[1]
Son 30 yılda tükettiğimiz maddelerde büyük bir
çeşitlenme, farklılaşma oldu. Bu farklılaşma tüketim alışkanlıklarımızı
değiştirirken, gereksinmelerimizi de (ama farkında olarak ama farkında olmadan)
yeniden belirledik. Ve bu yeni gereksinmelerimizi karşılamak için toplumsal
ilişkilerimizi ve tutumlarımızı değiştirdi.
Bundan çıkarak bu yazıda, son 30 yılda, tüketim
maddelerindeki çeşitlenme, farklılaşma
ile ilgili olarak önce bazı olgulara ilişkin gözlemler aktarılacak, daha sonra bu
gözlemlerin pazarlama mekanizmalarına yansıması incelenerek, değerlendirilmeye
çalışılacaktır. Yazıdaki gözlemler değişimi yansıtan tüm çeşitlenme ve
farklılaşmaları kapsama iddiası taşımıyor. Tersine bugün için sıradanlaştırdığımız
değişimlerin bazılarına ilişkin maddelerde büyük bir çeşitlenme,
farklılaşmalara ait gözlemlerdir. Ve bunlar, tamamen öznel bir tercihtir.
Yazıda betimlenen, olgulara benzer /paralel
değişimler yalnız Çanakkale’ye özgü bir değişim süreci değildir. Tersine genel
olarak Türkiye kapsamında yaşanan bir değişim sürecinin Çanakkale’deki haline
ilişkin öznel gözlemlerdir. Benzer süreçlerin, Dünyanın şu yada bu ülkesinde
şöyle ya da böyle, herhangi bir zamanda yaşandığını, yaşanıyor ve hatta
yaşanabilecek olduğunu düşünüyorum.
GÖZLEMLER
Bizim için Pop Corn, nescafe, kivi, ananas, gibi
yeni olan gıda maddeleri yaşamımıza girdi. Dondurulmuş gıda maddeleri ve sera
ürünleri ile daha önce belirli mevsimlerde temin edebildiğimiz gıdaları her an
temin edebilir hale geldik. Hazır gıda maddeleri ile daha önce evde kendimizin
imal ettiği gıda maddelerini hazırlanmış olarak alma olanağımız doğdu. Muz gibi
önceden az bulunan gıda maddelerinin envai çeşit bulunur hale geldi.
Bu arada markalı ve ambalajlı ürünler yaygınlaştı. Bu
yaygınlaşma, birçok üründe olmakla birlikte, en belirgin olarak, kurukahve, süt
ve süt ürünleri, dondurma meydana geldi. 70’lerde sütçülerimiz, yoğurtçularımız
vardı. Ambalajlı ve markalı süt ve yoğurt henüz yaygınlaşmamıştı. Dondurmada
ise ambalaj ve markadan haberi olanlar oldukça azdı. Bugün ise tümü şu ya da bu
ölçüde yaşamımıza girdi.
Unlu mamullerde büyük bir çeşitlilik ortaya çıktı.
Artık yalnız bir çeşit ekmek tüketmek zorunda değiliz. Sütlüsünden,
çavdarlısına, kepekli ekmekten, taş fırın ekmeğine kadar birçok çeşidimiz var.
Tavuk /şarküteri ürünleri yeni bir sektör olarak
yaşamımıza girdi. Artık 70’lerdeki gibi tavuk ve ürünlerini yemek için ne tavuk
beslemeye ne de tavuğu canlı alıp, kesip, yolup, parça parça kullanma
“zahmetine” katlanmaya gerek yok. Herhangi bir şarküteriye gidip, istediğimiz
miktarda ve istediğimiz tavuk parçasından ürünü almak yetiyor.
Giyim ile ilgili markalara yönelim arttı. Envai
çeşit ve bir çok markalı giyim eşyasını Çanakkale’de bulmak mümkün hale geldi.
Diğer yandan ise markasız ürünlere talep devam ediyor.
