Tarımda Küreselleşme

[1]


Tarımsal ilişkileri ve yapıyı değiştiren düzenlemeler yapılıyor. Şeker yasası çıktı. Tekel yasası çıkacak. Çay ile ilgili yasa sırada. Doğrudan Destekleme yöntemine geçiliyor. Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri Yeniden yapılandırılıyor. Üretici birlikleri kuruluyor. Ürün borsalarına işlerlik kazandırılıyor. Tarımda yeniden yapılandırma kurulu kuruluyor. Arazi düzenlemeleri yapılıyor. Tarımsal kredi faizleri sübvanse edilmeyecek.

Bu düzenlemelerin her biri kendilerine “uluslararası toplum” diyen çevrelerden birinin veya birkaçının isteği üzerine gerçekleştiriliyor. Örneğin TEKEL’in özelleştirmesini İMF ve Dünya Bankası, liberalizasyon adına, Küresel sigara tekelleri pazarlarını derinleştirmek için isterlerken, AB kendi tekellerinin sigara satabilmesi için ayrıca ithalat serbestliği istiyor. Ve Tekel yasası da bu isteklere göre şekilleniyor. Yine şeker yasasında da benzer bir durum var. Türkiye AB ve ABD’nin stoklarını eritebilmeleri, Türkiye’nin onların şeker pazarı olması için şeker kanunu değiştiriliyor. Ve üstelik bu ve benzeri konulardaki hazırlıklar 1994’den beri yapılıyor.

Bu düzenlemeler, yalnızca tarımı (veya köylüleri) etkilemekle kalmayacak aynı zamanda bu topraklarda yaşayan herkesin beslenmesini de doğrudan etkileyecektir. Buna karşılık toplum bu düzenlemeleri tartışmıyor. Tartışmak isteyenler ise toplumun bütününe düşüncelerini duyuracak kanallar bulmakta zorlanıyorlar. Buna karşılık toplum – diğer birçok konuda olduğu gibi- tek yanlı ve büyük ölçüde dezenformasyon içeren bilgi ve değerlendirmelere tabii tutuluyor.

Kuşkusuz bu büyük ölçüde toplumsal muhalefetin sorunu. Bu sorunu aşmanın yolunu bulmadan da yaygınlaşması ve derinleşmesi mümkün değil. Bu sorunun ötesinde toplumsal muhalefetin büyük bir bölümünün ilgi alanına yıllardır 20 milyon kişiyi barındıran, 9,6 milyon istihdam sağlayan tarım kesimi ve burada olanlar girmedi. Hatta kendilerini tarım kesiminde toplumsal muhalefeti oluşturmak iddiasında olanlar, genel geçer sözlerin ötesinde tarım kesimde olan ve olacaklara yönelik ne bir hazırlık yaptılar ne de uyarı ve bilgilendirme görevini yerine getirdiler[2].

Buna karşılık tarımsal gelişmelerle ilgilenmeyi şu veya bu nedenden dolayı hobi veya iş edinmiş kişiler, bir ölçüde tarımda olan ve olacak olanlara ilişkin bilgilendirme, uyarma görevlerini yerine getirmeye çalıştılar. Ama ilgisizlik ve duyarsızlık bunların seslerinin yankı bulmasını engelledi. İşte bu düşüncelerle ve bu düşüncelerin uyandırdığı kaygılarla ama ilgi ve duyarlıkta bir değişim olur umudu ile tarımdaki değişimi değerlendirmeye çalıştım.

 

DESTEKLEMELER İLE İLGİLİ DÜZENLEMELER:

Desteklemelerdeki temel hedef, pazar fiyat desteği ve girdi sübvansiyonuna son verilip, doğrudan gelir desteğine geçilmesidir.  IMF’ye verilen niyet mektuplarında bu "Tüm dolaylı destek politikalarından 2002 sonuna kadar kademeli olarak vazgeçilmesi ve doğrudan gelir desteği sisteminin uygulanmasına geçilmesi “(nm 1,2, 4) olarak ifade edilmektedir. Yine Dünya Bankasının 1995’den beri bu tür isteğinin olduğu ve bu isteğin yerine getirilmesi için finansal destek öngördüğü biliniyor. 

Bu çerçevede “2002'de destekleme fiyatı açıklanmaya son verilmesi”, “Alım fiyatlarının hedeflenen enflasyona endekslenmesi”, “TMO satış fiyatlarının maliyetleri karşılayacak düzeyde tutulması” ve “Buğday fiyatlarının Şikago Borsası fiyatları referans alınarak oluşturulması”, “Tütünde destekleme alımının 2001'de sona erdirilmesi” öngörülmüştür.

Ayrıca bu süre içerisinde destekleme alımlarına fiziki sınırlamalar konmuş ve mali sınırlamalar getirilmiştir. Bunlar “şeker pancarı kotalarının 2000 yılından itibaren daraltılması”, “TMO stoklarının azaltılması”, “Girdi (gübre) desteğinin nominal olarak sabit tutularak tedricen tasfiyesi”, “Çay budama tazminat ödemelerinin azaltılması ve bütçe ödenekleriyle sınırlandırılması” “Yağlı tohum ve bitkilerde destek primlerinin sınırlandırılması”, “Şeker Fab. A. Ş'nin zararlarının karşılanmasının bütçeye konulan sabit ödeneği aşmaması” “TSKB'lere devletçe "herhangi bir mali destek sağlanamayacağının yasa hükmü yapılması”, “TCZB’nin kredi sübvansiyonu toplam maliyetinin 1999'a göre yarı yarıya düşürülmesi” olarak sıralanabilir.

Bu istek ve taahhütler arasında uygulanması yıllar önce başlanmış ya da hazırlıkları önemli ölçüde tamamlanmış, istek ve taahhütlerden bulunuyor. Örneğin girdi desteklerinin azaltılması ile ilgili olanları Mustafa Taşar’ın Tarım Bakanlığı zamanında uygulanmaya başladı. Kasım 1997’de yapılan Tarım Şurası sırasında gübrede sabit sübvansiyon sistemine geçilmesi ile ilgili kararname çıkarıldı ve bu Şura’ya katılanlara “gübrede % 50 sübvansiyon yapıyoruz” şeklinde sunuldu. Gerçekten de o dönemde tespit edilen sabit fiyat gübre satış fiyatının yarısı kadar. Ama sabit fiyata geçilmesinin iki nedeninden birisi fiyatın sabit tutularak ya da gübre fiyatlarındaki artışa göre düşük artırılarak sübvansiyon oranını düşürme diğeri ise üreticiyi kayıt altına alma idi. Daha sonraki dönemlerde de bu uygulamaya devam ettirildi. Şimdi bu uygulamanın yaygınlaştırılmak ve kesin kurallara -gelecek olan hükümetlerin değiştiremeyeceği kurallara – bağlanmak isteniyor.

Destekleme sisteminin değiştirilmesi (gerçekte kaldırılması demek gerekir) gerekçeleri olarak, desteklemelerden (1) büyük üreticilerin yararlandığı, (2) bütçeye yük olduğu (3) piyasa sinyallerini bozduğu savları ileri sürülüyor.

Desteklemelerden büyük üreticiler yaralanıyor iddiası büyük işletmeler küçüklerine göre daha büyük oranda ve miktarda ürün pazarlıyor varsayımına dayanıyor. Bu varsayımın her ürün için geçerli değil. Destekleme kapsamındaki ürünler dikkate alındığında geçerliliğini büyük ölçüde yitiriyor. Çay, tütün fındık, şeker pancarı, zeytin gibi ürünlerde küçük işletme yapısı hâkim. Ve bu ürünlerde pazarlama oranları % 80-100 gibi Türkiye’nin en yüksek pazarlama oranları. Pamuk, buğday, ayçiçeği gibi ürünlerde ise her büyüklükte işletme var. Ve bu ürünlerin pazarlama oranları % 60’dan başlıyor. Girdi desteklerinden ise girdi kullanma miktarının artması ölçüsünde yaralanma artıyor. En yoğun girdi kullanma ise pazara entegre olmuş küçük üreticilerce yapılıyor.

Destekleme alımları ve girdi desteklerinin devletin mali yükünü artırdığı iddiasının da geçerliliği yok. Toplam destek miktarının GSMH’ye oranı konusunda çeşitli oran rakamları piyasada dolaşıyor.  Bu oranlar % 1,5 ile % 10 arasında değişmektedir. Oranların bu kadar değişken olması tarımsal destekleri büyük gösterip, sistemin değiştirilmesi için “ikna” (manipülasyon demek daha doğru olabilir) yapma çabasında. Türkiye’nin IMF’ye verdiği niyet mektubunda oran % 3 olarak belirtiliyor. Tarım ve Köy işleri Bakanlığına göre ise % 3 oranı 1995 yılına ait bir oran, bu oran 1999’da % 1,5 düşmüş. GSMH’nin % 15’inin tarıma ait olduğu göz önünde tutulduğunda, bu oranların doğru olduğu sonucuna varabilir[3]. Miktar olarak da 1995’de 5 milyar dolarken 1999’da 2,9 milyar dolara düşmüş.  Tarımsal desteklerin azaltılmasına – hatta kaldırılmasına- hizmet etmek üzere hazırlanan- ÜDE’ye (üretici Desteği eşdeğeri) göre bitkisel üretim başına ÜDE Türkiye’de OECD ortalamasının yarısıdır (dekar başına 36 dolara 19 dolar) (Oyan 2001, TKB 2001, Çakmak 1999).

