Tarım; Nereden Nereye?


Son zamanlarda tarım kesimi neredeyse kendi kaderi ile başbaşa bırakılmış halde. Ama Dünya (ve Türkiye) nüfusun artması, beslenme sorununu her geçen gün daha önemli yapıyor. Tarımsal üretimin mevcut düzeyi dengesiz de olsa dünyada açlığı son verecek düzeyde, olmasına rağmen gelir dağılımının her geçen gün daha fazla bozulması ve gelişmekte olan ülkelerdeki tarımsal gelişmenin ulusal pazarın ihtiyaçlarına göre değil ulusaşırı şirketlerin ihtiyaçlarına göre modernize edilmesi açlığın sürmesinde birinci derecede rol oynuyor.
Türkiye’de de tarımsal üretim ve ilişkiler bu doğrultuda yeniden yapılandırılıyor. Tarımsal üretimin sorunlarına da genellikle bu gözle bakılıyor, çözüm önerileri bu doğrultuda yapılıyor. Bu bakışa sahip olanların temel tezi ise bütünleşmenin gıda fiyatlarını ucuzlatacağı.  Ama ne hikmetse ihraç ve ithal edilen ürünlerin fiyatları diğer ürünlere göre daha çok dalgalanıyor ve hatta artabiliyor.
1970’lere göre daha sağlıklı beslenebilmek için hayvansal üretimin artış hızının tarımsal üretimin artış hızından daha büyük olması gerekirken tersi oldu. 1980’den sonra hayvancılık alanındaki gerileme, hayvancılığın tarımsal üretim içerisindeki payını yarı yarıya düşürdü. Türkiye’de tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretim yüzde 69-70, hayvansal üretim yüzde 17-18, su ürünleri, yüzde 7 ormancılık, yüzde 6, oranlarında yer tutuyor. Bitkisel üretimin tarımsal üretim içindeki payı büyümesine rağmen pirinç, ayçiçeği yağı, pamuk, mısır, soya hatta zaman zaman buğday gibi ürünlerde net ithalatçı olunabiliyor. Bu önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin temel besin maddeleri ithalatçısı mı ihracatçısı mı olacağı sorusunu gündeme getiriyor. 
Kırsal kesimde yaşayan toplam nüfusun yüzde 35’i, tarımsal faaliyetlerde çalışan toplam istihdamın yüzde 46’sı bu toprakların insanı ve onların da insanca yaşamaya hakları var. Ama GSYIH’dan aldıkları pay yüzde 15 civarında.
GSYIH içinde 1963’de yüzde 35 olan tarımın payı, düzenli olarak düşerken, değer olarak 1968 sabit fiyatları ile 1963-80 arasında yüzde 57, 1987 sabit fiyatları ile 1980-95 arasında yüzde 16 oranında arttı. Aynı dönemlerde bitkisel üretim yüzde 68 ve yüzde 34,  süt üretim yüzde 35 ve yüzde 13 oranlarında, kırmızı et üretimin yüzde 15 oranlarında arttı, 1980’den sonra et üretimi yüzde 6 oranında geriledi. Her iki dönemde de tavukçuluk sektörü atılım yaptı, tavuk sayısı yüzde 200 ve 120, yumurta üretimi yüzde 95 ve 137 oranlarında arttı.
1963-80 arasında tarım kesiminin geliri üretim artışına paralel büyürken, 1980-95 arasında üretim artışına paralel büyümedi. Tarımsal gelirin 1963-80 arasında artması tüketim kalıplarını değiştirirken, 1980’den sonra değişen tüketim kalıpları sürdürülmeye çalışıldı. Hayvancılık sektöründeki gelişmenin sürekli yetersiz olması, bitkisel üretimdeki artış hububat, çay, şeker,  sebze -meyve ağırlıklı bir beslenme rejiminin yerleşmesine yol açtı.
Söz konusu dönemlerde nüfus artış hızının yüzde 43 ve 37 oranlarında olması, tarımsal üretimdeki artışın halkın daha dengeli ve yeterli beslenmesini 1963-80 arasında sağladığını, 1980-95 arasında sağlayamadığını gösteriyor. FAO’ya göre de Türkiye’de kişi başına gıda maddeleri üretim endeksi 1980-92 arasında yüzde 7 düşmüş. Hâlbuki 1980’den sonra nüfus artış hızı önemli ölçüde düştü,  dünya çapında tohumların kalitesi daha da iyileşti ve her türlü tohum ithalatı ve pazarlaması serbestçe yapıldı, gübre kullanımı ve sulanan alanlar arttı.
1980’lere kadar ihracatın yüzde 70 civarı işlenmiş ve işlenmemiş tarımsal ürün ihracatı ile karşılanırken, 1980’den sonra bu oran düşmekle birlikte, tekstil, deri gibi tarıma dayalı sanayiler ile birlikte bu oran halen yüzde 60 civarında oluyor. Buna karşılık işlenmiş ve işlenmemiş tarımsal ürün ithalatının büyük
ölçüde artması sonucu ihracatın ithalatı karşılama oranının yüzde 105’e kadar düştü. Bu sürecin böyle sürmesi halinde, bir süre sonra döviz harcayan bir alan haline gelebilir.
TABLO 1: İŞLENEN ALANDAKİ DEĞİŞME

Değişme Oranı
İşlenen Alandaki Oranı

1963-80
1980-95
1963-65
1978-80
1993-95
TOPLAM ALAN  (000 Hektar)
8,27
-3,30
26.119
28.281
27.346
NADAS ALANI
-3,45
-38,38
32,75
29,20
18,61
EKİLEN ALAN
13,98
11,17
67,25
70,80
81,39
TARLA BİTKİLERİ
7,38
13,62
58,62
58,14
68,32
HUBUBAT
4,21
3,98
49,65
47,79
51,39
BAKLAGİL
22,29
180,80
2,14
2,42
7,03
SANAYİ BİTKİLERİ
7,60
11,31
4,40
4,37
5,03
YAĞLI TOHUMLAR
147,14
29,59
0,87
1,98
2,66
YUMRU TOHUMLAR
25,60
19,64
0,80
0,92
1,14
YEM BİTKİLERİ
-7,50
57,30
0,77
0,65
1,06
SEBZE-MEYVE
58,80
-0,09
8,63
12,66
13,08
SEBZE
36,31
20,47
1,67
2,10
2,62
TOPLAM MEYVE
32,43
-4,19
8,63
10,55
10,46
BAĞ
2,76
-30,98
3,06
2,90
2,07
ZEYTİN
29,09
-5,17
2,41
2,87
2,82
DİĞER MEYVE
63,60
12,64
3,17
4,78
5,57
KAYNAK: DİE Tarım istatistik Özetlerinden hesaplandı
Bu özellikleri ile tarımsal kesim gizli işsizliğin fazla olduğu, çalışanlarının gelir düzeyi düşük bir alan olarak aynı zamanda toplumsal sübab ve ne zaman gerçekleşeceği belirsiz sanayi atılımının işgücü talebi için (niteliksiz) yedek işgücü deposu işlevi görüyor. Ekonomik büyümeye kaynak yaratma işlevini önemli ölçüde kaybeden alanın sorunlarının başında verimlik, işletme yapıları, teknolojik gelişmeleri izleyememe, gelir dağılımı, nüfus ve istihdam, çevre sorunları geliyor.