Ulaşımda özel otomobiller çoğaldı. Nerede ise
alması mümkün olan herkes bir özel otomobil aldı. Otomobil sahiplerinin çoğu
ise 100 metre yürümek yerine arabası ile o mesafeyi katetmeyi tercih
edebiliyor. Bu durum, Birçok sorunla birlikte, oto park sorunu getirdi. Yol
kenarları (bazen çift taraflı olarak) oto park gibi kullanılır oldu. Hatta
zaman, zaman kaldırımlar bile oto park gibi kullanılıyor. Bu, trafik sorunu
olarak karşımıza çıkmakla kalmıyor, bir yangına itfaiyenin zamanında
müdahalesini bile engelleyecek haller ortaya çıkabiliyor.
Dolmuşlar ortaya çıktı. Artık kenti bir baştan bir
başa yılan gibi kıvrılarak dolaşan dolmuşlarımız var. Özel otomobil sahibi
olmayanlar daha önce yürüyerek gidilen yerler için bile dolmuşları
kullanıyorlar.
Bir de bisikletlilerimiz var. Azımsanmayacak bir
kesim kent içi ulaşımda bisikleti kullanıyor. Ve bisiklet kullanımı içinde bir
kültür haline gelme eğilimi de taşıyor.
Ev eşyaları sektörlerinde büyük bir atılım yaşandı:
Türlü, türlü mobilyadan, her türlü mutfak eşyasına, çeşitli beyaz eşyaya kadar birçok
mal evlerimize girmiş durumda.
Esas atılım ise iletişim ve eğlence sektörlerinde
yaşandı. Neredeyse her evde telefon var. 70’lerde ise evde telefonu bulunan
hane sayısı sınırlı idi. Telefon başlıca iletişim aracı haline gelirken,
mektupla iletişim azaldı. Onun yerini E-mail’ler aldı. İletişimde iki dönüşüm
eş zamanlı olarak yaşandı. Bilgisayar, internet ve cep telefonları. 1995’de
yaşamımıza giren cep telefonları hızla yaygılaştı. Türkiye’de 17-18 milyon
Telekom abonesi var, o civarda da cep telefonu abonesinin bulunması, cep
telefonlarının yaygınlaşma hızını açık olarak gösteriyor.
Bilgisayarın yaygınlaşması ise daha yavaş, ama
bilgisayar teknolojinin gelişimine parelel oldu. Bilgisayarın yaygınlaşmasında,
kurumsal (veya işyeri) kullanımı ev kullanımlarına göre daha fazla. Buna
karşılık internet kullanımı daha hızlı günlük yaşamımıza girdi.
Eğlence sektöründe bar, cafe-bar türü yerler ise
başlı başına bir sektör olduğu söylenebilir. 70’lerde meyhaneler vardı. Hala da
var. 90’ların başında birkaç bar açıldı. Bugün ise her kesime hitap eden barlar
var. Bir sokak resmi adıyla değil, fiili adı olan barlar sokağı diye anılıyor.
Ve yeni barlar sokakları için hazırlıklar yapılıyor.
Bunlara karşılık 70’lerde olan sinemalarımız artık
yok. 70’lerin sinemaları 80’lerde yok oldu. 90’larda, bunların yerine yeni
sinema salonları açıldı. Kişisel olarak ben bu sinemalardan 70’lerdeki kadar
zevk alamıyorum. Özellikle beni açık hava sinemalarının yok oluşu
hüzünlendiriyor.
Önemli bir farklılaşma eğitim sektöründe yaşandı.
Daha doğrusu eğitim bir hizmet alanı olmaktan çıkıp, başlı başına bir sektör
haline geldiği söylenebilir. 70'lerde tek bir lise vardı. Bugün ise eğitim
nitelikleri bir birinden farklılaşmış 3 lise var. Bir de özel okul var. Esas
değişim ise 70'lerde hiç olmayan dershaneler. Ve özel okullar. 70'lerde
Çanakkale'de dershaneye giden öğrenci yok gibi bir şeydi. Gidenlerse il
dışındaki dershanelere gidebilenlerdi. Bugün ise dershaneye gitmeyen öğrenci
yok gibi bir şey. Bunların bir kısmına ise dershaneler yetmiyor, özel dersler
alıyorlar.
