatını cazip hale
getirirken, tarımsal üreticileri de dünyanın sübvansiyonlu ürünlerinin rekabeti
ile karşı karşıya bıraktı. Dışarıdan gelen kaynaklardaki azalma ve bu
kaynakların esas olarak borçları ödenmede kullanılması yatırımları ve tarımsal
alana sübvansiyonları azalttı. Toplam sabit sermaye yatırımları GSMH’daki oranı
her plan döneminde bir önceki döneme göre artarken, sabit sermaye yatırımları
içerisindeki tarımın payı yarıya yakın azalması en çok su ve toprak
kaynaklarının geliştirilmesini etkiledi.
Özelleştirme politikalarının tarımsal
kesime yansıması, hayvancılığın krizini arttırmakla kalmadı, çözüm olanaklarını
da sınırladı, bitkisel üretimde ise verim artışını azalttı, hatta kimi
ürünlerde durdurdu. TL'nin değerinin düşürülmesi ve girdilerin ana maddelerinin
ithalata dayanması girdi fiyatlarını olağanüstü arttırdı. Enflasyonu düşük
tutmak ve düşük ürün fiyatları yoluyla rekabet kazanma isteği üretici
gelirlerini azalttı ama aracı kar marjlarının artması sonucu gıda maddeleri fiyatları
tarımsal ürün fiyatlarından daha çok arttı.
Alanla ilgili kamu birimleri arasındaki çok
başlılık ve koordinasyonsuzluk yapılabilecek olanların da daha azının
yapılmasına neden oldu. Toprak -Su gibi kurumların kapatılması tarla içi
hizmetleri minumum noktaya indirdi. Tarım bakanlığının 1984’deki
reorganizasyonundan sonra teknik elamanlar adım adım tarladan çekildi, üretici
eğitimsizliği ile bayilerin yönlendirilmelerine açık hale getirildi. Anlaşmalı
çitçiliğin bu kadar hararetli savunulmasının nedeni de tarımın ve tarımcının
yük olarak görülüp, bu yükün bir an önce
(sanayi ) tekeller(in)e devredilmek istenmesi.
Bu politikalar, Türkiye’ye özgü olmadığı
gibi sonuçları da Türkiye’ye özgü değil; 1980’den sonra gelişmekte olan
ülkelerde tarımsal üretim genel olarak geriledi; 1980-90 arasında, gelişmekte
olan ülkelerde tarımsal üretim değeri 12 milyon dolardan 10 milyon dolara,
tarımın payı ise yüzde 20'den yüzde 14'e düştü.
Yoksul ülkelerin 1980’den sonra
rantiyerliğe ve borç ödemelerine zorlanmaları üretimi olumsuz etkiledi. 1982-1990 yılları arasında yoksul ülkelerin
zengin ülkelere borç ödemeleri dolayısıyla transfer edilen gelir, 2. Dünya
savaşı sonrası ABD’nin Avrupa’ya Marshall yardımı adı altında yaptığı gelir transferinin
tam 8 katı. Marshall yardımının Avrupa’nın bugünkü hale gelmesinde oynadığı
önemli rolü hatırlanırsa bu transferin önemi daha iyi anlaşılır.
Ayrıca
gelişmekte olan ülkelerin ürün deseni ulusaşırı şirketlerin istekleri
doğrultusunda, değiştirilmesi, bu ülkeleri temel gıda maddeleri açısından dışa
bağımlı hale getirdi. Bunun en açık örneği Somali. Somali’de hayvansal üretim
ile bitkisel üretim arasındaki dengenin ortadan kaldırılması ve su kaynaklarına
varıncaya kadar her şeyin özelleştirilmesi kitlesel açlığı ortaya çıkardı.
Meksika ve Nikaragua’nın kısa sürede net gıda dışsatımcı ülke konumundan, net
gıda dışalımcı konumuna gelmesi çarpıcı örnekler.