Üretim Artışında Azalma
TABLO 2: REKOLTEDEKİ DEĞİŞİM

1963-80
1980-95
BİTKİSEL ÜRETİM
68,58
35,95
TARLA BİTKİLERİ
70,42
33,96
HUBUBAT
59,90
16,68
BAKLAGİL
30,51
136,45
SANAYİ BİTKİLERİ
78,94
59,16
YAĞLI TOHUMLAR
81,12
35,32
YUMRU TOHUMLAR
90,13
63,14
SEBZE
59,13
47,80
MEYVE
81,76
23,40
SÜT
30,20
9,24
ET
17,75
-4,10
YUMURTA
202,60
138,53
TAVUK
94,97
198,61

NÜFUS
43,34
37,5

Tarımsal Katma Değer*
57,12
15,73

* Tarımsal Katma Değerdeki 1963-80 yılları arasındaki değişme 1968 sabit rakamları ile 1980-95 arası değişme 1987 sabit rakamları ile hesaplandı.
Kaynak: Tarım İstatistikleri Özetleri, İstatistikî Göstergeler 1923-95, Ekonomimizin Sayısal Görünümü, Ekrem Pakdemirli verilerinden hesaplandı.

Bitkisel üretim artışı, 1960’lı yıllara kadar işlenen toprakların genişlemesine bağlı oldu. 1963-95 arasında, işlenen topraklarda bir miktar genişleme oldu ise de, üretim artışı esas olarak modern girdi kullanımının artmasına bağlı olarak verim artışlarından meydana geldi.
Son yıllarda bitkisel üretimde 1994’deki üretim düşüşünün olumsuz etkileri sürüyor. 1994’de bitkisel üretimde meydana gelen düşme,  96 ve 97 yıllarındaki artışlarla toplam üretimde  telafi edilse de, tahıllar, baklagiller, turungiller, taş çekirdekli ve üzümsü meyvelerde üretim hala 1993 düzeyinin altında. Ayrıca 1993’e göre 1997’de toplam bitkisel üretimdeki artış, nüfus artışının dörtte biri kadar oldu. 1993’deki nüfus -üretim dengesini tutturabilmek için 1998 yılında tarımsal üretimin en az yüzde 5 oranında artması gerekiyor. Ama Eylül - Aralık aylarındaki gübre kullanımındaki düşüş, daha sonraki dönemde de sürerse bu mümkün olmayacak.
Sürecin böyle devam etmesi Türkiye’yi hayvansal ürün, buğday, yemlik ve yağlık üretimde ithalatçı konumunu pekiştirebilir. Bu da Türkiye’nin temel gıda maddelerinde dışa bağımlı hale gelmesi anlamına geliyor.
İşletme Büyüklüğü Ne Kadar Nasıl Büyütülecek
1952-91 arasında, tarımsal yapıdaki genel eğilim, işlenen arazi miktarının ve işletme sayısının artması, ortalama işletme büyüklüğü ve işletmelerin çok parçalılık durumunun azalması şeklinde.  1952-91 arasında işlenen alan 20 milyon hektardan 24 milyon hektara, tarım işletme, sayısı  2.5 milyondan, 4.1 milyona çıkmış, ortalama arazi büyüklüğü 77 dekardan 59 dekara, işletmelerin birden fazla parçaya bölünen işletmelerin  oranı yüzde 94.5’den yüzde 85’e düştü. Toprağa sahip işletmelerin yüzde 85’inin, işlenen alanın yüzde 42’sine, yüzde 5’inin yüzde 37’sine sahip. En son 1981 yılında yapılan köy envanter çalışmasına göre kısal kesimdeki ailelerin yüzde 30’unun toprağı yok.
Topraklar üzerinde genel bir nüfus baskısı olduğu, küçük işletmelerin ağırlıkta olmasının optimal girdi kullanımını, verimliliği ve maliyetleri olumsuz etkilediği, tarımda istihdamı azaltılması ve işletme büyüklüklerinin optimuma çıkarılması gerektiği düşüncesi yaygın bir kanı olmakla birlikte, optimum işletme büyüklüğünden ne büyüklükte / nitelikte işletme anlaşıldığı belli değil. Optimum işletme büyüklüğü mekanizasyona, ekilen ürüne, ekolojik koşulara göre değişmekte olup 1 ailenin kendisinin en etkin şekilde işleyebileceği büyüklüğün seracılıkta 10 dekara kadar inerken, buğdayda 500 dekara kadar çıkabiliyor. Bu durum dikkate alınarak optimum ölçülerden uzak cüce, büyük ve çok büyük işletmeler optimum işletme boyutuna getirildiğinde, tarımsal faaliyet dışında istihdam edilmesi gereken aileler ile toprağa sahip olmayan ailelerin toplamı olarak mevcut istihdamın üçte biri kadarının tarım dışı alanlarda istihdam edilmesi mümkün. Ama tarımsal nüfus ve istihdamın yüzde 10 altına indirilmesi gerektiğinin sık sık telaffuz edilmesi, optimum işletme büyüklüğünden devasa çiftliklerin anlaşıldığını düşündürüyor. Bu durumda halen toprağa sahip ailelerin üçte ikisinden fazlasının topraksızlaştırılması (ve tarım dışına sürülmesi) gündeme gelir.
TABLO 3 :TARIMSAL İŞLETME BÜYÜKLÜKLERİ

1952

1963

1970

1980

1991


İŞLETME S
TOPRAK
İŞLETME S
TOPRAK
İŞLETME S
TOPRAK
İŞLETME S
TOPRAK
İŞLETME S
TOPRAK
1.20
30,57
4,30
40,92
7,03
44,15
10,36
30,20
4,14
34,92
5,64
20-100
53,39
34,98
45,97
41,22
44,34
37,85
52,14
37,15
50,11
36,42
100-200
10,28
19,32
9,41
23,74
7,82
21,02
11,55
23,84
9,66
20,99
200-500
4,25
16,58
3,22
16,98
3,12
19,59
5,31
22,85
4,38
19,82
500+
1,52
24,82
0,50
11,02
0,57
11,17
0,81
12,02
0,93
17,13
Kaynak: Tarım Sayımları

