90'LI YILLAR KIRA NE GETİRECEK?
1980
öncesinde gerek kıra gerekse sanayiye yönelik egemen politikalar ücret, maaş ve
tarımsal ürün fiyatlarını yükselterek reel gelirleri artırma, emekçileri tüketici
olarak pazar ilişkileri içerisine çekerek sömürme olgusuna dayanıyordu. Kar
oranlarındaki düşme eğilimlerini önleme çabalan ile karakterize olan 1980'li
yıllarda ise devlet, emekçi ücretlerinin azalmasını özel olarak teşvik etti. Egemen
sınıflar içerisinde finans ve ticaret alanları lehine bir artık paylaşımı
yaratan bu politikalara her şeyin metalaştırılması önlemi de eşlik etti. Metalaştırma eğitim, sağlık, işsizlik
sigortası (genelde sigortacılık) elektrik dağıtımı alanlarını da kapsayarak,
Pazar ilişkilerinin yaygınlaştırılması ve derinleştirilmesine yol açmaktadır.
Köylülerin
kaderi de diğer emekçilerden farklı olmadı. 1980 öncesinde gerek sübvansiyon ve
destekleme politikaları gerekse devletin ve kooperatiflerin girdi teminindeki
rolü, köylüyü pazar ilişkilerine çekmeye hizmet etmişti. Ancak 80'lerde
destekleme ve sübvansiyonların etkisi sınırlandı. Girdi fiyatlarındaki
yükselme, ürün fiyatlarındaki düşme, köylü gelirlerinde önemli azalmaya yol
açarken, köylünün pazarla İlişkilerinin vardığı düzey, bunalımı içine kapanarak
asmasını engelledi; bunalımı pazara daha çok açılarak, verimliliği artırarak
aşmaya çalıştı. Bu ise modern tarım girdilerinin daha fazla, ücretli emeğin
daha az ve aile emeğinin daha fazla ve yoğun kullanılmasına yol açtı.
Verimlilik
artışına karşın, mevcut fiyatlandırma politikası nedeniyle, çok küçük bir kırsal
üretici kesiminin gerçek gelirlerini artırmayı başarabilirken, bunu başaramayan
büyük çoğunluk tüketim düzeylerini düşürmek, tarımsal faaliyetlerden, uzaklaşmak,
göçmek ya da tarım isçisi olarak çalışmak zorunda kaldılar. İşsizlik ve göç çığ
gibi büyüyen sorunlar halini alırken, denetimsiz modern girdi kullanımı
sonucunda toprak hızla kirlendi ve verimlilik artışı fiyatlama yoluyla tarım
dışına aktarıldı.
1980 sonrasında,
gelirlerini sabit tutma çabalan sonucunda pazara daha çok açılan köylü, özel
firmalar ile karşı karsıya kaldı.
Devlet, köylünün elinden tutmuş, pazara getirmişti. Devlet artık aradan
yavaş yavaş çekilebilirdi, pazarda yalnız başına dolaşmak köylüye kalıyordu.
Köylü artık piyasanın kurallarına (kuralsızlığına) tabi olmalıydı. Tohum,
gübre, ilaç gibi girdiler tekellerin bayilerinden ya da tefeci-tüccardan alınır
oldu, devlet ve kooperatifler aradan çekilmeye başladılar. Önceden doğrudan
köylüyü destekleyen devlet, artık tekellerin köylüye yönelik bağımlılaştırma
politikalarını desteklemeye başladı.
Birkaç örnek
verelim: Faizsiz besicilik kredisi doğrudan köylüye değil, Pınar, Et Balık,
Maret gibi kombinalar aracığıyla, onların uygun gördüğü köylüye verilmeye başlandı.
Yüzde 11-27 kapasite ile çalışan Et Balık Kurumu'nun özeleştirilmesi de bu
politikaların bir uzantısı olarak gündemde bulunuyor.
Diğer bir
karakteristik örnek ise tavukçuluktur. Banvit gibi tekeller, çıkardıktan
civcivleri büyütülmek üzere kendisiyle anlaşmalı "üreticiye'' satmakta ve
yetişmiş tavukları kilosuna 2000 TL vererek geri almaktadır.
Uluslararası
tekeller ilaçtan sonra tohumda da başlıca satıcı haline gelirken, yem sanayi
toplam üretimi içinde devletin payı 1960'da yüzde 100'den, 1991'de yüzde 11,5'e
gerilemiş ve yem fabrikaları da özelleştirmeye açılmıştır.
Tarımın
sanayiye entegrasyonu konusundaki en önemli halkalardan birisi olan Anlaşmalı
çiftçilik de yaygınlaşmaktadır. Bunun ilk örneklerinden birisini oluşturan
seker pancar üreticileriyle seker Fabrikaları arasındaki ilişkide, ekim
öncesinde köye giden eksperler ile üretici arasında üretim koşullarını
belirleyen bir anlaşma imzalanmakta, girdiler vadeli olarak fabrikaca
karşılanmaktadır, ihtiyacı olan üreticiye hasat sonu ödenmek üzere borç
verilmektedir.