Mevcut sistemin piyasadaki fiyat sinyallerini bozması gerekçesine gelince; bu gerekçe en ciddi gerekçedir. Ve destekleme sisteminin hatta tüm düzenlemelerin altında yatan nedendir. Çünkü mevcut destekleme sisteminde devlet piyasalara fiyat belirleme ve alımları ile doğrudan müdahale etmektedir. Bu da küçük üreticiliği korurken, dünya fiyatlarının Türkiye’de hâkim olmasına ve küresel tekellerin pazarda hakimiyet kurmasına engel oluyor.

Mevcut durumda, destekleme sistemi, tarımsal KİT’ler, müdahale kurumları, ithalat engelleri bir bütün oluşturmakta ve ulusal pazarın korunmasına hizmet etmektedir. Bu ise Küresel tekelerin hakimiyet kurmasını engellemektedir. Globalizasyon döneminde, bu sistemin ve kurumların tasfiyesi küresel tekeler için zorunluluktur.

1930’larda buğday fiyatlarının olağanüstü düşmesi sonucu başlatılan taban fiyat ve destekleme alımları, 1963’den sonra artırıldı. 1980 sonrasında resmen destekleme alımı yapılan ürün sayısı düşürülmekle birlikte resmen destekleme alımı dışında sayılan Birlik alımları göz önüne alındığında, destekleme alımı yapılan ürün sayısında ciddi bir düşüş olmamıştır.

Destekleme alımları üreticilere pazar garantisi getirdi. Taban fiyatlar üreticileri piyasadaki dalgalanmalardan korudu. Taban fiyatlar belirlenirken genellikle fiyat makasını tarım ürünleri lehine döndürmek amacı taşınmadı.  Ortalama maliyetlerin karşılanması ve düşük bir gelir marjı göz önünde tutuldu. Fiyat ve alım yoluyla desteklemede amaç üretimi garanti altına alıp, piyasayı üretici, sanayici ve tüketici açısından düzenlemek idi.  Türkiye’de taban fiyat ve destekleme alım politikası bir iki ürün dışında yüksek fiyat verme, ya da çok ürün alma şeklinde değil, genellikle piyasayı düzenleyici miktarda alım ve aracı karlarını azaltıcı fiyat şeklinde oldu.

Girdi destekleri ise 1980’lere kadar TZDK gibi KİT’ler eliyle girdi fiyatlarının düşük tutulması ile yapıldı. 1985’den sonra ise –kullanıcıya veya üretici ve dağıtıcıya verilen- primler ile gerçekleşti.

Bu sistem tüm girdi desteklerinin kaldırılması, destekleme alımı ve taban fiyatı uygulamasına son verilmesi yerlerine doğrudan gelir desteği adı altında bir ödemenin yapılması ile değiştiriliyor. Son zamanlarda pilot uygulaması yapılan Doğrudan gelir desteğini (DGD) Dünya bankası 1995 yılından beri istiyor. Hatta uygulanması için finansal destek (Yapısal Uyum Kredisi) sözü vardı. Bu doğrultuda önce bürokratlar ve uzmanlar ikna edildi. Ardından raporlar birbirini izledi. Şimdi de uygulanmaya başlandı.

DGD ile bir dekar üretim yapma karşılığı (200 dekara kadar araziye sahip olanlara) 5 dolar veriliyor[4]. Bu da 5-6 sigara parasına denk gelen bir miktar. Buna karşılık pazar desteği kaldırılarak (de etkilenen ürünleri üreten) üreticinin ciddi bir gelir kaybına yol açılıyor. Örneğin buğday üreticisi Pazar desteğinin kaldırılması ile dekarda ortalama 10 dolar civarında gelir kaybederken bunun yarısını DGD sistemi ile geri alacak. Ama bu arada girdi desteklerinin kalkmasından dolayı maliyetleri artar. Buna karşılık dünya ticaret fiyatları temel alındığı için buğday 40 bin lira/Kg civarında ucuzlar[5]. Bu buğday üreticisine, daha düşük maliyetle üretme, daha düşük gelire –şu an kazandığının yarısından daha az – razı olmaya veya ürününü değiştirme seçenekleri ile karşı karşıya getiriyor. Gerçekte istenen de buğday üretiminin tasfiyesi ve yerine yemlik ve yağlık tohumlar sebze-meyve üretilmesi. İşte o dekara 5-6 sigara parası bugün destekleme yapılmayan bu ürünlerin üreticileri için –almak için uğraşmaya değer bulurlarsa -anlamlı olabilir. Bununla beraber hayvan üreticileri hiçbir destek kapsamı dışında bırakılıyor. Destekleme sisteminin değiştirilmesi isteklerinin görünen hedefini tarımsal ürün piyasasına devletin müdahalesini kaldırmak oluştururken, sonucu Türkiye’nin buğday ithal eder bir ülke olmasıdır.

Bu sistemin uygulanması sonucu öyle bir zaman gelir ki Amerika’dan buğday ithal etmek, komşu ilden buğday almaktan daha ucuz hale gelir. Komşu ildeki buğday üreticisi açlıktan kıvranırken genel olarak kentliler, özel olarak işgücü sahipleri ucuza ekmek, makarna ve bulgur ile beslenebilirler.

Buna karşılık sistem gerçek anlamda dünya ticaret fiyatlarındaki dalgalanmalardan üreticiyi koruyacak şekilde uygulanma olanağı da var. Bu olanak doğrudan ödemelerin sabit değil, dünya fiyatlarına göre değişen miktarda olması. Bu durumda ise bütçenin önemli bir kısmı doğrudan ödemelere gider. Özelliklede dünya ticaret fiyatlarının düştüğü yıllarda buna bütçe dayanmaz. Örneğin 1997-98 yıllarında DGD uygulansa ve üretici dalgalanmalardan korunmak istense idi yalnızca buğday için 1,6 milyar dolar doğrudan ödeme yapılması gerekiyordu.

Desteklemelerin kaldırılması ile ilgili olarak “dünya fiyatlarında üretim yapma gereği” savı çok kullanılan bir argümandır. Emperyalist ülkelerde dünya fiyatlarında üretim yapılmamaktadır. Dünya fiyatları üretim maliyetine göre fiktif fiyatlardır ve gerçekte dünya ticaret fiyatlarıdır. Dünya fiyatları olarak emperyalist ülkelerdeki borsa fiyatları empoze edilmektedir.  Ama borsa fiyatları, emperyalist ülkelerdeki üreticinin eline geçen fiyat değil, hatta birçok üründe iç piyasaya satış fiyatı da değil. Esas olarak ihracat fiyatıdır.  Bu da mevsimsel/ dönemsel dalgalanmaların yanında emperyalist devletlerin kendi üretici, sanayici ve ihracatçısına verdiği sübvansiyon ve teşviklerle, kendi iç pazarını koruma oranına göre belirleniyor. Borsa fiyatı ile üreticinin eline geçen fark devletçe karşılanıyor. Örneğin AB 700-800 dolara mal ettiği şekeri, iç piyasada 900-1000 dolara satarken 250-300 dolara ihraç edebiliyor. Bu ihraç fiyatı dünya fiyatı olarak empoze ediliyor. Ve Türkiye’den de ya 250-300 dolara mal etmesi ya da şeker ithal etmesi isteniyor. Buğday borsalarında fiyatlar 120-150 dolar arasında değişirken, Türkiye taban fiyatı 180-200 dolardan açıkladığında AB üreticisinin eline 250-260 dolar geçiyordu. Ama Türkiye’nin taban fiyatı 120-150 dolara çekmesi için niyet mektuplarına hükümler konduruluyor.

 

ÖZELLEŞTİRME

Niyet mektuplarında halen özelleştirme kapsamında olan TZDK, TİGEM, TÜGSAŞ, İGSAŞ’ın yanı sıra Türkiye şeker Fabrikalarının, Tekel’in, Çaykur’un, Ziraat Bankasının da özelleştirme kapsamına alınması ve bu kurumların özelleştirilmesinin bir an önce tamamlanması taahhüt edilmektedir[6]. Ayrıca TMO’nun güvenlik stokları tutma özelliği dışında kalan özellikleri (özellikle de destekleme alımı yapma, piyasayı düzenleme özellikleri) ve Tarım Satış Kooperatiflerinin sanayi işletmelerinin tasfiyesi ve yeniden yapılandırılması da taahhüt edildi. Bu taahhütlerin arasından TSKB ile ilgili yasal düzenlemeler 16 Haziran 2000’de yapıldı, şeker kanunu krizden sonra alelacele çıkarıldı, Tekel kanunu hazırlanıyor.

 

Şeker Kanunu:

Her yıl 350-400 bin üretici şeker pancarı ekiyor. Ekimde 3’lü münavebe uygulandığı için şeker pancarı eken toplam üretici sayısı 1,1 milyon civarında. KİT olan 27 şeker fabrikasında 22 bin işçi çalışıyor. Üreticisi, işçisi, nakliyecisi, çapacısı, besicisi ile yaklaşık 2 milyon aile şeker pancarı tarımı ile geçiniyor. Kısacası çıkarılan şeker yasası üretim boyutu ile kabaca 10 milyon kişiyi, tüketim boyutu ile 65 milyon kişiyi ilgilendiriyor.