Birde ATM’ler, Bankamatikler, Kredi kartları
yaşamımıza girdi. Maaş/ücretleri Bankalardan alır ya da ATM’lerden çeker
olduk. Telefon, Elektrik ,vergi ile
ilgili ödemelerimizi bankalara ( hata hiç bankaya gitmeden) yapar olduk. Mali
borsalar, döviz büfeleri, dolarizasyon günlük yaşamımızın bir parçası haline
geldi.
Yukarıda betimlenen olgular bir bütün olarak ele alındığında tüketim alışkanlıklarının
ve buna bağlı olarak tüketim kalıplarının değişimini getirdi. Tüketim
alışkanlıklarının ve buna bağlı olarak tüketim kalıplarının değişimi pazarlama
mekanizmalarının değişimi olmadan sağlanamazdı. Pazarlama mekanizmalarındaki
değişim, üretim süreçlerini de değişime zorladı.
PAZARLAMA MEKANZİMALARINNDAKİ DEĞİŞİME
Artık Kurukahveci Mehmet Efendi’den kahve alabilmek için İstanbul’daki Mısır çarşısına gitmemize gerek kalmadı.
Kurukahveci Mehmet Efendi kendi markası ile kahveyi ambalajlayıp, bakkalımıza
kadar yolladı. Onun bakkalımıza kadar kendi markalı kahvesini yollaması bizim
illa da onun kahvesini tüketeceğimiz anlamına da gelmiyor. Onun gibi
kurukahveyi ambalajlayıp ayağımıza yollayan başka firmalar da var. Onlardan
birisini de tüketebilir. Ya da
kuruyemişçiden gidip teze çekilmiş kahve de alabiliriz. Artık
alamayacağımız bir yer var; yıllarca Çanakkale’nin kahve ihtiyacını karşılayan,
Kurukahveci Niyazi Bey.
Kurukahveci Niyazi Bey, 70’lerden itibaren kendini
dönüştürme ve/veya çeşitlendirme becerisi göstermediği için yaşamımızdan
çekilip gitti. Bence bu durum onun kendisini piyasanın koşullarına uyduramaması
yanında biraz da kendi tercihi idi. Onu, böyle bir tercihte bulunmaya iten şey
ise (bence) kendi gereksinmelerini karşılayabilecek bir hale gelmiş olması ve
daha fazlası için kendini yıpratmak istememsi idi.
Klasik yoğurtçularımız ve sütçülerimiz birer, birer
kapandı. Bu arada yan ürün olarak süt ve mamullerini imal eden ve satan yerler
ayakta kaldı. Ya da bazıları ayakta kalabilmek
için yan ürün olarak süt ve yoğurt piyasasına girdiler. Çanakkale’de
bazı firmalar ise yoğurtta ambalajlamaya geçip, yöresel olarak kendi markalı
yoğurtlarını oluşturdular.
70’lerde kentin ekmek ihtiyacının önemli kısmı
mahalle fırınlarının yanı sıra Belediye Ekmek Fırınından karşılanıyordu. Bugün
ise bir fabrika tarafından karşılanıyor. Mahallemizdeki fırınların çoğu yok
oldu. Var olan mahalle fırınları ise teknolojilerini değiştirip (bir kısmı da
değiştirmeden) ya ürün çeşitlemesine /farklılaştırmasına gittiler, ya fiyatı
düşük tutmaya çalışıyorlar.
“kahraman bakkal süper markete karşı”
Bakkalımızın yerini önce marketler, sonra süper
marketler aldı. 70’lerin bakkalları ise ya kapandı ya da (çoğunun yaptığı gibi
) adını market olarak değiştirip, koşullara uymaya çalıştı. 70’lerde 2-3
sokakta bir bakkal vardı. 90’larda nerede ise her sokakta bir bakkal oldu.
Hatta bir sokakta 3 bakkalın bulunduğu yerler vardı[2].Bugün
sayıları her geçen gün biraz daha azalmakla birlikte bakkallar yaşamımızda –şu
ya da bu ölçüde – yerlerini sürdürmeye devam etmesine rağmen kentlerdeki
perakende sektörünün yüzde 35-40’ını süper marketler kontrol ediyor.