Yeni politikaların bir
yanı genetik ve bio-teknolojinin hızla geliştirilmesi temelinde oluşturuyor.
Yeni ve/veya melez bitkiler yaratılmakta ve üretim sürecine müdahale
ediliyor. Üretim sürecine müdahalede iki
hedefleri var; birisi tavukçuluk ve seracılıkta olduğu gibi kesintisiz bir
üretim sürecinin başat hale getirilmesi,
diğeri mısırdan şeker elde edilmesi gibi protein ve vitamin yönünden
zengin yeni suni besinlerin elde edilmesi.
Tarım politikalarının diğer yanı gıda tekellerinin üretim ve dağıtımlarını
dünya ölçeğine yaymaları oluşturuyor. Bunun için de diğer ülkelerdeki üretimi
ve dağıtımı doğrudan denetimleri altına alıyorlar. Bunun araçları olarak borsa
sistemi ve anlaşmalı çiftçilik öne çıkarılıyor.
Dünya ile entegre
bir borsa sistemi üretim sürecinin dünya çapında örgütlenmesine ve tarımsal
üreticilerin dünya çapında yarıştırılmasına zemin hazırlıyor. Böylece sınai
üretim sürecinin hammaddeye, (tarımsal ürüne) kadar esnetilerek ulusaşırı
tekellerin stok maliyetini düşürmesi, hammaddeyi en düşük fiyattan kolayca
temin etmesi olanağı sağlanıyor.
Borsa sistemi
aracılığıyla dünya çapında bu şirketlerin istediği tür ürünü, istediği standartta
satmak için yarıştırılan üretici, bu yarışta geri kalmamak için verimi
arttırma, maliyeti düşürüme zorunda. Bu ise bugün yüksek bağımlılık yaratıcı
ilaç, gübre ve tohum paketlerinin daha çok kullanılması ile, yarın
bio-teknoloji ürünlerinin kullanılması ile mümkün. Bu bir yandan bu teknolojiyi
elinde tutan /geliştiren uluslaraşırı tekelere hem sürekli talep sağlıyor, hem
de bağımlı yapıyor. Bağımlılığın yaygınlaşması,
rekabeti, (özellikle Türkiye gibi teknolojik üstünlüğü sahip olmayan
ülkelerin üreticileri için) işgücünün değerini sürekli düşürülmesi ile mümkün
kılması, yaşam standardını da düşürebilir. Bu bana yetmiyor dendiği anda
“şurada daha ucuzu var, oradan alırım” yanıtı hazır.
Üretim deseni ise
gelişmiş ülkelerin amaçları ve ulusaşırı şirketlerin ihtiyaçları doğrultusunda
değiştiriliyor. Gelişmemiş ülkelerin esas olarak yemlik tahıllar ile yağlı
tohumlar, turfanda sebze, meyve ve balık
vb.lerinde, gelişmiş ülkelerin yemeklik tahıllar, hayvansal ürünler ve
girdilerde uzmanlaşmaları isteniyor. Böylece, gelişmemiş ülkelerdeki üretim,
kendi halklarının ihtiyaçlarına göre değil, dünya çapında zengin tüketicilerin
ihtiyaçlarına göre yapılandırılarak, beslenmede de kendilerine yeterlilikten
çıkarılmaları hedefleniyor. Beslenme rejimi de sürece uydurulup gelişmiş
ülkelerin dinamiklerine ve ulusaşrı şirketlerin üretimlerine göre yeniden
biçimlendiriliyor.
Tarımın sanayiye
entegrasyonun halkalarından birisi olarak yaygınlaştırılmaya çalışılan
anlaşmalı çiftçilik ile üreticinin, ürettiği ürün, üretim süreci ve satış
fiyatı üzerinde karar hakkı tamamen kalkıyor, sermayeye tamamen bağımlılaşıyor.