4 Nisan 2001tarihinde kabul edilen 4634 sayılı Şeker Kanunu şu yenilikleri kapsıyor:

·               TŞFAŞ’ye ait fabrikaların satılacak;

·               Şeker piyasasını düzenlemek üzere Şeker Kurumu kurulacak, (kurul, 2 şeker üreticisi, 1 şeker pancarı ve 4 kamu temsilcisinden oluşuyor)

·               Kurul, hangi fabrikanın ne kadar şeker üreteceğini belirecek ve ithal edilecek şekere ilişkin Müsteşarlığa görüş bildirecek.

·               Şeker fabrikalarının şeker fiyatlarını serbestçe belirlenecek

·               Şeker pancarı fiyatı fabrika sahibi ile üretici (veya temsilcisi) arasındaki pazarlık ile belirlenecek

·               Nişasta kökenli şekerler için belirlenecek toplam A kotası, ülke toplam A kotasının % 10’unu geçemeyecek. (Bakanlar Kurulu bu oranı, Kurumun görüşünü alarak % 50’sine kadar artırmaya, % 50’sine kadar eksiltmeye yetkili)

Bu düzenlemeler ile ilk olacak olanın ŞFAŞ ait şeker fabrikaları olduğu açık. Ama ŞFAŞ ait şeker fabrikalarının tümünün satılması mümkün gözükmüyor[7]. Özellikle doğudaki (örneğin Kars’taki) şeker fabrikalarına alıcı çıkmayabilir. Bu fabrikalar tasfiye edilecekler. Kapatılmalarından en büyük zararı fabrika çalışanları ile birlikte bölge üreticisi ve besicisi görür [8].

Şeker kanunun getirdikleri kadar şeker üretiminin ne olacağı da önem kazanıyor. Şeker tüketimin esas olarak yurtiçinden mi yoksa ithalat ile mi karşılanacak? Buna verilecek yanıt yasanın getirip, götürdüğü konusunun farklı değerlendirmesine neden olur. Eğer Şeker üretimi esas olarak yurt içinden karşılanacak ise, bu bir kısım işçinin işsiz kalması, şeker fiyatlarının artması, şeker pancarı fiyatlarının reel olarak düşürülmesi, üretici şeker fabrikaları sahiplerine bağımlı hale getirilmesi dışında bir sonucu zor olur [9].

Fabrika sahipleri çoğalırken üretici için yine ürünü satacak birden çok fabrika olmayacak. Çünkü sözleşmeli üreticilik devam edecek ve bir fabrika bölgesindeki üreticinin o fabrikanın dışında bir fabrikaya satma şansı bulamayacak. Her fabrikanın üretim kotası kurulca belirleneceği için bir firmanın üretimi artırıp, şeker piyasasını ele geçirme çabasının hareket alanı sınırlı olur. Bunun tek yolu satış fiyatını düşürüp, diğer firmaların satışını engellemek olarak gözüküyor. Ama bu durum da bile elindeki üretim bittiğinde diğer tüketicinin firmaların malını kullanmaktan başka tek yolu ithal şekere yönelmesidir. O da izne tabidir. Muhtemelen ilk birkaç yıl böyle olacak. Daha sonraki yıllarda ise şeker üretimini düşürüp, ithalata yönelme eğilimi var[10].

Şeker tüketiminin yurtiçi üretim ile karşılanması isteniyorsa – bugünkü nüfus ve tüketim düzeyi ile- 15 milyon ton civarındaki şeker pancarı üretimi yeterli olur. Ama şeker pancarı üretiminin bu miktarın oldukça altına düşürülmesi –örneğin 10 milyon tonun altına- şeklinde planı var. Örneğin şeker pancarı ekilen alanlara soya, mısır ekilmesi öneriliyor. Bu tasarımlar ithalat olasılığını güçlendiriyor. Üstelik AB tonunu 900 dolara mal ettiği şekeri 300 dolar civarında bir fiyatla ihraç etmeye istekli[11]. Ayrıca son yıllarda bu doğrultuda adımlar atıldı; şeker pancarı eken işletme sayısı ve ekilen alan miktarı düşürüldü. Bu düşürme kota sınırlaması ile birlikte şeker pancarı üreticilerinin gelirinin reel olarak azaltılarak (taban fiyatları reel olarak düşürülerek) yapıldı[12].

Tüm bunlar bize şekerde ithalata ağırlık verilmesinin büyük bir olasılık olduğunu gösteriyor[13]. Bu durumda, şeker fiyatları orta vadede düşebilir. Ama sürekli düşük olmaz. Çünkü AB destekleri azaltıyor. Azalttığı oranda da şeker fiyatları yükseliyor. Bu durumda da uzun vadede (örneğin 10 yılda) Türkiye AB üyesi olsun veya olmasın şeker fiyatları AB’deki fiyatlara yaklaşır.

İthalata dayalı bir şeker politikasının ilk etkisi şekerde ülke olarak bağımlılığın ötesinde tek, tek bireyler olarak küresel şeker tekelerine bağımlılık olur. Üretiminin azalması olur. Ardından da birçok sektör bundan olumsuz etkilenir. Çünkü şeker üretimi sırasında çıkan yan maddeler birçok alanda kullanılıyor. Örneğin şeker pancarı posası ve malası hayan yemi olarak kullanılıyor. 1 Hektara ekilen şeker pancarından elde edilen yan ürünlerin hayvan beslenmesinde kullanılması sonucu 500 kg et ya da 5.000 lt süt elde ediliyor. Melas ayrıca gıda sanayiinde ekmek mayası üretiminde, yem alkol, gübre, petro-kimya, ilaç kozmetik sanayilerinde hammadde olarak kullanılıyor.

Kısacası şeker ithalatı politikası benimsenirse bir ithalat döngüsüne girilir. Bu ithalat döngüsünün sonunda şeker pancarı ve şeker maliyetlerinin düşürülme olasılığı teorik olarak var. Ama pratikte zayıf bir olasılık. Ve gerçekleşmesi önemli ölçüde işletme büyüklüklerinin artmasına ve mekanizasyona bağlı. Tabii bunlara paranın değerinin sürekli düşük tutularak, maliyetlerin döviz olarak dünya ticaret fiyatlarına yaklaştırılması olasılığını eklemek gerekir.

 

Tütün Kanunu

Tekel yasası henüz çıkmadı. Tam olarak nasıl bir metin olduğunu bilmiyorum. Ama şu özelliklerin olması kesin gibi bir şey.

·         Tekel'in tarımsal faaliyetleri ile sanayi faaliyetlerini birbirinden ayırması

·         Sigara, alkollü içkiler, pazarlama- dağıtım ve tuz müesseselerinin her birinin anonim şirket olarak, tütün - yaprak müessesesinin de ayrı bir KİT olarak örgütlenmesi

·         Anonim şirketlerin özelleştirilmesi

·         Tütünde taban fiyatı (baş fiyat) açıklamasından vazgeçilmesi; tütünün satış merkezlerinde ihale usulü ile satılması

·         İhalelerde satılamayan tütünün TEKEL'in destekleme birimlerince (Yaprak tütün alım ve bakım işletmeleri) en düşük ihale fiyatının belli bir oranda (örneğin % 25) altında alınması

·         Sigara ithalatının serbest bırakılması

“Tekel, kurulmasından kısa bir zaman sonra, Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı tütün şirketlerinin tütüncülükte istedikleri gibi at oynatmalarını engelleyerek, Türkiye’yi terk etmek zorunda bıraktı.

“Tütün ekim izin verme, alım fiyatı ve miktarını belirleme, sigara üretimi ve dağıtımı ile sürecin tümünü denetleyen Tekel, ekonomik işlevin yanı sıra destekleme alımları ile sosyal işlev de gördü. Tütünü, üreticiden ucuz almak isteyen ihracatçıların ve Türkiye’den ucuz ithal etmek isteyen ithalatçıların kar marjlarını sınırladı. Bu işlevleri ile her zaman uluslararası tekeller için ortadan kaldırılması gereken hedef oldu.”

 “Tröstler, Bu “engelin” kaldırılmasına iktidarların razı edilmesi için (anti-sigara kampanyaları ile sigara içmenin eziyet haline getirildiği) gelişmiş ülke hükümetlerinin tam desteğini aldılar[14].” (Tümay 1998 b)

Bugün 1984’de başlatılan bu sürecin, Tekel’i tasfiye sürecinin son adımları atılıyor. Tekel özelleştirilirken, destekleme alımları tarihe karışıyor.  Bu da nüfusun yüzde 5’ini doğrudan, sigara içenleri dolaylı olarak etkiler. İlk etkilenenler işçiler olur. Özelleştirmeyi takiben tenkisat gündeme gelebilir. Binlerce işçi işine kaybedebilir. Ardından sigara fiyatlarında artış gündeme gelebilir. Bugün Tekel tüm sigaralar için emsal teşkil ediyor. Bu emsalin ortadan kalkması ile sigara fiyatları arttır. Hatta bu arada yalnız şark tütününden üretilen Maltepe, Samsun gibi sigaraların üretimi durdurulabilir ya da bu sigaralar da blended sigara haline dönüştürülebilir. Böylece tiryaki blended sigaralara mahkûm edilirken, sigaraya karıştırılan kimyasal maddelerin zararları ile de karşı karşıya bırakılır.