Bakkallar, manavlar bulundukları mahallede
oturanların ihtiyacını karşılamak üzere kurulmuşlardı. Süper marketler ise tüm
kentliye hitap edecek şekilde oluşturuluyor. Buralarda, bakkal ve marketlere
göre belli kalitedeki ürünü, daha ucuza ve birçok çeşitti bir arada bulmak mümkün.
Bu durum birçok tüketicinin diğerlerine göre süpermarketleri tercih etmesine
yol açıyor. Tercih edilmeleri daha fazla malı satmaları yanında üretici
firmalarla pazarlık etmelerinin de koşullarını oluşturuyor.
Gıda üreticisi (kısmen diğer üreticisi ) firmalar
için de tüketicisine ulaşmanın yolu, yalnız çok sayıda küçük ölçekli dükkan ya
da toptancıdan geçmiyor. Bunların yanında (ve giderek gelişen bir eğilim
olarak) büyük süper marketlerle dağıtım anlaşmaları yapmaktan da geçiyor. Bu
ise büyük süper marketler, üretici firma ile ürünün kalitesi, fiyatı, o firmaya
ayrılacak raf alanı gibi konularda pazarlık güçlerini arttırıyor. Tüketici
olarak bizler ise bu pazarlığın sonuçlarını yaşıyoruz.
Bunun en çarpıcı örneğini 1994-95 yıllarında
Ankara’daki bir süper markete ben yaşadım. Süper market işyerim ile evimin
arasında bulunuyor ve gıda maddelerinin Ankara’da en ucuz satıldığı yerlerden
birisi idi. O yıllarda özel sektör SEK’in özelleştirilmesinin talep ediyor,
baştaki hükümet özelleştirmeye çalışıyor, toplumsal muhalefet de karşı
kampanyayı organize ediyordu. Süper market ilk açıldığında SEK ürünlerine geniş
bir raf alanı ayrılmıştı. Ve bu ürünlerin alıcısı da vardı. Ama talep ve
kampanyaların yoğunlaşmaya başladığı dönemden itibaren yavaş yavaş SEK
ürünlerine ayrılan raflar azaldı. Birçok SEK ürünü bulunamaz oldu. SEK’in
özelleştirilmesinden kısa bir süre sonra, SEK ürünleri eskisi kadar çok
olmamakla birlikte raflarda yerlerini yeniden aldılar.
Bu örnek iki şeyi ortaya koyuyor. Birincisi
tüketicilerin süper marketin sunduğu ürünler arasından (hatta sunuluş
biçiminden de etkilenerek) seçim yapmak durumunda oldukları. İkincisi ise gıda
sektörünün yeniden organizasyona
gitmesidir.
Üretici firmalar tüketiciye eskiden olduğu kadar
kolay ulaşmaması, gıda üreticisi şirketleri marka bağımlılığını artırması ve
ürün çeşitlemesi alanlarında yatırım yapmaya yöneltti. Gıda şirketleri ürün
yelpazelerini sürekli çeşitlendirerek, pazarlama, reklam ve marka oluşturma
faaliyetlerinde yoğunlaşma çabası içerisindeler.
Bu sürecin
tarıma da yansıması var. Büyük sermaye gruplarının perakende pazarlama alanına
girmeleri basitçe ticari faaliyetlerin çeşitlendirilmesi değil. Aynı zamanda
gıda ve tarım sektörümde (tohumculuktan gıda üretimi ve perakendeciliğine
kadar) dikey entegrasyon oluşturma çabasının bir parçasıdır.
Bu süreç bir yandan gıda piyasasının katmanlaşmasını
diğer yandan da gıda/tarım sektörlerinin uluslar arasılaşma eğilimlerini
artırıyor.
Bayilikler ve diğerleri
Diğer sektörlerin pazarlama mekanizmalarındaki
değişim, esas olarak bayilik ağının yaygınlaştırılması oldu. 70’lerin göreceli
bağımsız dükkânlarının /esnafının yerini çeşitli firmaların bayileri aldı.