Riski büyük ölçüde üretici üstlenirken fiyatları tek yanlı olarak şirketler
belirlemesi üretici geliri de ortalama işçi ücreti civarında gerekleşiyor. Bu
ilişki ile üreticinin neyi, ne kadar, nasıl, kaça üreteceğine şirketler karar
veriyor.
Kısacası,
küreselleşme adı altında ulusal pazarlar tasfiye edilirken, ulusal ihtiyaçlar
ortadan kaldırılıyor, bireysel ihtiyaçlar uluslararası pazara bağımlı hale
getiriliyor (ulusal devletlere de bunu sağlamak rolü düşüyor). Bu gelişmelerle
üreticilerin artık eskisi gibi tarım yapma olanakları yok ediliyor. Üretim sürecindeki denetimleri ortadan
kaldırılıyor. Ulusaşırı şirketlerin ihtiyaçlarına göre ve onların belirlediği
koşullarda üretim yapmaya ve satmaya zorlanıyorlar. Buna göre de büyük tarım
çiftlikleri ön plâna çıkarılıyor. Küçük üreticiler ise taşeronlaştırılarak,
ulusaşırı sermayenin uzantısı haline getirilerek bağımlılaştırılıyor ( bunu
korumak ve açlarla mücadele de ulusal devlete kalıyor). Bu noktada üreticilerin
kendi iradeleri ile bağımsız üretici örgütlenmeleri oluşturup, hak ve
çıkarlarını koruyucu bir hareketlilik içerisine girmeleri her zamankinden daha
fazla önem kazanıyor. Ama örgütlenme ve hak arama bilincinin /geleneğinin
olmaması bunu zorlaştırıyor.
Desteklemeler
Türkiye’de taban fiyat ve destekleme alım
politikası bir iki ürün dışında yüksek fiyat verme, ya da çok ürün alma
şeklinde değil, genellikle piyasayı düzenleyici miktarda alım ve aracı
karlarını azaltıcı fiyat şeklinde oldu. Destekleme alımlarının bu amaca yönelik
kullanıldığı dönemlerde, kapsamdaki ürünlerde, üreticinin maliyetin altında
ürün satması, aracıların yüksek kar marjı önlendi. Destekleme kapsamındaki
ürünlerde aracı karları yüzde 50-60 civarında olurken, destekleme dışı
ürünlerde, ya da amaca hizmet etmeyen uygulamalarda yüzde 600-700’lere kadar
çıktı. Bu şekilde üretimi teşvik edilip, ürünler bozulmadan saklanarak ihracat
gelirleri artırıldı. Ayrıca seçim öncesi
yıllarda, sık sık ürün kapsamının genişletildi ve fiyatları yüksek açıklandı
Günümüzde bu yönteme karşı çıkılmasının
nedeni faiz ödemelerinden arta kalan bütçe kaynaklarının diğer alanlara
harcanması isteği ile uluslararası baskılar. Gerçekte destekleme alımları için
harcanan bütçe kaynakları büyük meblağlar tutmuyor; 1982’den sonra destekleme
alımları için bütçenin yüzde 10’undan daha az ödeme yapılmış. Son yıllarda ise
bu oran yüzde 5 ve altına düştü. Ama birileri o yüzde 5’i bile çok görüyor.
Yüzde 5’i çok görenlerin başında Dünya Bankası, IMF, OECD geliyor. Bu çevreler üretici sübvansiyonlarının tüketicinin
ödediği miktarı artırdığını halbuki dünya fiyatlarının düzeyinin düşük olduğunu
ya bu fiyattan satılsınlar ya da ithal edilsinler türü gerekçelerle destek ve
sübvansiyonların kaldırılmasını istiyorlar.
Dünya fiyatları söylemi fiyatların
belirleniş sürecinden dolayı malın maliyetini ve değerini yansıtmayan yapay bir
söylem. Dünya fiyatları, tarımsal üründe mevsimsel etkilenmenin yüksek
olmasının yanında gelişmiş devletlerin kendi üretici, sanayici ve ihracatçısına
verdiği sübvansiyon ve teşviklerle, kendi iç pazarını koruma oranına göre
belirlendiği için yapay. Ayrıca belli
bir anda borsa için büyük miktar kabul edilen miktarda alım yapmak isteyen
olduğunda da fiyatlar yükselmektedir.