Bir iki üretim sezonu içersinde de üreticiler olumsuz etkilenir. İhaleye rağmen tütün satış fiyatları düşer. Önemli miktarda ürün üreticinin elinde kalabilir. Elde kalan ürünleri birkaç yıl Yaprak-Tütün işletmeleri ihalede oluşan en düşük fiyatın yüzde 25’inden başlayan ve % 50’sine çıkan fiyatlarla alır. Bu arada tütün ekim alanları azaltılır.

Tütün elim alanlarının daralmasından taban arazideki üretici olumsuz etkilenmez. Bunlar için alternatif ürünler mevcuttur. Ama ürün alanı daraltılması kıraç arazilerin önemli bir bölümünü de kapsayacak şekilde genişlerde, bu kesimdeki üreticilere kentlerin varoşlarını doldurmak dışında pek seçenek yok. Şark tütün ekim alanları daraltılırken virginia tipi tütün alanları genişletilecek. Ve bu ekim de sözleşmeli üretim hâkim olur.

Verimli alanlarda amerikan tipi tütün yetiştiriciliği geliştirilmesi mısır, şeker pancarı, pamuk, susam, ayçiçeği, domates gibi Türkiye için önemli ürünlerin ekimini azaltabilir. Bu arada Türkiye sigaranın meydana getirdiği zararların ve dış ticaret dengesizliğinin faturasını artarak ödenir. Olağan vergi gelirleri ise artmayıp, karın yatırım yerine yurtdışına transferi ile birlikte bütçe açığını ve dış borçlanma gereğini artırabilir.

"Türk tütününü ve tütüncüsünü küresel tekellere karşı eskisi gibi korumayacağı belli olan Tekel işlevini bir yandan sigara tröstlerine göre değiştirirken diğer yandan da Türkiye’de halen faaliyet gösteren ve yarısı küresel tekel, geriye kalanı da bu şirketlerin furnisörü olan 14 ihracatçı firmanın üreticiden ucuza tütün alıp, ucuza ihraç etmelerini önleme işlevini de bırakıyor.

"Küresel tekeler sigara pazarına hâkim olmakla kalmıyor, sigaradan sonra tütün üretimi de esas olarak onların ihtiyaçlarına göre üretilmeye başlanıyor. Türkiye'de ne kadar, hangi çeşit tütün ekileceğine, kalitesine, üreticiden alış ve ihraç fiyatına, yetiştirme yöntemlerine, ulus aşırı tekellerin doğrudan karar verecekleri bir süreç hâkim olmaya başlıyor. Yeni " tütün ve sigara politikası ile şark tütünün giderek yerini virginia ve burley tütünlerine, tütün üreticisi ve tiryaki ise ulusaşırı sigara tröstlerinin insafına bırakılıyor. Bu Reji'nin yeniden hortlatılmasından başka bir anlama geliyor mu?"  (Tümay 1998 b)

 

Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri

Hiç kimse tarım kesiminin örgütsüz olduğunu iddia edemez. 5 milyona yakın üreticinin en az 3,5 milyonu tarımda faaliyet gösteren en bir örgüte (örneğin TZOB) üyedir. Ayrıca 2,5 milyon civarındaki üretici en az bir kooperatife üyedir. Üstelik bu kooperatiflerin önemli kısmı merkezi birlik olarak örgütlenmiştir.

“Bu örgütler tarım politikalarında etkin değiller, üretici gelirlerinin artırılmasında ise bazıları kısmen etkili olabiliyor. Böyle bir durumun ortaya çıkmasında, kırsal kesimin dağınık ve muhafazakâr yapısının rolü var. Ama esas etmen varolan üretici örgütlerinin büyük kısmının iktidarın denetimi altında olması ve kamu iktisadi teşekkülü gibi çalışmaları” (Tümay 1999). Örneğin Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri. Kuruluşlarından itibaren Birlikler yarı KİT, yarı kooperatif statüsünde olmuşlardır. Üyeleri var. Üstelik Toplam 742 bin gibi çok sayılabilecek üyeye sahipler. Genel kurul yapıp, yönetim kurullarını seçiyorlar. Ama Genel Müdürlerini hükümet atıyor. Ve politikalarını hükümetler belirliyor. “Üreticilerin kooperatif faaliyetlerine, denetim ve yönetim süreçlerine katılımı minimum olurken, Birlikler üreticiyi kontrol işlevi gördü[15]”(Tümay 1998 c).

Birliklerin faaliyetlerinde kooperatif nitelikleri değil, KİT nitelikleri ön plana çıkıyordu. “Birlikler, üreticiler için genel ekonomi politikalarının uygulayıcısı kurumlar olarak, destekleme alımları ile fiyatların belli bir seviyenin üzerinde oluşmasını sağlayan, tüccarın almadığı düşük kalitede ürünü satacağı yer oldu” (Tümay 1998 c).

Birliklere üye üreticiler, ağırlıklı olarak (incir, çekirdeksiz kuru üzüm, pamuk, fındık, narenciye, zeytinyağı gibi) ihraç ürünleri üretiyorlar. Birlikler ihraç ürünleri üretimi ve pazarlamasında önemli işlevler yerine getirdiler. Bir yandan Üreticiyi hem aracılara hem de ucuz ithalatçılara karşı korudular, diğer yandan dünya ticaret fiyatlarındaki dalgalanmaların üreticiye yansımasını engellediler. Bu işlev en net olarak fındıkta görülebilir. Fiskobirlik yalnızca iç piyasa da değil aynı zamanda dünya piyasalarında da piyasa yapıcı bir rol oynamaktadır. İçeride fındığın üreticiden hangi fiyat civarından alınacağını belirliyor. İhracatta ise büyük ihracatçı olarak ihracatı belli sürelere yayıp, miktarları belirleyerek, fiyatları yükseltebiliyor. Bu, ana ihracatçının Fiskobirlik olduğu dönemler ile tüccarın olduğu dönemler arasındaki fiyat arklarında görülebilir.

1995'e kadar her hükümet Birliklere destekleme görevi verdi. Bu tarihten sonra ise Destekleme işlevini yerine getirebilmesi için DFİF fonundan -şu ya da bu miktarda- kredi verdi.

Birliklerin bir diğer özelliği ise tarım -sanayi kompleksi şeklinde yapılanmalarıdır. Birlikler kurdukları sanayi işletmeleri ile tarımın sanayiye entegrasyonunu önemli ölçüde gerçekleştirdiler. Böylece tarımsal ürün piyasasının yanında tarımsal ürün sanayi piyasasında da piyasa yapıcı rol oynuyorlar. Son yıllarda gerek teknolojilerinin eskimiş olması gerekse kendilerine ayrılan kaynakların sınırlı olması nedeniyle bu rolleri önemli ölçüde aşındı Bugünde Birlikler tasfiye ediliyor[16]

Tasfiye Birliklerin tamamen ortadan kaldırılması şeklinde olmuyor. Birliklerin tarım-sanayi kompleksi özelliklerine son veriliyor ve destekleme alımlarından çekiliyorlar. Sanayi tesisleri A.Ş. statüsüne getirilip, kaderleri ile baş başa bırakılıyor. Bundan sonra Birlikler yalnız ilk işlemler için tesis sahibi olabilecekler. Birliklerin yeni işlevi yalnız üreticinin ürününün satılmasında “aracı kurumlar” olmaları. Bu işlevi yerine getirirken herhangi bir kamu kaynağından hiçbir şekilde yaralanamayacaklar.

Bu düzenleme ile Birliklerin gerçek kooperatif özelliği kazandığı düşülürse yanılır. Çünkü Birliklerin üzerindeki vesayet devam ediyor. Yalnızca bağımlılıktan özerkliğe geçiliyor. Hükümetler Birliklerin faaliyetlerini belirlemeye devam edecekler.

Bu yeniden yapılanmanın ilk sonucu birliklerin sahip olduğu sanayi tesislerinin büyük birçoğunun teker teker kapanması veya özel sektörün eline geçmesi olacak. İkinci sonucu ise gerekli fonlardan ve tesislerden yoksun kalan Birliklerin üreticini malını satmasında kısmen etkili olabilirler.

Bunlar ise piyasanın düzenleyici kurumlardan yoksun kalmasına, dolayısıyla fiyatların üretici için düşmesi, tüketici için artmasına yol açabilecek. Bunu ihraç fiyatlarının düşmesi ve piyasaya küresel tekelerin ve fiyatların hâkim olması izleyebilir.

 

ZİRAAT BANKASI

Şubat krizinin nedenlerinden birisinin Ziraat Bankasının 7,5 milyar dolar görev alacağını alamamaktan kaynaklandığı şeklinde bir söylenti var. Bu söylentilerin maddi bir temeli var. O da Bankanın görevlendirildiği için ödediği finansman zamanında karşılanmaması. Ziraat Bankası görevlendirme için kullandığı finansmanı zamanında alamadığı halde uzun dönemde fazlasıyla aldı. Örneğin 1993 /94 sezonunda pamuk destekleme primi için ödediği 315 milyar dolar ancak 1997 yılında karşılandı. Ödeme 712 milyon dolar olarak yapıldığı halde, Banka olağan üstü faiz işleterek alacağını 6-7 milyar dolara çıkardı[17]. Dolayısıyla Banka’nın finansman sıkıntısı görevlendirmeden kaynaklanmıyor.