Uluslararası Rekabete Uygun Olmayan Verimlilik
Bir çok üründeki verim dünya ortalaması civarında olmakla birlikte, o ürünün dünya ticaretinde söz sahibi olan ülkelerdeki verimden düşük. Örneğin arpa, mısır, üzüm verimleri dünya ortalamasının az altında, soya, şeker pancarı, ayçiçeği az üstünde, çay, pamuk, yer fıstığı, çeltik, patates oldukça üzerinde, buğday oldukça altında. Ama pamukta Türkmenistan, Mısır,  üzümde İtalya, Fransa, pirinçte Çin, AB, ABD gibi ülkelerdeki verimden düşük. Dünya fiyatlarının bu ülkelerce kendi maliyet ve sübvansiyonları ile belirlenmesi ithalatı cazip hale getiriyor.
Bugünkü verim farkı kapatılamayacak bir fark değil, ama yeni yöntemler yayagınlaştığında fark çok büyüyecek. Örneğin tarımsal üretimi iklim koşullarından bağımsız hale getiren yöntemlerle, klasik yöntemle 1. sınıf sulu alanda yetiştirilen ürüne eşdeğer ürünü yetiştirmek için ( yöntemine göre ) 100-1000 kat daha az alan kullanılabiliyor.
Türkiye’de verimin görece düşüklüğünde üreticinin niteli(ksizli)ği ve devlet politikaları birinci derecede etkili oluyor. Örneğin tohumculuğu özel sektöre açılması ile birlikte satılan tohumların denetiminin yapılmamasının üreticiyi kaliteli tohumun yanı sıra kalitesiz veya adaptesi yapılmamış tohumla karşı karşıya bırakması, 60 ton gübre kullanılması gerekirken, daha çok gübre atılmasından daha çok verim alınacağı kanısı sonucu 100 ton gübre kullanılması verimi düşürüp,  toprak kirliğine yol açıyor. 
Bu ve benzeri konularda 1984’den Tarım Bakanlığının üreticiye hizmet götürmesinin sınırlanması, Toprak-Su’nun lağvedilmesi ve tarıma hizmet götüren kamu kuruluşları arasındaki koordinasyonsuzluk önemli rol oynuyor. İşletme yapısı ise bunları tamamlıyor.

Hangi Teknoloji Nasıl Kullanılacak 
TABLO 4: TARIM TOPRAKLARININ PARÇALILIK DURUMU
Arazi Parça Sayısı
1950
1963
1980
1990
1
5,4
9,6
9,46
15
2*3
22,7
20,8
26,22
29
4*5
23,2
19,9
22,4
23
6*9
26,1
24,9
22,22
19
10 - +
22,6
24,8
19,7
15
Kaynak: Tarım Sayımları
Modern girdilerin ucuza ithal edilmesi, düşük petrol fiyatı, gübrenin sübvansiyon edilmesi, kredi faiz oranlarının reel olarak negatif olması ve 1985’e kadar büyük ölçüde kamu kurumları eliyle dağıtılması traktörün kullanımı 1948’den sonra, kimyasal gübre, sulama, tarımsal ilaç, ıslah edilmiş tohum kullanımı 1960’dan sonra yaygınlaştırdı. Sulama yüzde 20, gübreleme yüzde 30-50, tohum yüzde 30-50, tarımsal mücadele yüzde 10 oranlarında verimi artırdıkları halde, bir birbirleri ile uyumlu ve gerektiği kadar kullanılmayıp, bilinçsizce kullanıldıkları için Türkiye’deki verim bu oranlarda artmadı.
Türkiye’de traktör gücü yeterli düzeye yakın olup, mevcutları verimli kullanılmıyor, iş makinelerinde ise büyük açık bulunuyor. FAO istatistiklerine göre 1991’de Türkiye’de 1000 hektara düşen özgül traktör yoğunluğu ABD ile aynı düzeyde, İngiltere’dekinin üçte biri, İtalya’dakinin beşte biri kadar. Buna karşılık yıllık kullanım süresi ekonomik olarak olması gerekenin yarısı. Mekanizasyonda esas sorun traktör başına düşen iş makinelerinde; gelişmiş ülkelerde bu miktar 10 ton civarında olduğu halde Türkiye’de 3 ton kadar. Ayrıca halen 316  bin kadar karasabanın bulunması emek yoğun işgücünün düzeyi ile birlikte traktör dağılımındaki dengesizliği de gösteriyor. Makine kullanımında kooperatifler ve makine parkları ile ortak kullanıma geçilmesi mekanizasyondan azami yararı sağlayıp, maliyetini düşürebilir.
Gübre Üreticileri Derneği istatistiklerine göre toplam alanın yüzde 80,4’ünde gübre kullanılmaktadır. Eğer 1994’de gübre fiyatlarının çok artması sonucu, gübre kullanımı düşmeyip de 1993’deki artış hızı sürmüş olsa idi, 1997’de bu oran yüzde 85’i geçmiş olacaktı. 1997’de hala 1993’deki kullanım miktarından az.
TABLO 5 GİRDİ KULLANIMINDAKİ DEĞİŞME

25-38
1950
1963
1980
1995
GÜBRE (000 Ton)
1,5-25
42
398.4
3.019,9
4.386
TRAKTÖR*
0,9-1,1
31.415
50.844
436.369
771.975
SULANAN ALAN ***  (000 Hektar)

800
1.177
1.300
3.044
İLAÇ (000 ton)**

9,50
37,4
39
33,90
KARASABAN*

1.981.550
1.963.632
953.292
316.717
BİÇER - DÖVER*

3.222
5.931
13.667
12.706
* 1950 rakamları 1952 yılına ait.
** İlaç kullanımındaki düşme yoruma katılırken hammaddelerin daha etkin hale getirilmesi hesaba katılmalı.
*** Sulanan alanlar kamu eliyle sulama hizmeti götürülen alanlar olup, bu alanların yarısı civarında alanı da üretici kendi olanakları ile suluyor. 
KAYNAK: İstatistik Göstergeler 1923-95, Gübre Tüketim istatistikleri Katalogu, Planlı Dönemde Rakamlarla Tarım Sektörü, Tarım, Gülten Kazgan
Sertifikalı tohum kullanımı özellikle tahıllar başta olmak üzere tarla bitkilerinde yeteri kadar yaygınlaşmadı. Tohumda kalite önemli sorun teşkil ediyor. Buğday başta olmak üzere, ayçiçeğinden pamuğa kadar bir çok tarımsal ürünün tohumu istenen kalitede değil.  Kalite düşüklüğü hem o ürünün hem de o ürünü işlenmesinin maliyetini artırıyor. Hatta kaliteli tarımsal ürün ithalatı bile yapılmakta. Örneğin makarna sanayinin kullanacağı buğdayın önemli kısmı ithalat ile karşılanıyor.
 Tarımsal üretimin ortalama kar marjı kabul edilen yüzde 30’a göre zaten yüksek olan tarımsal kredi faiz oranlarının 1997’de iki katına yakın artırılması, tarımsal üretimde kullanmak üzere kredi alan olan üreticiyi önceki faiz oranına göre daha da zorluyor. Tarımsal amaçla verilen kredilerde faizlerin yanı sıra verilen kredilerin amaç dışı kullanımının yaygınlığı da tarımsal alan için büyük sorun teşkil ediyor. Kredilerin amaç dışı kullanımında mali sektörü yatırım başta yer alıyor. Tarımsal kredilerde faiz oranı düşürülürken, amaç dışı kullanımları önleyecek sıkı denetimin getirilmesi gerekiyor.
Halen ekonomik olarak sulanabilecek alanların yarısı civarı sulanıyor. Bunun üçte biri civarını üretici kendi olanakları ile suluyor. Sulamada yüzey sulamasının yaygın olması toprak verimliliğini olumsuz etkilemekte, orta vadede toprağın çoraklaşmasına yol açmakta.