Türkiye geçtiğimiz yıllarda buğday ve şeker alımı yapmak için dünya
borsalarına başvurduğunda 1 tonunun fiyatı 50 dolar civarında arttı. Ayrıca
Sübvansiyonlu ihraç fiyatları ihracatçı ülkenin ithalatçı ülkeye yaklaşımına
göre değişiyor. Örneğin ABD ithalatçı
ülkelere ve ürünlere göre 35 farklı sübvansiyon oranı uyguluyor. Bu
yetmediğinde GSM kredileri ile gelişmekte olan ülkeler ithalata teşvik
ediliyor.
Ayrıca Türkiye’de açıklanan fiyatlar
1974-79 yılları hariç 1985’e kadar dünya fiyatlarının altında oldu. 1986’den
sonra AB ile ABD arasındaki sübvansiyon savaşı sonucu dünya fiyatlarında büyük
düşüş olması nedeniyle genellikle dünya fiyatlarının üzerinde taban fiyat
açıklanarak üretici kısmen korundu. Örneğin, 1997 yılında buğday fiyatı dünya
fiyatının üzerindedir, ama 1996 yılında dünya fiyatı düzeyinde, 1995 yılında dünya
fiyatının altında oldu. Üretici sübvansiyonlarının tüketicinin ödediği miktarı
artırdığı iddia edilirken GATT Tarım Anlaşması nedeniyle sübvansiyonların bir
miktar azaltılmasının önümüzdeki dönemde gıda maddeleri fiyatlarını artırıcı
etkisi olacağı tahmin edilmesi, sübvansiyonlar dünya ölçeğinde sıfırlandığında
fiyatların ne düzeye fırlayacağının ipuçlarını veriyor.
Bir de bu yüzde 5’i çok görmeyip, hatta
artırılmasını isterken yöntemin de değiştirilmesini isteyenler var. Bu kesimin
başında tarımsal ürün işleyen bazı sanayici ve ihracatçılar geliyor. Bunlar,
fiyat açıklama ve alımların kendilerine ürün maliyetini dünya fiyatlarının
üzerinde olmasına yol açtığını, ürün maliyetini dünya fiyatları düzeyine
çekecek bir destekleme yöntemine, prim yöntemine geçilmesini istiyorlar.
İktidarın tavrı da şu ana kadar bu yönde. Bu noktada prim yönteminin nasıl
uygulanacağı önem kazanıyor.
Tarımsal üretimin sürdürülmesinden dolayı
verilen desteklerle gelir düşüklüğünden dolayı verilen destekler bir birinden
ayrılacak mı? Ürün primleri ne zaman açıklanacak? Kaliteye göre farklılaştırılacak
mı, farklılaşmayacak mı? Ürünler arası parite sağlanacak mı sağlanmayacak mı?
Hedef fiyat Türkiye’deki maliyetler göre mi dünya fiyatlarına göre mi
belirlenecek? Prim piyasa fiyatlarına göre değişken mi, sabit mi olacak? Piyasa
fiyatlarının belli alt ve üst sınırlar içerisinde değişmesini düzenleyici
mekanizma olacak mı, olmayacak mı? Dünya fiyatları esas alınarak, sabit prim
verilmesi üretici gelirlerinin düşüşün yol açarak üretici için “güvence
sistemi” olarak sunulan bu yöntemi güvencesizlik yöntemine dönüştürebilir.
Nitekim Hayvancılık alanında uygulanan prim sisteminin istikrarsızlığı ve
miktarının düşüklüğü alanda sorunların artmasına yol açtı.