Bankanın finansman sıkıntısının tarımla ilgili bölümü üreticilere doğrudan verilen kredilerden kaynaklanıyor. Banka yüksek faizle borçlanarak temin ettiği kaynaktan yıllarca düşük faizle kredi verdi. Örneğin yüzde 100-150 arasında faizle borçlanırken, % 45-55 arasında faizle üreticiye kredi verdi. Gerçekte aradaki farkın Hazinece karşılanması gerekiyordu. Ama Hazine bu farkı karşılamadığı için yük Banka'nın sırtına bindi. Görev zararı Banka zararı haline geldi.

Bankanın tarım dışından kaynaklanan finansman sıkıntısı ise yıllarca kamu çalışanlarının maaş ve ücretlerinin tarım kredilerindeki yöntemle banka kaynaklarından karşılanması ve bu yöntemin tarım dışına verilen tüm kredilerde uygulanmasıdır. Bankanın esas finansman sıkıntısı da bu alanlardan kaynaklanıyor. Bu bilindiği halde, görmezlikten gelinip, tarımla ilgili kısım ön plana çıkarılarak, Ziraat Bankası varoluş amacı olan tarımı destekleme, finanse etme işlevinden çekilmeye çalışılıyor. 

Ziraat Bankasının bugüne kadar sürdürdüğü işlevin ortadan kaldırılmasının yüzeydeki nedeni İMF ve Dünya Bankasına verilen taahhütler yatıyor. Daha derinde ise desteklemelerin kaldırılması yatıyor. Bundan böyle Banka üreticiye, destekleme yapan kurumlara, ucuz kredi veremeyecek. Vermemenin garanti altına alınması ise Ziraat Bankasının özelleştirilmesinden- satılmasından geçiyor.  Kriz bahane edilerek Banka alel acele özelleştiriliyor.

 

DİĞER DÜZENLEMELER

Tarımla ilgili diğer düzenlemelerin başlıcaları, ürün borsalarının geliştirilmesi, üretici Birlikleri kurulması, sulama ücretlerinin düzenlenmesi, tarım ürün sigortasının yaygınlaştırılması, tarım çerçeve yasası çıkarılması, tarımı yeniden yapılandırma kurulu kurulması, arazi toplulaştırılması yapılmasıdır.

 

Ürün Borsaları

İzmir Vadeli İşlemler Borsasının kurulmasının yanı sıra 9-17 mevcut ticaret borsaların daha işlevli hale getirilmesi çalışmaları yapılıyor. İzmir Vadeli işlemler Borsası pamukta uzmanlaşacak. İşlevli olabilmesi için pamuk borsalarının gelişmiş olması gerek. Ayrıca buğday, fındık gibi bazı ürünlerde de ticaret borsalarının geliştirilmesi ile bir borsalar sistemi oluşturulmaya çalışıyor.

Borsa sistemi desteklemelerin yerine önerilen bir sistem. Borsa sistemi ile ürün fiyatlarının dünya fiyatlarına entegre edilmesini, dolayısıyla da üreticinin maliyeti ne olursa olsun ürününü sübvansiyonlu dünya ticaret fiyatı düzeyine göre satmasını hedefliyor.

Borsa sisteminin oluşturulması Türkiye ile sınırlı bir proje değil. Hedef dünya çapında entegre bir borsa sistemi oluşturma. Borsa sistemi (1) üretim sürecinin dünya çapında örgütlenmesi, (2) tarımsal ürünlerin spekülasyon konusu yapılabilmesi, (3) tarımsal üreticilerin dünya çapında yarıştırılması, (4) üretim deseninin değiştirilmesinin aracı olarak oluşturulmak istenmektedir.

“1. Borsaların yaygınlaştırılması ve birbirine entegre hale getirilmesi, sınai üretim sürecinin ilk hammaddeye, tarımsal ürüne kadar esnetilmesini getirerek, sanayicinin stok maliyetlerini düşürme, ihtiyacı olduğu hammaddeyi en düşük fiyattan kolayca temin etmesini sağlayabilecektir.

“2. Tarımsal ticaretin dematerilize dünya ölçeğinde spekülasyon konusu yapılmasını olanaklı hale getiriyor.

“3. Borsa sistemi aracılığıyla üreticiler dünya çapında agro-gıda tekellerinin istediği tür ürünü, istediği standartta satmak için yarıştırılacak. Bu yarışta geri kalmamak için verimi arttırmak, maliyeti düşürmek zorunda. Bu ise bugün yüksek bağımlılık yaratıcı ilaç, gübre ve tohum paketlerinin daha çok kullanılması ile, yarın bio-teknoloji ürünlerinin yaygınlaşması ile mümkün. Bu bir yandan bu teknolojiyi elinde tutan /geliştiren ulusaşırı tekelere hem sürekli talep sağlayacak hem de bağımlılaştıracak[18]. Bağımlılığın yaygınlaşması, global pazarda rekabeti, (özellikle Türkiye gibi teknolojik üstünlüğü sahip olmayan ülkelerin üreticileri için) işgücünün değerinin sürekli düşürülmesini getirirken, yaşam standardını da düşürebilir. Bu bana yetmiyor dendiği anda “şurada daha ucuzu var, oradan alırım” yanıtı hazır. Bu ise önümüzdeki dönemde desteklemelerin bugünden daha önemli hale geleceğini gösteriyor.

“4. Üretim deseninin emperyalist ülkelerin amaçları ve agro-gıda tekellerinin ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi olanağını sağlıyor. Böylece, yeniden sömürgeleştirilen ülkelerdeki üretim, kendi halklarının ihtiyaçlarına göre değil, dünya çapında zengin tüketicilerin ihtiyaçlarına göre yapılandırılarak, beslenmede de kendilerine yeterlilikten çıkarılmaları sağlanıyor. Beslenme rejimi de sürece uydurulup emperyalist ülkelerin dinamiklerine ve ulusaşırı şirketlerin üretimlerine göre yeniden biçimlendiriliyor. Yeniden sömürgeleştirilen ülkelerdeki üretim deseninde yemlik tahıllar ile yağlı tohumlar, turfanda sebze, meyve ve balık vb.leri ürünler öne çıkarılıyor.” (Tümay 1998 c)

 

Üretici Birlikleri Yasa tasarısı, Üretici örgütlenmesinin geliştirilmesi ve etkinleştirilmesi adına hazırlandı. Ama yasa taslağı bağımsız ve demokratik üretici örgütlenmesini öngörmemekte, tersine örgütsüz üreticilerle, örgütlü tüccar ve sanayicilerin aynı örgüt içerisinde sermayeleri oranında söz sahibi olmasını öngörüyordu.

 

Sulama ücretlerinin düzenlenmesi, sula ücretlerinin tespit ve tahsilinde ortaya çıkan aksaklıkların giderilmesi, sulama fiyatlarının artırılmasını ve sulama ücretlerinin tahsilindeki aksaklıkların giderilmesini öngörüyor. 

Arazi Toplulaştırması, bugün sınırlı olarak uygulanan arazi toplulaştırılmasının, yaygınlaştırılması ve medeni kanunun Miras hükümlerinin toprakların miras nedeniyle parçalanmasını önleyici şekilde değiştirilmesi ile işletmelerin çok parçacılıklarının azaltılmasını ve   büyüklüklerinin artırılmasını hedefliyor.

 

Tarım Ürünleri Sigortası, Doğal afetlerde kamu tarafından üreticiye verilen (zaten yetersiz olan) yardımların kaldırılmasını, üreticinin sigorta şirketlerinin insafına bırakılmasını (sigortaların önemli kısmının, üreticilerin kuracağı ve yöneteceği tarım sigorta kooperatifleri ve üst birliği tarafından yapılmadığı sürece) sonucunu getirebilecektir.

 

Tarım Çerçeve Yasası tarım politikalarının istikrarlı bir biçimde uygulanmasını sağlamak, böylece sektörle ilgili her kesimde  uygun planlar yapılmasını ve piyasaların derinlik kazanmasını olumlu yönde etkilemek amacını ile yapılacağı söylense 1984’de başlayan teknik elamanın tarladan çekilmesi ve bakanlığın üreticiye tarım teknikleri ve gelişmeleri götürme, araştırma-geliştirme yapma ve bunların sonuçlarını  yayma işlevinin sınırlamasının tamamlanması, bu alanlardaki faaliyetlerini tamamen tasfiye edip, tamamen merkezde istatistikleri toplama ve bazı kanun ve yönetmelikleri hazırlama, lisans verme, kamunun uluslararası ilişkilerini düzenleme gibi işlevi üstlenmesi sonucunu getirebilir.

 

Tarım Bakanlığı’nın yeniden organizesi, Dünya Bankası’nın hazırlattığı “Tarımsal Politikalarla İlgili Yapısal Değişim Projesi” kapsamında Bakanlığın bu görevleri yerine getirebilecek şekilde reorganizasyonudur. Bu ikisi “Yerel Yönetimler Yasası Tasarısının “Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün taşra teşkilatlarının il ve ilçe özel idarelerine devrini öngörmesi ile birleştirildiğinde, kamunun üreticiye hizmet ve teknik bilgi götürmesi ve teknik elaman istihdamı özel idarelerin olanak ve konuya bakışları ile sınırlanabilecektir.

