Homeros'un
İlyada'sına konu olan, Anadolu'dan İran'a Sarıkız efsanesinin yurdu olan, 47'si
sadece bu yörede bulunan 82 nadir bitki türünü barındıran ve de kuşların
ikincil göç yolları üzerinde bulunan Kaz Dağları ölüm kalım mücadelesi veriyor.
Kaz Dağları yöresinde olanlar belki bir yanıyla Türkiye'nin dört bir tarafında
olanlara benzer, ama farklılıklar da yok değil. Benzer olan Türkiye'nin birçok
yerinde olduğu gibi doğanın tahrip edilmesi. Bir süre önce madenciler ve termik
santralciler bu bölgeye akın etmişti. Şimdi buna JES'çilerin (jeotermal enerji santralleri) ve
altıncıların da eklenmesiyle bu zamana kadar ağırlıkla ÇED toplantılarına
müdahaleler ve davalar üzerinden yürüyen mücadele nitelik değiştirdi. Sahadaki
çalışmaların durdurulması için eylemliliklere geçildi. O zamana kadar hukuki
yolları öne çıkaran yerel yönetimler eylemliliklerde aktif olarak yer almaya
başladı. Yerel yönetimlerin havası, suyu, toprağı için mücadelenin
organizasyonundan lojistiğinin sağlanmasına kadar olabileceği en güçlü şekilde
mücadele içinde yer alması diğer yerlerde görülmeyen bir durum; Kaz
Dağları'ndaki asıl farkı da bu oluşturuyor. Tam da bu nedenle biz de Çanakkale
Belediyesi başkan yardımcısı, Su ve Vicdan Nöbeti Koordinasyon Kurulu Üyesi
İrfan Mutluay'la, Çanakkale Kent Konseyi Çevre Meclisi başkanı ve yine
koordinasyon kurulu üyesi Pınar Bilir'le, Kaz Dağları Doğal ve Kültürel
Varlıkları Koruma Derneği başkanı ve Ekoloji Birliği eş sözcüsü Süheyla
Doğan'la ve de Karadağ (Çan) mücadelesinden Mustafa Önder ile buluştuk.
Kirazlı/Balaban tepesindeki eylemlilikten yola çıkarak yaşamı koruma ve
savunmada yerel yönetimlerin rolü üzerine konuştuk.
Su ve
Vicdan Nöbeti
İrfan
Mutluay sahadaki faaliyetleri çok yakından takip ediyor. 31 Mart 2019 yerel
seçimlerinden sonra maden firmasının sahadaki çalışmalarının hızlandığını, on
binlerce ağacın kesildiğini ifade ediyor. Çanakkale Belediyesi olarak toprağın
yüzeyinin kazınıp devasa cehennem çukurları açıldığını drone görüntüleri ile tespit
etmiş durumdalar. Bu tespitlerin ardından konu önce Ege ve Marmara Çevre
Belediyeler Birliği'ne (EMARÇEB) taşınıyor. 19 Temmuz'da EMARÇEB ile birlikte
saha incelenip kitlesel bir basın açıklaması düzenleniyor, böylece
Kirazlı/Balaban daha geniş bir çevrenin gündemine girmeye başlıyor. 25 Temmuz’da
iş makineleri sahaya girince Çanakkale Kent Konseyi Çevre Meclisi öncülüğünde
Belediye ve o esnada biraraya gelebilen ondan fazla STK yaşam ve su hakkını
savunmak adına Su ve Vicdan Nöbetini başlatıyor.
Yerel
yönetim ve fiili mücadele
Mutluay
görüşmemizde yıllardır hukuki mücadeleyi öne çıkaran Çanakkale Belediyesi'nin
fiili mücadele yolunu tercih etmesinin iki temel nedeni olduğunu ifade ediyor:
"Kentte yaşayanların sağlıklı su içmesi belediyenin sorumluluğunda; su
kaynağının korunması görevini 2000 yılında DSİ ile yapılan bir protokolle
belediye olarak üstümüze almış durumdayız'. Mutluay şöyle devam ediyor:
"Dahası, tarımsal üretim ve pazarlama Çanakkale ekonomisinin can
damarlarından birisi. Toprak, orman, içme suyu kaynaklarının zarar görmesi
tarımsal üretimi ve pazarlamayı doğrudan etkileyerek kentte yaşayan
hemşerilerimizin hem gelirlerini azaltacak hem de yaşam kalitesini düşürecek."