Kırsal Kesimin Yapısı Ve Gelir Dağılımı
TABLO 6: KIRSAL HESİM GELİR DAĞILIMI

1963
1968
1973
1987
1994
1
4,50
3,70
3,50
5,24
5,57
2
8,50
7,00
8,00
9,61
10,14
3
11,50
10,00
12,50
14,06
14,80
4
18,50
20,00
19,50
21,15
21,79
5
57,00
60,00
56,50
49,94
47,70
Kaynak: Kasnakoğlu, Akder, Tarım, 1994 Gelir Dağılımı Anketi Sonuçları DİE,
1991 Genel Tarım Sayımına göre toplam işletmelerin yüzde 3.43’ü yalnız hayvancılık, yüzde 24.42 yalnız bitkisel üretim, yüzde 72.14’ü hayvancılık ile bitkisel üretimi birlikte yapılıyor. DİE’nin düzenlediği Tarımda İstihdam İstatistikleri Semineri’nde Ayşe ARSLAN ve arkadaşları tarafından sunulan bildiriye göre ise toplam işletmelerin yüzde 25.60’si bitkisel ve hayvansal üretimi birlikte yürütüyor, yüzde 14.76’ü karışık bitkisel ürün yetiştiriyor, yüzde 13.45’u büyük baş hayvan yetiştiriciliği yapıyor, yüzde 13.21’ü genel tarla ürünleri ekiyor. Tarımda uzmanlaşmanın gelişmemesi ve arazilerin parçalı olması tarımsal gelirde sigorta işlevi de görerek, bir üründen elde edilen gelirin düşüklüğü diğer ürün/ürünler ile kısmen de olsa giderilebiliyor.
1980 sayımına göre 1991’de toplam işletme sayısı içinde yalnız kendi arazisini işleyen işletmelerin oranı ve işledikleri alan artarken,  yalnız kira ve ortakçılık ile toprak işleyen işletmelerin oranı işledikleri alan düşmüş. Dönem içerisinde yalnız ücretsiz hane halkı çalıştıran işletmelerin payı düşerken ücretsiz hane halkı ile ücretli işçi çalıştıran işletmelerin payı artmış. Halen toplam arazinin yüzde 87,1’ini işleyen toplam işletmelerin yüzde 92.75’i yalnız kendi arazisini işliyor.  Bu durumda en yaygın çalışma şekli ücretsiz aile işçiliği ve kendi hesabına çalışma oluyor.  Ücretsiz aile işçilerinin yüzde 92’si, kendi hesabına çalışanların yüzde 63’ü tarım sektöründe çalışması işsizliği gizliyor, gelir dağılımı bozukluğunun yakıcı sonuçlarının ortaya çıkmasını önlüyor.
Tarımsal alanda işgücüne katılma oranı yüzde 64-65 civarında. Tarımsal işgücünün yüzde 30’nun okuma yazması yok, geriye kalan yüzde 70’inde büyük kesimi ilkokul mezunu. Okur-yazar olmayanların yüzde 80’i, okur-yazar olupta okul bitirmeyenlerin yüzde 72’si, ilkokul mezunlarının yüzde 53’ü tarım sektöründe çalışıyor.  Eğitim düzeyinin düşüklüğü tarımsal üretimde bilimsel esaslara göre tarımsal faaliyetin yapılmasını engelliyor, öğrenme sürecinde deneme -yanılma esaslı pratik uygulamanın ağırlık taşımasına yol açıyor. Bu da geleneksel yöntemlerin uzun zamanda yerini teknolojik gelişmelere bırakmasına neden oluyor.
Gelir dağılımı bozukluğu ile işletme yapısı bozukluğu arasında bire bir örtüşen ilişki yok. Küçük büyüklükteki arazilerde sebze meyve, özellikle de son yıllarda yaygınlaşan sera ürünleri yetiştiren işletmelerin geliri, orta büyüklükteki toprağa sahip tahıl eken işletmenin geliri düzeyinde olabiliyor.
Gelir dağılımı anketlerine göre kırsal kesim gelir dağılımı bozukluğu 1963-73 arasında artmış, 1973’den sonra azalmış. 1994’de bozukluk 1963’e göre daha az.  Ama 1994’de kırsal yerlerde aile başına ortalama gelir, kentsel yerlerdeki aile başına ortalama gelirin yarısı kadar. Kentsel yerlere göre kırsal yerlerde gelir dağılımı daha dengeli dağılmış. Kırda en düşük gelire sahip yüzde 20’lik ailelerin geliri, en yüksek gelire sahip olanlardan 8,5 kat olmasına rağmen kentteki ailelerin gelirinin üçte ikisi kadar olması kırda açlık sınırının altında yaşamaya çalışanların sayısı kentten 2.5 kat kadar fazla olmasına yol açıyor. 1990 yılında yapılan bir başka araştırmaya göre, kırsal alanda yaşayanların yüzde 56’sı asgari ücret komisyonu tarafından belirlenen aylık asgari ücretin altında gelire sahip.

Çevre Sorunları Tarımsal Üretimin Geleceğini Tehdit Ediyor
Bugün Türkiye’deki tarımsal üretimi tehdit eden en önemli etmenlerden birisi verimli tarım topraklarının yok olma tehlikesi; Son 20 yılda 1,5 milyon hektar verimli toprak amaç dışı kullanıma açılmış. 20 yıl sonra GAP tamamlandığında ise 1.7 milyon hektar alan ancak sulanabilecek.
Türkiye’nin verimli toprağı çok değil; Bugün tarımsal amaç için kullanılan 27 milyon hektar araziden ancak 12-13 milyon hektar verimli toprak. 16 milyon hektar alanda ortadan çok şiddetliye kadar değişen düzeylerde erozyon var. Her yıl 500 milyon ton toprağı erozyon nedeniyle kaybediliyor.
Sanayi, konut ve turizm yapılaşması ile bilinçsiz tarımsal üretimin neden olduğu toprak, hava, su kirlenmesi tarımsal üretimin geleceğini tehdit ediyor. Enerji ve sanayi tesislerinin katı, sıvı gaz atıkları, hatalı ve aşırı ilaç ve kimyasal gübre kullanımının yol açtığı kirlilik, eko-sistemlerin karşılıklı bağımlılığı ve geçişenliği nedeniyle son derece geniş alanlara yayılıyor ve çok değişik biçimlerde etkisini gösteriyor.
Doğanın kendi gerçek kapasitesinin çok üzerinde kullanılmasının ilk akla gelen etkisi ekonomik olması, gıda üretiminin her geçen gün daha pahalı bir hale gelmesi. Bunda verimsizleşen topraklarda verimi artırmak için daha çok gübre, ilaç, özel üretilmiş tohumların kullanılması başlıca rolü oynuyor. Bu yöntem verimi kısa erimde büyük ölçüde artırmasına rağmen, bir süre sonra toprak dengesini bozarak, toprakların besin maddeleri yönünden fakirleştiriyor. Bu da azalan verimi gidermek için daha çok kimyasal girdi kullanılmasını gündeme getiriyor. Örneğin Türkiye genelinde 1 ton buğday üretebilmek için 1970’li yılların başında 44 kg gübre, 9 kg sertifikalı tohum yeterli olurken, bu miktarlar 1980’li yılların sonunda 168 ve 13 kg’a çıktı. Aynı dönemde ilaç ve hormon kullanımı da arttı.
Doğa kirliğini oluşturan maddeler, canlıların yaşam ortamını olumsuz etkilediği gibi besin zincirine geçerek insan vücudunda da her geçen gün artan miktarda birikiyor. Bitkinin doğal yapısını bozan bu maddelerin tüm canlı ve mikro organizmaların genetik özelliklerini etkilemediği söylenebilir mi? Sorunun çözümü ise, kalkınma-çevre-beslenme-sağlık arasındaki ilişkiyi doğru zemine oturtup, ekolojik tahribe son verecek ve doğanın korunmasını sağlayacak ekonomik kalkınma modelleri geliştirilmesinden geçiyor.