 

Tarımda Yeniden Yapılanma Kurulu, Bu sürecin seçmen, üretici ve demokratik kamuoyu baskısı veya oy kaygıları ile saptırılmadan işlemesi de kamu ve özel sektör temsilcilerinin katılacakları ve özerk bir yapıdaki ile garanti altına alınması için kuruluyor.  Kurulda üretici temsilcilerinin ve alanda faaliyet gösteren sendika ve meslek örgütleri temsilcilerinin olmaması Kurulun “Tarım sektöründe politikaları belirleyici ve faaliyetleri yönlendirici karar almak ve koordinasyon sağlamak ”ta “zararlı seslere ve tesirlere” maruz kalmadan görevini yerine getirebilmesi içindir.

 

SONUÇLARI ÜZERİNE

"Yeni" tarım politikalarının üreticilerin ve tüketicileri tümünü etkiliyor. Tüketici için temel gıda maddelerinin fiyatlarının kısa dönemde artması, orta dönemde düşmesi, uzun dönemde artması sonucunu getirebilir. Bu arada beslenmede de tamamen küresel tekellere bağımlılık oluşur.

Tarımsal üretici ve üretim için ise yaşam koşullarından, üretim koşullarına kadar her şey değişiyor. Program ile Devletin Rolü değiştiriliyor. Bugüne kadar sermaye adına tarımı yönlendiren, denetleyen ve artık sermaye için bir yük ve kısıtlama haline gelen devlet dolayımı kaldırılıyor[19]: Devlet yeni rolü ile Piyasa ilişkilerinin genel çerçevesini uluslararası rekabete uygun tekelci ilişkiler ağı için optimal ve verimli koşullarda işlemesini sağlayacak şekilde belirliyor. Bunu yaparken daha önce kitlesel olarak pazara çektiği insanları metalaşmanın kurallarına -kuralsızlığına- devrederken, bireysel olarak sermayeye bağımlılaştırıyor. Bunun içinse devletin ekonomiye doğrudan müdahalesinin araçları olan KİT'ler satılmakta, destekleme ve sübvansiyonlar yöntem değiştirilip, azaltılıyor[20].

Bu etkilenme pazarla entegrasyonun en fazla olduğu kesimlerde en fazla olur. Girdi fiyatlarının artması (ve gübre sübvansiyonlarının kaldırılmasının) girdi kullanan tüm üreticileri- girdi kullanım düzeyine göre- olumsuz etkiler. Orta ve üstü büyüklükte toprağa sahip olan ve/veya (sebze-meyve tarımı başta olmak üzere) ticari tarım yapan üreticilerde daha fazla etkilenir. 

Ürünler bazında tahıl, şeker pancarı, tütün, çay, fındık, pamuk, zeytinyağı, üzüm, incir, kayısı üreticileri en çok etkilenenler olur. Bunlardan pamuk ve tahıllar dışındaki ürünler ağırlıklı olarak küçük ve orta üreticilerin ürettiği ürünler. Üretici yağlı tohumlar, yem bitkileri, meyve sebze gibi ürünleri düşük maliyetle üretime zorlanıyor.

“Gübre sübvansiyonların kaldırılması, tarımsal girdi ve yakıt fiyatlarının artması ve ürün fiyatlarının düşmesi çok sayıda küçük ve orta ölçekli köylülüğün iflasa sürüklemesi ve tarımda zengin bir çiftçi girişimci sınıfının oluşmasına dayalı modernizasyona yol açabilir. Bu arada orta katmanlarda banka ve ticaret çevrelerine bağımlı hale gelir. Tarım kredisinin liberalizasyonunun köy tefecilerinin geleneksel rolünün güçlendirebilir. Orta dönemde küresel tekellerle çalışan tefeci-tüccarlarım rolü artarken zamanla bunlar ya önemli ölçüde devre dışı bırakılır ya da bayileri-aracıları fonksiyonuna indirilebilir.

“Bu arada bağımsız küçük üreticilik azalacak, toprak temerküzü artar. Bu çok sayıda (şu anki tarımsal istihdamın yarısından fazlasının) tarımsal alan dışına sürülmesi sonucunu getirir. Topraklarını kaybeden bu kitlenin bir kısmı (geçici veya kalıcı) tarım işçisi olarak eski topraklarında düşük bir ücretle çalışabilir. Bir kısmına el sanatları, aracılık, mantarcılık vb.leri faaliyetlerin yaygınlaştırılması ile (ama sınırlı miktarda ve düşük gelir elde ederek) yerinde istihdam olanağı sağlanabilir. Büyük bir kesimi ise büyük kentlerin varoşlarına iş aramak için akar. Kentlerin kendi işsizlerine iş olanağı sağlayamadığı mevcut ortamda, kentlerde işsizliğin had safhaya çıkması, gayri meşru işlerin ve seyyar satıcıların, dilencilerin, hırsızların vb.lerinin artması sonucunu getirebilir. Yeni gecekondu bölgelerinin alt yapı hizmeti gereksinmesi hiçbir belediyenin kaldıramayacağı kadar kaynağını gerektirir.

“Program üreticinin pazara entegrasyondan dönemeyeceği ve giderek artacağı varsayımı üzerine kurulu. Ama gelirlerin azalması ve diğer alanlarda iş olanağının kısıtlı olması bir kısım üreticiyi esas olarak pazar için üretimden vazgeçip, kendisi için üretime yöneltebilir.

“Bu koşullarda maliyetinin düşürülmesi, toprak rantının azaltılması, işletme büyüklüklerinin artırılması, mekanizasyonun yoğunlaştırılması, istihdamın indirilmesine ve ücretlerin düşürülmesine, verim artışı bio-teknoloji ürünü tohumların geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması, sulamanın yaygınlaştırılması, bilinçli üretimin sağlanmasına bağlıdır. Fiyatlar düşürülmez ise temel ürünlerde ihracat, yurt içinden almaktan daha cazip hale gelir. Nakliye maliyetlerinin artması ürünün tarladan çıkış fiyatı ile pazarda satış fiyatı arasındaki farkı açarken, ithalatı daha cazip hale getirebilir.

“Toprak kaynaklarının sınırsız kullanımı toprakların hızla verimsizleşmesine ve çevre kirliliğine, Bio-teknolojinin yaygınlaşması ise genetik değişmelere ve çevre kirlenmesine de yol açabilir. Olgunun diğer yanı ise küresel gıda ve girdi tekellerinin ulusal pazarları işgal etmeleridir.”(Tümay 2000)

Bu program ve politikalar Türkiye’ye özgü değil. Benzer programlar Bangladeş, Pakistan, Filipinler, Sri Lanka, Tayland, Mali, Gine, Nijerya, Senegal, Malawi, Şili, Doğu Karayipler, Meksika, Somali, Nikaragua onlarca ülkede uygulanmıştır. Programın ilk uygulandığı ve etkisinin en çok olduğu Somali ve Afrika'da dünyadaki aç insanların büyük çoğunluğunun bulunması ve etnik çatışmaların yoğunlukta olması tesadüf değildir[21].

Dünya çapında uygulanmakta olan tarım politikaları, küresel tekellerin (1) araştırma-geliştirme faaliyetlerini artırarak tohumculuk, damızlık hayvan, ilaç, gübre gibi temel girdilere hakimiyetlerini derinleştirmeleri, (2) kendi ülkelerinde domalta olan gıda pazarlarını bağımlılaştırılan ülkelere yaymaları (3) tarımsal ürün ticaretini ellerinde tutmaları gibi özellikler taşıyor.

1.     “Tarım ve gıda sanayi, küresel sermayenin ihtiyaçlarına göre yenide sömürgeleştiriliyor. Küreselleşme adı altında ulusal pazarlar tasfiye edilirken, ulusal ihtiyaçlar ortadan kaldırılıyor, bireysel ihtiyaçlar küresel pazara bağımlı hale getiriliyor. Tarım ulusal ekonomiye entegre olmaktan çıkarılıp, küresel tekelerin gereksinmesine ve çıkarlarına entegre ediliyor. Pazar ekonomisinin ihtiyaçlarını sağlamak adına kırsal kesim ve toprak kaynakları sınırsız sömürüye tabi tutulurken, tarımda kapitalizmi yaygınlaştırıp geliştirilmesi hedefleniyor.

2.    “Tahıl ve hayvancılık üretimi ve piyasalarının kuralsızlaştırılması, gıda yardımı ve ihracat için üretimin teşviki, köylülüğü tahrip edip küçük köylülüğün çökertiyor, ulusal gıda tarımını istikrarsızlaştırıp, temel gıda maddelerinde dışa bağımlı hale getiriyor.

  1. “Tarımın sanayiye entegrasyonun halkalarından birisi olarak yaygınlaştırılmaya çalışılan anlaşmalı çiftçilik ile (küçük) üreticilerin taşeronlaştırılarak, küresel sermayenin uzantısı haline getirilerek bağımlılaştırılmaktadırlar. Büyük (aile) çiftliklerin öne çıkarılmasında, optimum girdi kullanımının gerçekleştirilmesi, verimin artırılmasın saiklerinden öte tarımsal ürün fiyatlarının düşük tutulması saiki rol oynuyor.