Giyim, cep telefonu, ev eşyaları sektörleri bayileşmenin en yoğun yaşandığı
sektörler.
Bayileşme artan bir eğilim olurken, 70’lerin
göreceli bağımsız dükkânları /esnafı da günün koşullarına kendini uydurarak
ayakta kalmayı başardı. Bir kısmı markaların / firmaların doğrudan bayisi
olmadan, o firmaların ürettikleri markalı ürünleri pazarlamaya yöneldiler. Bu
yönelimde firmaların doğrudan kendi pazarlama ağlarını oluşturmaları avantaj
sağlıyor. Bir kısmı spot piyasaya yöneldi. Bir kısmı da mal tedariklerini
karışık olarak yapıyor.
Bu pazarlama mekanizmalarının yanında Çanakkale
için –bence- en özgün pazarlama mekanizması Cumpa, Cuma pazarı. Cumpa,
70’lerdeki gibi yiyecek ağıllıklı bir pazar olmaktan çıktı. Giyim ve bazı ev
eşyaları ağırlıklı bir pazar haline geldi. Gıda ürünleri, pazarda vazgeçilemez
bir önemde olmakla birlikte ağırlıkları azaldı.
Toplumun tüm kesimlerinden insanları Cumpa’da
alışveriş yaparken görülebilir. Kimisi yiyecek, taze sebze –meyve alırken,
kimisi bunlara ek olarak giyim başta olmak üzere çeşitli ihtiyaçlarını ucuza
temin ediyor. Genel olarak Cumpa’dan gıda dışında alışveriş edenler iki kesime
ayrılabilir. Birisi markalara bağımlı olmayan, kalite/fiyat avantajı arayan kesimdir.
Diğeri ise fiyat avantajı arayan kesimdir. Cumpa’nın (tüketici gözünde) fiyat
avantajı olması, onu aynı zamanda kentin yoksul kesimlerinin süper marketi
haline getiriyor.
ARA SONUÇ
Buraya kadar olan gözlemler ve değerlendirmeler,
toplumsal dokunun ve toplumsal ilişkilerin değiştiğine ve değişmekte olduğuna
ilişkin ip uçları veriyor. Bu değişen ve
değişmekte olan toplumsal doku ve toplumsal ilişkiler, insani ilişkileri
-insanlar arası ilişkileri- değiştirmekle kalmıyor, insanların hedef, tutum ve
davranışlarını da değiştiriyor. Bu değişimin, tüm yanları ile birlikte bize
sunulan tüketim kalıplarının yeniden değerlendirilmesi dileği ile
[1] Bu yazı
“Tüm Boyutları ile Çanakkale SU Ekonomi Siyaset Aktüalite” adlı Derginin Nisan
2002 tarihli 1. Sayısında (Sf. 25-27) yayınlanmıştır.
[2] Bakkalların
böyle yaygınlaşmasında, bakkallığın çok karlı bir iş olmasının ötesinde
Çanakkale’nin emekli ve köylü kenti olması önemli etken oldu. Emekli, 70’lerde
hatta 80’lerde emekli ikramiyesi ile bir ev alabiliyordu. 90’larda bunun
mümkünlüğü ortadan kalkınca, bazı emekliler, kahvelerde pineklemek yerine, bir
küçük dükkan açıp, hem “zamanını değerlendirmeyi” hem de bir miktar ek gelir
elde etmeyi tercih etti. Olayın köylülük yanı ise Çanakkale için (bence)
öncelikle çocuğunu okutmak için köyden kente yerleşen kesimin tarımsal
gelirlerine ek olarak bir gelir aramasında yatıyor. Buna (genel olarak kentin
cazibesi, köyün iticiliği başlığı altında toplanan nedenlerle) köyde belirli
gelir düzeyine sahip köylülerin kendilerinin ve/veya çocuklarının kente
yerleşmesi ile ilgili diğer etmenler de eklenmeli. Krize rağmen, bugün, bir çok
esnafın ayakta kalma nedenleri arasında da aynı etmenler başta geliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.