Pınar
Bilir ise Çanakkale Belediyesi'nin bugünkü misyonunu yüklenmekte geç kaldığını,
temiz su sağlamanın, yaşanabilir hava ve toprağı korumanın yerel yönetimlerin
halka karşı sorumluluğu olduğunu düşünüyor. Karadağ (Çan) mücadelesinden
Mustafa Önder de benzer şekilde Çanakkale'de 1997'den bu yana yükselen çevre
mücadelesinin düne kadar yerel yönetimlerce STK'lara havale edilmiş olduğunu
ifade ediyor. Önder'e göre bugün belediyenin aktif rol üstlenmesi olumlu bir
gelişme.
Yerel
yönetim ve iklim değişikliği
Mutluay
görüşmemiz esnasında yerel yönetimlerin yaşam ortamının korunması ve
savunulmasındaki rollerinin iklim değişikliği ile mücadeleyi de içerdiğini
belirtti. Birleşmiş Milletler enerji kullanımı başta olmak üzere kent
yönetimlerinin birçok alanda önlem almasını öneriyor. Mutluay da yerel
yönetimlerin iklim değişikliği eylem planları hazırlayarak, karbon saliminin
düşürülmesi, yenilenebilir enerji kaynaklarından yararlanılması, su
kaynaklarının korunması ve suyun tasarruflu kullanımı, tarım topraklarının
korunması, konutların arazilerin yeteneklerine göre tarımsal alan olmayan
yerlere kaydırılması, gerekirse uydu kentler yapılması gibi önlemler alması
gerektiğini ifade ediyor. Görüştüğümüz diğer kişiler de yerel yönetimlerin
çevre mücadelesindeki yeri ne olursa olsun, iklim değişikliği ile ilgili olarak
toplu taşımanın desteklenmesi, karbon yutak alanlarının çoğaltılması, tarım
topraklarının konut alanı yapılmaması gibi alınabilecek tedbirler olduğunu
vurguladılar.
Mücadele
yöntemleri üzerine
Mutluay
ekoloji mücadelelerinin üç ayağı olduğunun altını çiziyor: fiili eylemlilik,
hukuki yollar, durum tespiti ve etkilerinin değerlendirilip toplumla
paylaşılması. Tüm bu alanlarda yerel yönetimlerin, meslek odaları, sivil toplum
kuruluşları ve bireylerle birlikte olabileceğini ifade eden Mutluay,
belediyelerin doğrudan taraf olamadığı noktalarda belediye birlikleri ile
mücadeleye katılabileceğini düşünüyor. Mücadelenin program ve koordinasyonunun
yer yer bir araya gelerek birlikte oluşturulabileceğini, buradan hareketle
kurumlar arasında bir işbölümünün yapılabileceğini, nihayetinde siyasi
mekanizmanın da bu birlikteliklerden besleneceğini ifade ediyor. Görüştüğümüz
diğer isimlerin de bu söylenenlere bir itirazı olmadı. Ancak bu adımların
yerine getiriliş yöntemi konusunda yerel yönetim-STK ilişkilerinin daha
demokratik ve eşit ilişki temelinde olması gerektiğine ilişkin güçlü vurgular
yaptılar.
Birlikte
çalışma tarzı üzerine
Diğer
yandan Mustafa Önder fiiliyatta yerel yönetimlerin ortak gibi davranmadığı görüşünde;
halbuki aradaki ilişkinin demokratik bir ilişki olması gerektiğini belirtiyor.