GAP
Proje tamamlandığında bitkisel üretimde 3-4 katlık bir artışın olması bekleniyor. GAP’taki yatırımlar hızlandırılmaz ise, tamamlaması 20 yılı alabilecek, bu sürede yatırımlardan yavaş yavaş sonuç alınması, etkisinin hissedilmesini azaltacak. 1995 yılı sonu itibarıyla, GAP bölgesine yapılması planlanan toplam yatırımların yüzde 38.3’ü, tarım sektörü yatırımlarının ise yüzde 8.7’si ancak tamamlanmış. Tarım Master Planı yeni yeni hazırlanmaya başlandı. Ama bölge şimdiden yerli ve yabancı işadamı heyetlerince incelemeye alındı. Teknoloji kullanımının düşük ve verimin sınırlı olduğu bölgede sulama ile birlikte mekanizasyonun tamamlanması, ilaç, gübre ve tohum kullanımını arttıracak. Eğer fazla modern girdi kullanılırsa doğanın da dengesi bozularak çevre kirlenmesi ile birlikte çeşitli zararlıları ortaya çıkabilir.
Bölgedeki toprak dağılımının aşırı bozukluğu ve bölgeye ulusaşırı sermayenin ilgisi Proje ile yaratılan katma değerden kimim, nasıl, ne kadar pay alacağını ve bunun ne kadar devam edeceği sorusunu akla getiriyor. Bir diğer soru da bölgedeki üretim deseninin Türkiye halkının ihtiyaçlarına göre mi ulusaşırı şirketlerin ihtiyaçlarına göre mi oluşacağı sorusu. Böyle bir durumda dev tekeller Bölgenin zengin maden yatakları dâhil tüm toprak kaynaklarını alabildiğine sömürdükten sonra çekip gidebilir. Geriye de bugünkü kadar bile işlenemeyen çorak topraklar ve işsiz insanlar kalabilir.


Pazar İlişkileri Ve Sanayi
Tarımsal üretimde yüzde 98 oranında pazara yönelik üretim yapılıyor. Tarımsal girdi kullanımın ve tüketim eşyasının yaygınlığı da tarımsal alanda pazar ilişkilerinin geliştiğini gösteriyor. Ama bu gelişme üretilen her şeyin satılıp, kullanılan her şeyin satın alındığı düzeyde değil. Tütünde bile pazarlama oranı yüzde 99’u bulmuyor. Ürünün bir kısmı aile içi tüketime, tohuma vb. ayrılıyor.
Tarımla ilgili sanayi için sorun ucuz ve kaliteli tarımsal ürün bulabilmek. Yem, unlu mamuller, şeker, tütün, hayvansal ürün sanayi, bitkisel yağlar, dokuma, tarım alet ve makineleri, gübre, tarımsal ilaç, tohumculuk hammadde sorununun yaşandığı sanayilerin başında geliyor. Tahıl ülkesi Türkiye’de unlu mamuller sanayinin istediği kalitede buğday üretimi yetersiz. Pakistan, Yunanistan pamuğu Türkiye pamuğunun yerini almakta, yem sanayi hammaddesinin yüzde 80’nine yakınını ithal edilmekte. Bu bağımlılık fiyatları doların değerine endeksli olarak arttırmakta,  fabrikaların çalışmasını da ithalatın sürekliliğine bağlamakta.
Son yıllarda hızla geliştirilen genetik ve bio-teknoloji, önümüzdeki on yıllarda bu sürecin başat haline geleceğini gösteriyor. Türkiye’nin tarım, sanayi ve teknoloji politikası, geleceğe yönelik olarak bu çerçevede yapılandırılıp, tarım ve ilgili sanayinin her dalına uygulanmaya başlanmaz ise mevcut olumsuzluklarla kıyaslanmayacak olumsuzluklarla karşılaşılabilinir. 

Dünyadaki Gelişmeler
Dünya tarımı ile birlikte Türkiye tarımı dört olgunun; teknolojik atılım, doğal üretime dönüş, iklim değişiklikleri, sübvansiyon ve desteklerin kaldırılması talebinin baskısı altında.
İklim değişikliklerinin tarımsal üretim üzerindeki etkisi hala büyük ölçüde belirsiz. Doğal (organik) tarımın gelişmesi ise çok yavaş. Bio-teknolojinin gelişmesinin tarımın temelini değiştirerek, tarımsal üretim sürecinin iklim koşullarına bağımlılığını azaltması, verimi sıçratması,  maliyetleri düşürmesi bekleniyor. Ayrıca ABD’de (ne zaman hangi toprağa hangi ürünün ekileceği, bu ürün için ne kadar gübre kullanılacağının belirlendiği) uzaktan algılama sisteminin yayılması maliyet ve verim üzerinde olumlu etki yapıyor. Türkiye’nin bu gelişmeleri henüz uzaktan haber düzeyinde izlediği,  uygulanması konusunda politika geliştirmediği söylenilebilir. Bu ve benzeri gelişmeler yakından izlenip, bu konuda gerekli adeptosyon ve araştırma- geliştirme çalışmaları yapılmaz. ise geleceğin dünyasının ilkel kabilesi görünümünde kalınabilinir.
Güncel olarak Türkiye tarımı ve tarım politikası sübvansiyon ve teşviklerin azaltılması talebinin baskısı altında. Gelişmiş ülkeler, IMF ve Dünya Bankası tarımsal üretim ve ticaretine sübvansiyonların kaldırılması için baskı yapıyorlar. Baskılarında bütçe olanaklarını ve GATT Uruguay Raundu Tarım Anlaşmasını malzeme olarak kullanıyorlar.