4.    “Köylülük tahrip edilip, küçük köylülük çökertilip bağımsız küçük işletmeler ortadan kaldırılıyor, tarımsal alanlar az sayıda elde toplanıyor. İşletme büyüklükleri (kimi ülkelerde orta büyüklükteki kimi ülkelerde büyük ölçekteki işletmeler lehine olmak üzere) artıyor. Orta ve/veya büyük toprak sahipleri tarımsal kesimde güçlenirken, genel olarak güç /etkinlik kaybetmesi, küresel sermayelerin tarım sermayesini eline geçirmesi ve/veya bağımlaştırması, topraksız bir mevsimlik işçi sınıfının oluşması olarak özetlenebilir[22]

5.    “Emperyalist ülkelerde tarıma yapılan destek, sübvansiyon ve teşvikler sürdüğü sürece gıda fiyatlarının düşebileceği, bunların kaldırılmasında (veya azaltılmasında) gıda fiyatlarının bugünkü düzeylerinin % 10 üzerinde gerçekleşeceği tahmin ediliyor.

6.    “Beslenmemizin de denetim altına alınıyor. Bu politikaların uygulanması Mısır, Çin, Hindistan, Pakistan, Nikaragua, Fas, Endonezya, Filipinler, Suriye, Bolivya, Somali, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Azerbaycan, Ermenistan, Kırgızistan gibi 86 ülkeyi gıda yardımına muhtaç hale getirdi. Nikaragua’da Sandinist’lerden iktidarı ABD desteği ile alan Bayan Camhora, uyguladığı politikalar ile bir kaç yıl içerisinde ülkeyi önce net gıda ithalatçısı sonra da gıda yardımına bağımlı ülke konumuna getirdi. Açlıkla yüz yüze olan insanlara ise yardım kampanyaları ile birlikte esas olarak karınlarını doyuracak kadar, üretim yapmaları önerilmektedir. 1973’ de tıkanan gıda yardımlarının 1990’larda yeniden başlaması tesadüf değil.

7.    “İşsiz ve aç insanların toplumsal muhalefete katılmaları (STÖ’ler, gıda yardımları, düşük dereceli işler vb ile) kreditörler için minimum maliyetle azaltılıp toplumsal değişim riski bastırılırken, dünya çapında geniş bir yedek işgücü deposu hazır tutulmaktadır.” Tümay 2000, 1998 c)

 

KAYNAKLAR

Tümay,  İsmail  (1998,a)  “Tarım Nereden Nereye” Ekonom sayı 8

Tümay , İsmail (1998, b) “Tütünün Dumanı Nereye Gidiyor” Ekonom, Sayı 9

Tümay, İsmail (1998 c) “Tarım ve köylü sizi ilgilendiriyor mu?” Mürekkep, sayı 10-11

Tümay, İsmail (2000) “Milenyumun Tarım Politikası” Yön, sayı 10

Oyan, Oğuz (2001) Tarımda Yapısal Uyarlama Bianet.org

Çakmak, Erol, Haluk Kasnakoğlu ve Halis Akder (1999) Tarım Politikalarında Yeni Denge Arayışları ve Türkiye, TÜSİAD yayını

Chossudovsky,  Michhel. (1999) Yoksulluğun Küreselleşmesi, Çivi yazıları

Zafer Yükseler, (1999) Tarımsal Destekleme Politikaları ve Doğrudan Gelir desteği Sisteminin Değerlendirilmesi DPT

Anonim, (1999) Türkiye Tarımında Sürdürülebilir Kısa Orta ve Uzun Dönem Stratejileri DPT

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı web sitesi, (2001) tarim.gov.tr

Türkiye Ziraat Odaları web sitesi, (2001) tzob.org.tr

Hazine Müsteşarlığı web sitesi, (2001) hazine.gov. tr.

Dış Ticaret Müsteşarlığı web Sitesi, (2001) foreigntrade.gov.tr

Pankobirlik web Sitesi, (2001) pankobirlik.org.tr

T.Şeker fabrikaları web sitesi, ( 2001) turkseker.gov.tr

Resmi gazete, Basbakanlik.gov.tr (2001)

Tütün Eksperleri Derneği web Sitesi (2001) tutuneksper.org.tr

Ziraat Dünyası Çeşitli sayıları

Anonim, (1993) Özelleştirme ve Tarım, Türkiye Tarımcılar Vakfı yayını

 



[1] Bu yazı “Özgür Üniversite Forumu” dergisinin Nisan -Haziran 2001 tarihli 14. Sayısında yayınlandı.

 

[2] Nüfusun % 34’ü kırsal kesimde yaşıyor. Kırsal kesim tanımının içerisine nüfusu 10.000’den az yerler girdiği düşünülürse, nüfusun % 30’u civarında bir kesimin tarımdan geçindiği ortaya çıkar. İstihdamın ise % 43-45’i tarımla iştigal ediyor. İşte bu kesim Türkiye’yi hem besliyor hem de ciddi miktarda ihracat yapıyor. Buna karşılık GSMH içindeki payı % 14-15 pay alıyor. Ve kendi içerisinde son derece dengesiz bir gelir dağılımı var. Ortalama gelir 1999’da 1.250, 2000’de 1.400 dolar olurken, 400-500 dolarla geçimini sağlayan büyük bir kesim vardı. (Son devalüsyondan sonra bu miktar sırası ile 700-800 ve 250-300 dolarlara düşmüştür).

[3] Destekleme oranlarının bu kadar farklı sunulması desteklemelerin kaldırılması için yapılan dezenformasyona bir örnek teşkil ediyor.  1999 ve 2000 yıllarında verilen niyet mektuplarında 1995 yılının verilerinin kullanılması ise bürokratların ikna ve gayretkeşlik düzeyini gösteriyor.

[4] “AB'de toplam destekleme içinde DGD yüzde 30'luk bir paya sahip bulunmakta, pazar fiyat desteği yüzde 55'lik bir önem derecesinde bulunmakta, girdi desteği de yüzde 8 boyutunda olmaya devam etmektedir. ABD'de ise, DGD'nin toplam destekleme içindeki önemi yüzde 10 sınırlarında kalmakta, pazar fiyat desteği yüzde 50, girdi kullanımına dayalı destek ise yüzde 10 boyutlarında bulunmaktadır. DGD'nin uygulanması ise, üretim fazlası olan ürünlerde alan veya ürün kotalarının çiftçi gelirlerinde yaratacağı aşınmayı telafi amaçlı olmaktadır. “ (Özkaya vd., aktaran Oğuz Oyan 2001).

[5] Dünya ticaret fiyatları olarak borsa fiyatlarının temel alındığı ve Türkiyeli üretecinin yarışması istenen emperyalist ülkelerdeki üretici Türkiye’dekinden çok daha düşük maliyetle ve sübvanse edilen girdileri kullanmaya devam eder. Girdi maliyetleri aynı olmayan, mekanizasyon düzeyi farklı olan üreticiler arasında eşit bir yarış olabilir mi?

[6] Bugüne kadar TSEK (Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu), ve Yem Sanayii A.Ş tamamen EBK (Et ve Balık Kurumu) büyük ölçüde özelleştirilmiştir. Çay-Kur ve Tekel’in ise dağımı özelleştirilmiştir. TZDK (Türkiye Zirai Donatım Kurumu) Gübre fabrikaları, TSKB (Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri ve TMO (Toprak Mahsulleri Ofisi) işlevsizleştirilerek özelleştirmeye hazırlanmıştır.

[7] Daha önce en iyi 3 şeker fabrikası Pankobirlik’e sayılmıştır.

[8] Genellikle şeker pancarı üreticileri aynı zamanda pancar artıkları ve küspe ile hayvan da beslerler.

[9] Sözleşmeli üreticilikte üreticiye Pazar garantisi verilirken riskler üreticiye yıkılmaktadır. Ayrıca üreticilerin ürün fiyatı üzerinde söz hakkı elde etme şansları hemen hemen hiç yoktur. Nitekim geçmiş yıllarda pancar üreticilerinin sözleşmenin bazı maddelerini değiştirme mücadelesi sonuçsuz kalmıştır. (Ayrıntılı bilgi Tumay.1998 c )

[10] Bu olasılığı gelir düzeyinin düşmesi ile birlikte işgücünün kısa süreli de olsa hazır enerji sağlaması için şeker fiyatlarının düşük tutulması (sonucu çay ve şekere dayalı beslenme rejiminin daha da güçlendirilmesi) gereği de artırıyor.

[11] Türkiye’de ise özel fabrikalar 400 dolar civarına TŞFAŞ’ye bağlı fabrikalar 550 dolar civarına mal ediyor. (Dikkat bu maliyetler devalüasyondan önceki maliyetlerdir. Şu anda maliyetler önemli oranda aşağıya düşmüştür.)

[12] 400 bin civarındaki üretici sayısı 350 bin civarına, ekilen alan da 400 bin hektar civarından 350 bin civarına düşürüldü Hektar başına ortalama brüt gelir .1999 yılında 1997 yılına göre % 13 daha azdır.

[13] Avrupa Birliği, elindeki üretim fazlası şekeri satabilmek için bir yandan şeker ithalatını engellerken, diğer tarafta sübvansiyonlu şekeri dünya piyasalarına satabilmek için yoğun çaba gösteriyor. AB ile Türkiye arasındaki tarım tavizleri anlaşması kapsamına şekerin alınması ve Türkiye'ye 80 bin ton şeker ihraç edilmesi şartı bu çabaların sonucudur. 