Üç yabancı
banka ile birlikte SEK'e talip olan Türkiye Kalkınma Vakfı ise küçük üreticiyi
kredi, yem, hayvan vb. vererek kendisine tamamen bağımlılaştırıcak şekilde
işletmeye hazırlanmaktadır. Akdeniz ve Ege bölgelerinde ise uluslararası
tekellerle anlaşmalı çiftçilik yapılmaya başlanmıştır. Bu çiftçiler anlaşmalar
gereğince organik tarım metotlarını kullanmaya zorunlu kılınmıştır.
Böylece
köylü doğrudan tekellere bağımlı hale getirilmektedir. Artık, neyi nasıl ne
kadar üreteceğine, hangi girdileri kimden kaça, ne kadar alacağına, ürünü kime,
kaça satacağına fabrika karar verecektir. Yasasın serbest piyasa! Bunun adı
tekelleşme, yapılan ise köylüyü kendi mülkünde proleterleştirmektir. Köylü ailece sermayenin isçisi haline
getiriliyor.
Bu noktada
kıra yönelik yeni devlet politikalarına da ihtiyaç duyulmaktadır. Bugüne kadar
tarımsal ürün fiyatları düşük tutma temelinde gelişen politikaların artık gelir
artırıcı yan faaliyetleri geliştirici politikalarla geliştirilmek istenmektedir. Bunlar metalaşma hızını artırıcı olmasının
yarında, yeni bir yatırım ortamının hazırlanmasına hizmet eden ve egemen
sınıflar içi paylaşımda sanayi kesimini ön plana çıkartmayı hedefleyen
politikalardır.
9-11 Nisan
·1993 tarihinde yapılan Kırsal Sanayi Sempozyumu'nda bu yeni politikalar
tartışıldı. Yeni politikaların ana hatları zamanın başbakanı Demirel tarafından
söyle özetlendi: Bugüne dek gelir artışı genellikle gelir transferi olarak ele
alınmıştı, artık yan faaliyetlerle ürünü değerlendirme ve katma değeri yerinde
bırakma geliri artırıcı temel ilke olarak kabul edilmeliydi. Refah toplumunun bir tüketim toplumu olduğunu
söyleyen Demirel, bu politikaların göç ve işsizlik sorunlarını çözeceğini iddia
ediyordu
Kırsal sanayinin
bir geçiş modeli olarak düşünüldüğünü belirten Tarım Bakanı Necmettin Cevheri ise,
bunun büyük sanayi toplumuna geçişe olanak sağlayan bir ara aşama olması gerektiğini
söylüyordu. Cevheri tarafından finansman sorununun çözümü olarak sunulan tarım
borsaları ise, köylünün pazara terk edilmesinin en çarpıcı örneklerinden
birisini oluşturuyor. Böylece TMO'nun başat işlevi aracı depo haline getirilmiş
olacak. Böylece sorunun temelinde gerçekleşme sorununun yattığını, tüketimi
artırıcı önlemlerle metalaştırmanın yaygınlaştırılıp, derinleştirilebileceğini,
insanların böylece pazar ilişkilerinin (sermayenin toplumsal egemenlik
ilişkilerinin) kölesi haline getirileceğini de anlatıyordu. Sermaye bunalımını
insan ilişkileri de dâhil her şeyi metalaştırma ile çözmeye çalışıyor.
Yeni
politikaların sanayiye ucuz mali kaynak yaratıcı işlevi ise DPT Müsteşarı İlhan
Keseci tarafından dile getiriliyordu. Kırsal alanda tasarruf oranlarının
yüksekliğine değinen Keseci, özel kesim tasarrufları içinde yüzde 60'lara varan
kırsal kesim tasarruflarının bankalarda yatmasının önlenerek kırsal sanayiye
çekilebileceğini belirtiyordu. Bu amaçla 4222 köyün merkez köy olarak
seçildiğini belirten Keseci, yaratılacak işçi-köylülerin köyde oturup işçi
olacaklarını söyleyerek konuşmasını bitiriyordu.
Eğer bu
gerçekleşirse kırsal kesimin ilişkilerini değiştirecektir. İstenilen tüm
Türkiye’ye yayılan merkez köyler yeni egemenlik ve sermaye ilişkilerinin temel
halkasını oluşturmasını ve köyle bağı kesilen işçi sınıfının yanında yaygın ve
yeni sanayi dokusuna uygun bir köylü-işçi sınıfının geliştirilmesidir.
Bu yeni sanayi
dokusu nedir? "Esnek uzmanlaşma" da denilen ve tekellerin
denetimindeki taşeron şirketler aracığıyla gerçekleştirilen bu yeni uluslararası
işbölümünün kırsal kesime yönelik iki yanı bulunmaktadır. Bunlardan birincisi tarımsal işletmelerin
sanayiye entegrasyonu ve sanayi İşletmelerinin özelliklerini kazanmaları
oluştururken, ikincisini sanayinin kırdaki dağınık ·işgücünü taşeron isçi olarak
kullanması karakterize etmektedir.