Tarım Politikaları ve Küreselleşme
1980’ne kadar tarım politikaları ulusal sanayinin kurulması, ulusal pazarın oluşturulması yöneliminde belirlendi. Politikalar devlet eliyle üretimi, verimi artma, meta ilişkilerinin geliştirilmesi temelinde küçük işletmelerin kökleşmesi ve korunması doğrultusunda oldu. TCZB, TZDK, TMO, Tekel, Çay-Kur SEK, EBK, Yem Sanayi hatta TSKB’leri ile üretim deseni oluşturulup, denetlendi ve  iyileştirildi, üretici pazara açıldı. Tarım Bakanlığının yapılanması ve faaliyetleri de buna uygun oldu. Tarımsal krediler, girdi sübvansiyonu ve dağıtımı, fiyat ve pazar garantisi ile tarımda modernleşme ve dönüşüm hızlandırıldı. Bu politika ve uygulamaları genel ekonomi politikaları da destekledi. 1980’den sonra genel ekonomi politikalarının yanı sıra tarım politikalarında da değiştirildi. Tarımsal üretimin sorunlarının önemli bölümü de bu politikalardan kaynaklanıyor.
1980’den sonraki politikaları, üretimin değil pazarlama ve mali piyasaların teşviki, dış ticaretin liberalleştirilmesi, Tarım Bakanlığının reorganizasyonu, destekleme kapsamının daraltılması, girdi sübvansiyonlarının düşürülmesi, girdi ve ürün piyasalarının özel sektöre açılması, destekleme alımı yapan kurumların azaltılması, TSKB’lerine desteğin azaltılması, tarımsal KİT’lerin özelleştirmesi, tarımsal kredi faiz oranlarının yükseltilmesi, sulama gibi kamu yatırımlarının maliyetlerinin bir kısmının tahsil edilmesi olarak özetlenebilir. Son yıllarda bu politikalara anlaşmalı çiftçilik teşviki ve borsa sistemi kurma çalışmaları eklendi.
Faiz oranlarının yüksekliği, finansman maliyetlerini yükseltip, kar marjlarını arttırdı. İthalatın liberalizasyonu (ve terbiyevi ithalat) işlenmiş ve işlenmemiş tarımsal ürün ithalatını cazip hale getirirken, tarımsal üreticileri de dünyanın sübvansiyonlu ürünlerinin rekabeti ile karşı karşıya bıraktı. Dışarıdan gelen kaynaklardaki azalma ve bu kaynakların esas olarak borçları ödenmede kullanılması yatırımları ve tarımsal alana sübvansiyonları azalttı. Toplam sabit sermaye yatırımları GSMH’daki oranı her plan döneminde bir önceki döneme göre artarken, sabit sermaye yatırımları içerisindeki tarımın payı yarıya yakın azalması en çok su ve toprak kaynaklarının geliştirilmesini etkiledi.
Özelleştirme politikalarının tarımsal kesime yansıması, hayvancılığın krizini arttırmakla kalmadı, çözüm olanaklarını da sınırladı, bitkisel üretimde ise verim artışını azalttı, hatta kimi ürünlerde durdurdu. TL'nin değerinin düşürülmesi ve girdilerin ana maddelerinin ithalata dayanması girdi fiyatlarını olağanüstü arttırdı. Enflasyonu düşük tutmak ve düşük ürün fiyatları yoluyla rekabet kazanma isteği üretici gelirlerini azalttı ama aracı kar marjlarının artması sonucu gıda maddeleri fiyatları tarımsal ürün fiyatlarından daha çok arttı.
Alanla ilgili kamu birimleri arasındaki çok başlılık ve koordinasyonsuzluk yapılabilecek olanların da daha azının yapılmasına neden oldu. Toprak -Su gibi kurumların kapatılması tarla içi hizmetleri minumum noktaya indirdi. Tarım bakanlığının 1984’deki reorganizasyonundan sonra teknik elamanlar adım adım tarladan çekildi, üretici eğitimsizliği ile bayilerin yönlendirilmelerine açık hale getirildi. Anlaşmalı çitçiliğin bu kadar hararetli savunulmasının nedeni de tarımın ve tarımcının yük olarak görülüp, bu yükün bir an önce  (sanayi ) tekeller(in)e devredilmek istenmesi.
Bu politikalar, Türkiye’ye özgü olmadığı gibi sonuçları da Türkiye’ye özgü değil; 1980’den sonra gelişmekte olan ülkelerde tarımsal üretim genel olarak geriledi; 1980-90 arasında, gelişmekte olan ülkelerde tarımsal üretim değeri 12 milyon dolardan 10 milyon dolara, tarımın payı ise yüzde 20'den yüzde 14'e düştü.
Yoksul ülkelerin 1980’den sonra rantiyerliğe ve borç ödemelerine zorlanmaları üretimi olumsuz etkiledi.  1982-1990 yılları arasında yoksul ülkelerin zengin ülkelere borç ödemeleri dolayısıyla transfer edilen gelir, 2. Dünya savaşı sonrası ABD’nin Avrupa’ya Marshall yardımı adı altında yaptığı gelir transferinin tam 8 katı. Marshall yardımının Avrupa’nın bugünkü hale gelmesinde oynadığı önemli rolü hatırlanırsa bu transferin önemi daha iyi anlaşılır.
Ayrıca gelişmekte olan ülkelerin ürün deseni ulusaşırı şirketlerin istekleri doğrultusunda, değiştirilmesi, bu ülkeleri temel gıda maddeleri açısından dışa bağımlı hale getirdi. Bunun en açık örneği Somali. Somali’de hayvansal üretim ile bitkisel üretim arasındaki dengenin ortadan kaldırılması ve su kaynaklarına varıncaya kadar her şeyin özelleştirilmesi kitlesel açlığı ortaya çıkardı. Meksika ve Nikaragua’nın kısa sürede net gıda dışsatımcı ülke konumundan, net gıda dışalımcı konumuna gelmesi çarpıcı örnekler.
Yeni politikaların bir yanı genetik ve bio-teknolojinin hızla geliştirilmesi temelinde oluşturuyor. Yeni ve/veya melez bitkiler yaratılmakta ve üretim sürecine müdahale ediliyor.  Üretim sürecine müdahalede iki hedefleri var; birisi tavukçuluk ve seracılıkta olduğu gibi kesintisiz bir üretim sürecinin başat hale getirilmesi,  diğeri mısırdan şeker elde edilmesi gibi protein ve vitamin yönünden zengin yeni suni besinlerin elde edilmesi.  Tarım politikalarının diğer yanı gıda tekellerinin üretim ve dağıtımlarını dünya ölçeğine yaymaları oluşturuyor. Bunun için de diğer ülkelerdeki üretimi ve dağıtımı doğrudan denetimleri altına alıyorlar. Bunun araçları olarak borsa sistemi ve anlaşmalı çiftçilik öne çıkarılıyor.
Dünya ile entegre bir borsa sistemi üretim sürecinin dünya çapında örgütlenmesine ve tarımsal üreticilerin dünya çapında yarıştırılmasına zemin hazırlıyor. Böylece sınai üretim sürecinin hammaddeye, (tarımsal ürüne) kadar esnetilerek ulusaşırı tekellerin stok maliyetini düşürmesi, hammaddeyi en düşük fiyattan kolayca temin etmesi olanağı sağlanıyor.
Borsa sistemi aracılığıyla dünya çapında bu şirketlerin istediği tür ürünü, istediği standartta satmak için yarıştırılan üretici, bu yarışta geri kalmamak için verimi arttırma, maliyeti düşürüme zorunda. Bu ise bugün yüksek bağımlılık yaratıcı ilaç, gübre ve tohum paketlerinin daha çok kullanılması ile, yarın bio-teknoloji ürünlerinin kullanılması ile mümkün. Bu bir yandan bu teknolojiyi elinde tutan /geliştiren uluslaraşırı tekelere hem sürekli talep sağlıyor, hem de bağımlı yapıyor. Bağımlılığın yaygınlaşması,  rekabeti, (özellikle Türkiye gibi teknolojik üstünlüğü sahip olmayan ülkelerin üreticileri için) işgücünün değerini sürekli düşürülmesi ile mümkün kılması, yaşam standardını da düşürebilir. Bu bana yetmiyor dendiği anda “şurada daha ucuzu var, oradan alırım” yanıtı hazır.
Üretim deseni ise gelişmiş ülkelerin amaçları ve ulusaşırı şirketlerin ihtiyaçları doğrultusunda değiştiriliyor. Gelişmemiş ülkelerin esas olarak yemlik tahıllar ile yağlı tohumlar, turfanda sebze, meyve ve balık  vb.lerinde, gelişmiş ülkelerin yemeklik tahıllar, hayvansal ürünler ve girdilerde uzmanlaşmaları isteniyor. Böylece, gelişmemiş ülkelerdeki üretim, kendi halklarının ihtiyaçlarına göre değil, dünya çapında zengin tüketicilerin ihtiyaçlarına göre yapılandırılarak, beslenmede de kendilerine yeterlilikten çıkarılmaları hedefleniyor. Beslenme rejimi de sürece uydurulup gelişmiş ülkelerin dinamiklerine ve ulusaşrı şirketlerin üretimlerine göre yeniden biçimlendiriliyor.
Tarımın sanayiye entegrasyonun halkalarından birisi olarak yaygınlaştırılmaya çalışılan anlaşmalı çiftçilik ile üreticinin, ürettiği ürün, üretim süreci ve satış fiyatı üzerinde karar hakkı tamamen kalkıyor, sermayeye tamamen bağımlılaşıyor. Riski büyük ölçüde üretici üstlenirken fiyatları tek yanlı olarak şirketler belirlemesi üretici geliri de ortalama işçi ücreti civarında gerekleşiyor. Bu ilişki ile üreticinin neyi, ne kadar, nasıl, kaça üreteceğine şirketler karar veriyor.
Kısacası, küreselleşme adı altında ulusal pazarlar tasfiye edilirken, ulusal ihtiyaçlar ortadan kaldırılıyor, bireysel ihtiyaçlar uluslararası pazara bağımlı hale getiriliyor (ulusal devletlere de bunu sağlamak rolü düşüyor). Bu gelişmelerle üreticilerin artık eskisi gibi tarım yapma olanakları yok ediliyor.  Üretim sürecindeki denetimleri ortadan kaldırılıyor. Ulusaşırı şirketlerin ihtiyaçlarına göre ve onların belirlediği koşullarda üretim yapmaya ve satmaya zorlanıyorlar. Buna göre de büyük tarım çiftlikleri ön plâna çıkarılıyor. Küçük üreticiler ise taşeronlaştırılarak, ulusaşırı sermayenin uzantısı haline getirilerek bağımlılaştırılıyor ( bunu korumak ve açlarla mücadele de ulusal devlete kalıyor). Bu noktada üreticilerin kendi iradeleri ile bağımsız üretici örgütlenmeleri oluşturup, hak ve çıkarlarını koruyucu bir hareketlilik içerisine girmeleri her zamankinden daha fazla önem kazanıyor. Ama örgütlenme ve hak arama bilincinin /geleneğinin olmaması bunu zorlaştırıyor. 