[14] Küresel sigara tekellerinin Tekel’i tasfiye kampanyaları, bu kampanyaya karşı çıkan iki bakanı bakanlıktan etti; 12 Eylül’ün Gümrük ve Tekel Bakanı Recai Baturalp tütün tekelinin kaldırılmasını engelledikten 11 gün sonra bakanlıktan ayrılmak zorunda bırakıldı. Ardından da Bakanlıkta tütün tekelinin kaldırılmasına karşı çıkan bürokratlar temizlendi. Sigara reklamını ve toplu bulunulan bazı yerlerde sigara içilmesini yasaklayan yasa Bülent Akarcalı’yı Sağlık Bakanlığından etti.

[15] “İktidarlar bağımsız üretici kooperatiflerini desteklemekten çok engellemeye çalıştılar.  Bunda siyasal olarak bir köylü hareketinden korkmalarının yanı sıra ekonomik olarak da çıkarlarını birlikte korumaya yönelmelerinin pazarlık güçlerini arttıracağı ve sermayenin karlarını düşüreceği saikleri etken oldu. Bu nedenlerle kooperatif küçük üreticinin olanaklarını birleştirerek kapitalist ilişkiler içerisinde yaşamasını ve de yaşarken kapitalistleşmeyi sağladığı halde öcü olarak görülmüştür.” Tümay 1998 c)

[16] Birlikler ilk defa 1985 yılında tasfiye edilmek istendi. Ama üreticinin tepkisi “siyasi yasakların kalkması kampanyası” ile birleşince uygulanamadı. Tasfiyeye üreticiyi ikna etmek için 1995’de Üretici Kurultayı toplandı. Bu kurultayda da istenen sonuç elde edilmedi. Bunda dönemin TZOB başkanı Erol BARAZ’ın özelleştirme karşıtı tavrı etkili oldu.  Erol BARAZ özelleştirme karşıtı tavrının karşılığı yurt dışında olduğu zaman Başkanlıktan düşürül(tül)mesi oldu. Daha sonraki süreçte birlikler tedricen işlevsizleştirilerek üretici tasfiyeye ikna edildi

[17] ‘‘Ziraat Bankası, 1993 ve 1994 yıllarında üreticilere yaklaşık 315 milyon dolara karşılık gelen tutarda kütlü pamuk destekleme primi ödemiştir. Bunun karşılığı Hazine tarafından bankaya ödenmediği için, kalan borca faiz yürütülmeye başlanmıştır. Hazine 1997 yılında bankaya yaklaşık 712 milyon dolar tutarında ödeme yapmış, ancak, bu ödeme 315 milyon dolarlık borcun sadece 51 milyon dolarlık kısmını tasfiye edebilmiştir. Yani 1993 yılındaki 1 dolarlık destekleme primi karşılığında 1997 yılında bankaya 17 dolar ödenmiştir. 1998 yılı sonunda bakiyesi 7.4 milyar dolara ulaşmıştır. Bu borcun aslı ile kıyaslandığında 1'e 28 demektir."

"Son yıllardaki gibi artmaya devam etmesi durumunda, kütlü pamuk destekleme priminden kaynaklanan bu borç, 2002 yılında 34 milyar dolara ulaşacaktır. Bunun diğer bir ifadesi 1993 yılında üriteciye ödenen 1 dolara karşılık, 9 yıl sonra Ziraat Bankası (Dolayısıyla bankanın fon sağladığı piyasaya) 158 dolar borçlu olmaktadır.’’ (Sayıştay Raporu 2000: 130-1')

[18] Bir süre sonra emperyalist ülkelerin kendi ülkelerindeki tarımsal üretimi önemli ölçüde tasfiye ederken araştırma ve geliştirme laboratuvarlarında üretecekleri ürünleri yeniden sömürgeleştirilen ülkelerin finansman ve ucuz işgücü kaynaklarını kullanarak önce o ülkede daha sonrada dünya ölçeğinde pazarlamaya yönelmeleri olasıdır.

[19] “Devlet köylünün pazar ilişkilerine çekilmesinde belirleyici rol oynamış, KİT’ler ve TMO, tarım kredi ve satış kooperatifleriyle küçük üreticileri doğrudan denetlemiştir. Yaşamlarını idame ettirmeleri doğrudan devletin sunduğu olanakları kullanabilmelerine bağlıydı.  Devlet sağlıktan eğitime, ürün alımından girdi teminine, sübvansiyon ve destekleme alımlarından, fiyatlamaya ve kredilendirmeye kadar küçük üreticilerin yaşamına doğrudan müdahale etmiş ve bu belirleyiciliğini sermayenin egemenliği için kullanmıştır.”

[20] 1930'lardan itibaren oluşturulan kamusal alanlar özelleştirmelerle sermayeye devredilirken devlet sermayenin ihtiyaçlarına göre yeni “kamusal alanlar" oluşturmaktadır. Yeni "kamusal alanlar" eskisinden nitelik olarak farklıdır. Tasfiye edilmekte olan kamusal alanlar devletin bizzat kendisinin oluşturduğu alanlardı. Yeni oluşturulmakta olan "kamusal alanlar" ise devletin oluşturulmasına bizzat katılmadığı ama oluşturulmasının koşullarını hazırladığı ve tüm olanaklarını oluşturulması için seferber ettiği alanlardır. Yeni "kamusal alanları" devletin hazırladığı koşullar üzerinden, devletin olanaklarıyla sermaye oluşturmaktadır.

Siyasal ve ekonomik kararların esas olarak ulusal sınırlar içerisinde bir güç haline gelen agro-gıda tekelerine göre alınması da başat hale gelmektedir. Mc Donald’s’ın isteği üzerine ABD Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin hayvan ve hayvansal ürün ithalatı yasağını kaldırması için devreye girmeleri gelinebilecek noktanın habercisidir.

[21] “Programın uygulandığı ülkeler içerisinde 1970'lerin ortasında programı uygulamaya başlayan Somali'de sonuçları çok çarpıcı olmuştur. Geleneksel hayvancılığın çökertilmesi sığır vebasını yaygınlaştırdı, Somali’nin Suudi Arabistan ve Körfez Ülkelerine hayvan ihracatı önemli ölçüde azaldı, Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan Avusturya ve Avrupa Topluluğu ülkelerine yöneldiler. Sonraki yıllarda da Somali bu pazarlara artık giremedi. Geleneksel değişim ekonomisi ile geçinen çobanlar ortadan kaldırıldı. Hayvancılık batarken, küçük köylüler, sübvanse edilen Amerikan tahıllarının dampingli fiyatları ve girdilerin inanılmaz derecede pahalılaşması sonucu perişan oldular. Beslenme rejiminde mısır ve süpürge darısının yerine buğday başat hale getirildi. Çobanlar ile küçük üreticiler arasındaki geleneksel değiş -tokuş ilişkileri göçtü. Ülkenin bir yanında tarımsal ürün bolluğu diğer yanında kitlesel açlık aynı zamanda görülmeye başlandı.

“Somali'de kamu hizmetlerinde çalışanların % 40'ı işten çıkarıldı ve ücretleri ayda 3 dolara düşürüldü, sağlık harcamaları % 78 azaldı, ilkokul çocuğu başına düşen yıllık eğitim harcaması 1982'de 82 dolarken 1989'da 4 dolara indi. 1989'da borçlarını ödeyemez hale geldiği için yeni borç verilmemeye başlandı. 1990'larda ise açlık ve gıda bolluğunun birlikte görülürken başlayan iç savaş ABD öncülüğündeki uluslararası askeri müdahale edildi. Ve dünya Somali'de olup bitenlerden o zaman haberi oldu.

AB'den ithal edilen gümrüksüz teşvikli et ve süt ürünleri ile ABD'den ithal edilen buğday, pirinç Afrika ekonomisini çökertti Bir zamanlar Afrika'nın ekmek sepeti olarak nitelenen Zimbabwe bugün tahıl ithal ediyor. Mısır üretiminin yerini tütün üretimi aldı. Melawi de net gıda ihracatçısı iken mısırın yerini hızla tütün üretimi alıyor. Tütün ihracatı da dış borç ödemelerinde kullanılıyor.” (Tümay 2000)

[22] Gübre sübvansiyonların kaldırılması, tarımsal girdi ve yakıt fiyatlarının artması çok sayıda küçük ve orta ölçekli köylüyü iflasa sürüklemesi (Hindistan, Vietnam, Bangladeş, Brezilya), tarımda zengin bir çiftçi girişimci sınıfının oluşmasına dayalı modernizasyon (Penjap), ucuz tarımsal ürünlerin ithal edilmesi sonucu küçük bağımsız çiftçilerin iflas etmeleri ve topraklarını kaybetmesi, orta ölçekli işletmelerde artma ve. Orta köylülüğün banka ve ticaret çevrelerine bağımlı hale gelmesi, (Peru), Nakliye maliyetleri köylülüğün gelirini azaltmakta ve ürünün tarladan çıkış fiyatı ile tüketim fiyatı arasındaki mesafe artması (Bolivya). Tarım kredisinin liberalizasyonunun köy tefecilerinin geleneksel rolünün güçlendirmesi (Bangladeş), Fransız sömürgeciliği döneminde verilen kredi ve toprak için mücadele koşullarına yeniden dönülmesi (Vietnam) gibi bağımsız küçük işletmeler ortadan kalkarken, işletme büyüklükleri (kimi ülkelerde orta büyüklükteki kimi ülkelerde büyük ölçekteki işletmeler lehine olmak üzere) artıyor. (Chossudovsky, 1999)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.