Sempozyumda
konuşan TOBB temsilcisi Prof. Dr. Erdal Türkkan, tarımın sanayinin artan
mekanizasyon ve otomasyon, üretim sürecinde sürekliliğin sağlanması ve doğal
koşulara bağımlılığın sona ermesi, standardizasyon derecesinin artması,
geleneksel veya artizanal üretim örgütlenmeleri yerine kâr maksimizasyonuna
yönelik üretim örgütlenmesinin ağrılık kazanması ve üretim sürecinde
entegrasyon derecesinin artması biçimindeki yeni ihtiyaçlara uyum göstermesi
gerektiğini belirterek, bu birinci yönü özetlerken, biyolojik sermaye
oluşumunun denetlenmesi için üretim sürecinde mikro-biyolojik genetik
teknolojilerin rolünün artması ve bazı tarımsal faaliyetlerin bilgi ve
teknoloji hale getirilmesinin önemini vurguluyordu.
Kırsal
kesimde sanayi faaliyetlerinin geliştirilmesinde ise taşeronlaşmanın öne
çıktığı görülüyor. Bu ilişki tarzı Nurettin Yıldırak tarafından, "kırsal
nüfus mekânından ayrılmadan endüstride belli bir parçanın üretilmesinde
işbölümü dâhilinde çalışmalıdır. Mamul madde üretilinceye kadarki her aşamada bir
üretici grubu çalışmakta, sonunda her bir üretici grubunun ürettiği parçalar
bir araya getirilerek nihai ürün elde edilmektedir" ifadeleriyle
İsviçre’deki saat üretimi örnek verilerek anlatıldı. Tam zamanında üretim
olarak da adlandırılan bu ilişki tarzı, Toyota tarafından da yıllardan beri
uygulanıyor ve eve iş verme gibi standart olmayan istihdam biçimlerini
genişletmeyi içeriyor.
Bu modelin
Türkiye'de uygulanmasının sermaye açısından yaratacağı avantajlar söyle
sıralanıyor:
¾ Her köylünün iyi veya kötü
kendi köyünde bir meskeni ve bunun müştemilatı olan ahır ve samanlığa sahip
olması ve bunun çok az bir masrafla fason üretim tezgâhına
dönüştürülebilmesiyle yatırım maliyetlerinin düşürülmesi;
¾İşçi sorunlarının genel iş
hukuku dışında çözülmesini öngören fason üretimde, köylünün aile emeği
kullanımından yararlanmak ve servis, kreş, öğle yemeği gibi maliyet artırıcı
unsurları yok etmek;
¾Ekonomik dalgalanma, talep
değişiklikleri ve çeşitliliklerine dayanma ve uyum göstermede köylü ailesinin süratli
ve esnek davranma avantajından yararlanılması;
¾Gerek doğrudan nihai ürün
gerekse sanayi işletmelerine girdi bazında üretim yaptıkları sürece,
maliyetleri minimuma indirmek suretiyle ana şirketlerin rekabet güçlerinin
artırması ve pazar imkânlarının genişletilmesi.
Küçük
üreticilerin profesyonel pazarlama şirketleriyle ürünlerin pazarlanması ve
hammaddelerin bu şirketlerce karşılanması temelinde kuracaksan ilişkiler,
sermayenin kırsal kesime fabrika yerine bir tür hücre sistemi ile yayılmasının
da temelini oluşturacak. Bu ise üretimi denetleyen, üreticiyi kendi tezgâhında/malında
boğaz tokluğuna çalıştıran "yeni tip" tüccarların gelişmesi demektir.
Bugün örneklerine özellikle Denizli civarında rastladığımız İlişkilerin daha
modernize ve organize halleri geliştirilmek istenmektedir.
Köylü bir
yandan tarlasını isler ve hayvancık yapar, diğer yandan tüm boş zamanlarında ve
ailenin tüm fertleri ile gelir artırıcı faaliyetlerde bulunuyor. Bunlar el sanatları,
süs eşyaları, halıcılık vb. olabileceği gibi, fason üretim de olabilir. Daha yakında
kurulan fabrikada da çalışabilir. Tarlada "çiftçi", evde "müteşebbis'',
fabrikada "isçi''; ama gerçekte hepsinde köylü-isçi konumundadır. Üreteceğinde
ve fiyatlarda karar hakkı olmayan, sanayiye ve uluslararası tekellerle, onların
uzantılarına doğrudan bağımlı bir hale getirilmek istenmekte. "Köylü'',
ürettikleri karşılığında da ancak geçinebileceği kadar kazanacak, ortalama işçi
ücretini ancak kazanabilecektir. Bu ilişkiler bir yandan yeni birikim
olanakları sunarken, diğer yandan da tarımda büyük kapitalist işletmelerin
yaygınlaşmasını getirecektir.
Kaynaklar:
1. Korkut
Boratav, 1980'li Yıllarda Türkiye'de Sosyal Sınıflar ve Bölüşüm, Gerçek Yayınları,
1991.
2. Kırsal sanayi
Sempozyumu, DPT, 1993
[1] Bu yazı “Mülkiyeliler
Birliği Dergisi”nin Ağustos 1993 tarihli XVII. Cilt 158. (Sf. 14-16) sayısında yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.