Desteklemeler
Türkiye’de taban fiyat ve destekleme alım politikası bir iki ürün dışında yüksek fiyat verme, ya da çok ürün alma şeklinde değil, genellikle piyasayı düzenleyici miktarda alım ve aracı karlarını azaltıcı fiyat şeklinde oldu. Destekleme alımlarının bu amaca yönelik kullanıldığı dönemlerde, kapsamdaki ürünlerde, üreticinin maliyetin altında ürün satması, aracıların yüksek kar marjı önlendi. Destekleme kapsamındaki ürünlerde aracı karları yüzde 50-60 civarında olurken, destekleme dışı ürünlerde, ya da amaca hizmet etmeyen uygulamalarda yüzde 600-700’lere kadar çıktı. Bu şekilde üretimi teşvik edilip, ürünler bozulmadan saklanarak ihracat gelirleri artırıldı.  Ayrıca seçim öncesi yıllarda, sık sık ürün kapsamının genişletildi ve fiyatları yüksek açıklandı
Günümüzde bu yönteme karşı çıkılmasının nedeni faiz ödemelerinden arta kalan bütçe kaynaklarının diğer alanlara harcanması isteği ile uluslararası baskılar. Gerçekte destekleme alımları için harcanan bütçe kaynakları büyük meblağlar tutmuyor; 1982’den sonra destekleme alımları için bütçenin yüzde 10’undan daha az ödeme yapılmış. Son yıllarda ise bu oran yüzde 5 ve altına düştü. Ama birileri o yüzde 5’i bile çok görüyor. Yüzde 5’i çok görenlerin başında Dünya Bankası, IMF, OECD geliyor.  Bu çevreler üretici sübvansiyonlarının tüketicinin ödediği miktarı artırdığını halbuki dünya fiyatlarının düzeyinin düşük olduğunu ya bu fiyattan satılsınlar ya da ithal edilsinler türü gerekçelerle destek ve sübvansiyonların kaldırılmasını istiyorlar. 
Dünya fiyatları söylemi fiyatların belirleniş sürecinden dolayı malın maliyetini ve değerini yansıtmayan yapay bir söylem. Dünya fiyatları, tarımsal üründe mevsimsel etkilenmenin yüksek olmasının yanında gelişmiş devletlerin kendi üretici, sanayici ve ihracatçısına verdiği sübvansiyon ve teşviklerle, kendi iç pazarını koruma oranına göre belirlendiği için yapay.  Ayrıca belli bir anda borsa için büyük miktar kabul edilen miktarda alım yapmak isteyen olduğunda da fiyatlar yükselmektedir.  Türkiye geçtiğimiz yıllarda buğday ve şeker alımı yapmak için dünya borsalarına başvurduğunda 1 tonunun fiyatı 50 dolar civarında arttı. Ayrıca Sübvansiyonlu ihraç fiyatları ihracatçı ülkenin ithalatçı ülkeye yaklaşımına göre değişiyor.  Örneğin ABD ithalatçı ülkelere ve ürünlere göre 35 farklı sübvansiyon oranı uyguluyor. Bu yetmediğinde GSM kredileri ile gelişmekte olan ülkeler ithalata teşvik ediliyor.
Ayrıca Türkiye’de açıklanan fiyatlar 1974-79 yılları hariç 1985’e kadar dünya fiyatlarının altında oldu. 1986’den sonra AB ile ABD arasındaki sübvansiyon savaşı sonucu dünya fiyatlarında büyük düşüş olması nedeniyle genellikle dünya fiyatlarının üzerinde taban fiyat açıklanarak üretici kısmen korundu. Örneğin, 1997 yılında buğday fiyatı dünya fiyatının üzerindedir, ama 1996 yılında dünya fiyatı düzeyinde, 1995 yılında dünya fiyatının altında oldu. Üretici sübvansiyonlarının tüketicinin ödediği miktarı artırdığı iddia edilirken GATT Tarım Anlaşması nedeniyle sübvansiyonların bir miktar azaltılmasının önümüzdeki dönemde gıda maddeleri fiyatlarını artırıcı etkisi olacağı tahmin edilmesi, sübvansiyonlar dünya ölçeğinde sıfırlandığında fiyatların ne düzeye fırlayacağının ipuçlarını veriyor.
Bir de bu yüzde 5’i çok görmeyip, hatta artırılmasını isterken yöntemin de değiştirilmesini isteyenler var. Bu kesimin başında tarımsal ürün işleyen bazı sanayici ve ihracatçılar geliyor. Bunlar, fiyat açıklama ve alımların kendilerine ürün maliyetini dünya fiyatlarının üzerinde olmasına yol açtığını, ürün maliyetini dünya fiyatları düzeyine çekecek bir destekleme yöntemine, prim yöntemine geçilmesini istiyorlar. İktidarın tavrı da şu ana kadar bu yönde. Bu noktada prim yönteminin nasıl uygulanacağı önem kazanıyor. 
Tarımsal üretimin sürdürülmesinden dolayı verilen desteklerle gelir düşüklüğünden dolayı verilen destekler bir birinden ayrılacak mı? Ürün primleri ne zaman açıklanacak? Kaliteye göre farklılaştırılacak mı, farklılaşmayacak mı? Ürünler arası parite sağlanacak mı sağlanmayacak mı? Hedef fiyat Türkiye’deki maliyetler göre mi dünya fiyatlarına göre mi belirlenecek? Prim piyasa fiyatlarına göre değişken mi, sabit mi olacak? Piyasa fiyatlarının belli alt ve üst sınırlar içerisinde değişmesini düzenleyici mekanizma olacak mı, olmayacak mı? Dünya fiyatları esas alınarak, sabit prim verilmesi üretici gelirlerinin düşüşün yol açarak üretici için “güvence sistemi” olarak sunulan bu yöntemi güvencesizlik yöntemine dönüştürebilir. Nitekim Hayvancılık alanında uygulanan prim sisteminin istikrarsızlığı ve miktarının düşüklüğü alanda sorunların artmasına yol açtı.
Girdi sübvansiyonlarında istikrarlı ve kararlı bir politika izlenmez ise Dünya Bankası ve IMF’nin başta gübre olmak üzere girdilerdeki sübvansiyonun kaldırılması isteği gerçekleşebilir. Bunun zemini gübrede yöntemin değiştirilmesi ile hazırlandı. Gübre’de sübvansiyon üretici ve dağıtıcı kuruluşlar üzerinden verilmeye başlanırken,  sübvansiyon miktarı gübre fiyatlarının belli bir oranı olarak değil, sabit bir miktar olarak belirlendi. Bu bir süre üreticinin işletme giderlerini azaltabilir. Ama mevcut sabit miktar gübre fiyatlarındaki artışla orantılı olarak artırılmazsa, sübvansiyon miktarının düşmesine, dolayısıyla üreticinin işletme giderlerinin artmasına yol açar.
Girdi desteği kaldırılmak yerine bilimsel kriterlere uygun girdi kullanımına bağlı hale getirilerek, verimin artması ve çevre kirliliğinin en aza indirilmesi sağlanabilir. Örneğin gübrede sübvansiyon verme şartı, üreticinin toprağını analiz ettirip, analiz sonuçlarına göre gübre kullanmasına bağlanabilir. Zirai mücadele de (biyolojik mücadele ağırlıklı olan) entegre mücadele teşvik edilebilir.
Ayrıca araştırma- geliştirme, eğitim ve yayım hizmetleri, denetim ve kontrol, hastalık ve zararlılara karşı korunma, alt yapı hizmetleri, üretim planlaması gibi üretimi ve verimi artırıcı destekler de artırılmalı, Bunlara rağmen geliri düşük olan üreticilere doğrudan ödeme yapılmalı.