Girdi sübvansiyonlarında istikrarlı ve
kararlı bir politika izlenmez ise Dünya Bankası ve IMF’nin başta gübre olmak
üzere girdilerdeki sübvansiyonun kaldırılması isteği gerçekleşebilir. Bunun
zemini gübrede yöntemin değiştirilmesi ile hazırlandı. Gübre’de sübvansiyon
üretici ve dağıtıcı kuruluşlar üzerinden verilmeye başlanırken, sübvansiyon miktarı gübre fiyatlarının belli
bir oranı olarak değil, sabit bir miktar olarak belirlendi. Bu bir süre
üreticinin işletme giderlerini azaltabilir. Ama mevcut sabit miktar gübre
fiyatlarındaki artışla orantılı olarak artırılmazsa, sübvansiyon miktarının
düşmesine, dolayısıyla üreticinin işletme giderlerinin artmasına yol açar.
Girdi desteği kaldırılmak yerine bilimsel
kriterlere uygun girdi kullanımına bağlı hale getirilerek, verimin artması ve
çevre kirliliğinin en aza indirilmesi sağlanabilir. Örneğin gübrede sübvansiyon
verme şartı, üreticinin toprağını analiz ettirip, analiz sonuçlarına göre gübre
kullanmasına bağlanabilir. Zirai mücadele de (biyolojik mücadele ağırlıklı
olan) entegre mücadele teşvik edilebilir.
Ayrıca araştırma- geliştirme, eğitim ve
yayım hizmetleri, denetim ve kontrol, hastalık ve zararlılara karşı korunma,
alt yapı hizmetleri, üretim planlaması gibi üretimi ve verimi artırıcı
destekler de artırılmalı, Bunlara rağmen geliri düşük olan üreticilere doğrudan
ödeme yapılmalı.
KAYNAKLAR
1. Toprak, Pamuk, Zafer, Şevket (Derleyen),
1988. Türkiye’de Tarımsal Yapılar (1923-2000) Yurt Yayınları
2. Kazgan, Gülten, Tarım, Cumhuriyet Tarihi
Ansiklopedisi
3.Kasnakoğlu, Akder, Haluk, Halis. Tarım,
Cumhuriyet Tarihi ansiklopedisi
4.Pakdemirli Ekrem, 1995, Ekonomimizin Sayısal
Göstergeleri
5. Anonim ; 1993. 1991 Genel Tarım Sayımı
Sonuçları, DİE Yayınları, Ankara
6. Anonim ; 1993. TMMOB, ZMO, Tarımsal Destekleme
Politikaları Sorunlar-Çözümler Sempozyumu, Ankara.
7. Anonim ; 1996.Türkiye İstatistikleri 1923-1995,
DİE Yayınları, Ankara
8. Anonim ; 1997.Türkiye İstatistikleri 1996, DİE
Yayınları, Ankara
9. Anonim ; 1997. 1994 Hane halkı Gelir
Dağılımı Anketinin Sonuçları, Ankara,
10. Anonim; 1996. Tarım istatistik Özeti
1996, DİE Yayınları, Ankara,
11. Anonim ;
DPT Yılık Programları, Anakara
12. Anonim ; Gübre Üreticileri Derneği Aylık
İstatistiki Bilgiler Bültenleri, Ankara
13. Anonim ; 1995. TMMOB ZMO IV Teknik Kongre T.C. Ziraat Bankası Kültür
Yayınları No: 26 Ankara
14. Anonim ; 1995. Toprak Erozyonunun Önlenmesinde
Yurttaş Katılımı ( Polatlı Kargalı Köyü Deneyimi), Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunlarını
Araştırma Derneği, Ankara
15. Anonim, Tarımda İstihdam İstatistikleri Semineri
bildiri özetleri DİE
16. Anonim, Planlı Dönemde Rakamlarla Tarım
Sektörü TZOB
[1] Bu yazı Ekonomi Muhabirleri Derneği yayın organı “ekonom”
adlı derginin Ocak –Mart 1998 tarihli 8. Sayısında (Sf. 31-38) yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.