KAYNAKLAR
1. Toprak, Pamuk, Zafer, Şevket (Derleyen), 1988. Türkiye’de Tarımsal Yapılar (1923-2000) Yurt Yayınları
2. Kazgan, Gülten, Tarım, Cumhuriyet Tarihi Ansiklopedisi
3.Kasnakoğlu, Akder, Haluk, Halis. Tarım, Cumhuriyet Tarihi ansiklopedisi
4.Pakdemirli Ekrem, 1995, Ekonomimizin Sayısal Göstergeleri
5. Anonim ; 1993. 1991 Genel Tarım Sayımı Sonuçları,  DİE Yayınları, Ankara
6. Anonim ; 1993. TMMOB, ZMO, Tarımsal Destekleme Politikaları Sorunlar-Çözümler Sempozyumu, Ankara.
7. Anonim ; 1996.Türkiye İstatistikleri 1923-1995, DİE Yayınları,  Ankara
8. Anonim ; 1997.Türkiye İstatistikleri 1996, DİE Yayınları,  Ankara
9. Anonim ; 1997. 1994 Hane halkı Gelir Dağılımı Anketinin Sonuçları, Ankara,
10. Anonim; 1996. Tarım istatistik Özeti 1996, DİE Yayınları, Ankara,
11. Anonim ;  DPT Yılık Programları, Anakara
12. Anonim ; Gübre Üreticileri Derneği Aylık İstatistiki Bilgiler Bültenleri, Ankara
13. Anonim ; 1995. TMMOB ZMO  IV Teknik Kongre T.C. Ziraat Bankası Kültür Yayınları No: 26  Ankara
14. Anonim ; 1995. Toprak Erozyonunun Önlenmesinde Yurttaş Katılımı ( Polatlı Kargalı Köyü Deneyimi),  Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunlarını Araştırma Derneği,  Ankara
15. Anonim, Tarımda İstihdam İstatistikleri Semineri bildiri özetleri DİE
16. Anonim, Planlı Dönemde Rakamlarla Tarım Sektörü TZOB






[1] Bu yazı Ekonomi Muhabirleri Derneği yayın organı “ekonom” adlı derginin Ocak –Mart 1998 tarihli 8. Sayısında (Sf. 31-38) yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.