Süheyla Doğan da yerel yönetimlerin yalnızca kendi görüşüne benzer görüşlere
sahip örgütlerle işbirliği yapmak yerine, farklı seslere açık olmasının,
toplumun tüm kesimleriyle çalışmasının daha gerçekçi olduğunu vurguluyor. Yerel
yönetimlerin mücadelenin bir bileşeni olarak STK'larla eşit bir ilişki kurması
gerektiğini tekrarlayan Pınar Bilir, sivil örgütlerin özgür ve bağımsız
çalışmalarına müdahale edildiğinde ya da onlara kararlar dayatıldığında bu
durumun kaçınılmaz olarak yılgınlığa ve bıkkınlığa sebep olduğunu belirtiyor.
Kaz
Dağları gündemde
Su ve
Vicdan Nöbeti, Kirazlı/Balaban tepesindeki talan ve tahribata dünyanın
dikkatini çekmeyi başardı. Çanakkale'den on binlerce, Artvin'den İstanbul'a
kadar Türkiye'nin çeşitli yerlerinden binlerce kişi "Balaban Direnme
Tesisleri"ne gelerek tepkisini gösterdi. Fazıl Say kamp alanında bir
konser verdi. Kanada başbakanına mektuplar yazıldı, Kanada'dan İtalya'ya,
Avustralya'dan İsveç'e dünyanın dört bir yanında protesto gösterileri oldu. İyi
Parti genel başkanı Meral Akşener bölgeyi ziyaret edip hem bilgi aldı hem de
desteklerini bildirdi. Yazılı ve görsel basında konuyu işleyen birçok haber,
röportaj ve makaleler çıktı.
Yirmi gün
gibi kısa bir sürede gelen bu başarıda sahanın drone görüntülerinin yayınlanması,
sanal medya ile geleneksel yazılı-görsel tanıtım araçlarının etkin kullanımı,
Kaz Dağı yöresinin mitolojik ekolojik değeri, Balaban Direnme Tesisleri'nin
aktif kullanımı belirleyici etmenler oldu. Bunlardan biri eksik olsa muhtemelen
böylesine bir yankı elde edilmesi güç olurdu.
Merkezi
yönetimin tepkisi
Kaz
Dağlarının "boz dağlar" olmaması, ekolojisinin yaşam saçmaya, sağlık
kaynağı olmaya devam etmesi talebini sahiplenen bu denli yaygın ve yoğun halk
hareketliliğine karşı yanıt da gecikmedi. Çevre Etki Değerlendirme (ÇED)
raporuna uyulmayarak yörede 195 bin ağacın kesildiğinin açıklanmasına yanıt
Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum'dan geldi. Kurum kesilen ağaç sayısının
13 bin olduğunu açıkladı. Yaşam savunucuları öngörülenin dört katı ağaç
kesildiğini söylerken, maden taraftarları öngörülenin üçte biri kadar ağaç
kesildiğini belirtti. O güne adı sanı duyulmayan, hatta varlığından haberdar
olunmayan yerel çevre derneklerinden altın madeninin çıkarılmasını savunan
açıklamalar geldi. Bu açıklamaların arasında sigaradaki siyanürün daha
tehlikeli olduğunu dile getirenler de vardı, Atatürk'ün madenlerin
çıkartılmasını istediğini belirten ilanlar da. Bunlara valiliğin girişimleri
eşlik etti. Çanakkale valisi Orhan Tavlı, adında çevre olan bir dizi dernekle
toplantı yapıp teşekkürlerini aldı. Meslek odaları ile toplantı yapıp endişeye
mahal olmadığını belirti, yöredeki muhtarlar ile toplantı düzenledi.
Fazıl Say
konserinin ardından
Fazıl Say
konseri buradaki mücadelenin zirve noktası oldu. Konserin hemen ardın dan Su ve Vicdan Nöbeti Koordinasyonu, kendi içerisinde ve
kamp alanındaki forumlarda 5 Ağustos yürüyüşünden itibaren tartıştığı yatılı
çadır eylemini bitirdi; bunun üzerine Belediye lojistik malzemelerini topladı.
Ardından kent merkezinde akşam forumları organize etti. Buna karşılık nöbete
destek için gelen gençler Balaban bölgesinde gece-gündüz konaklamaya devam
etti. Bu gruba kentten ve yöreden de destek olanlar oldu. Destekçiler bir
yandan grubun günlük ihtiyaçlarının karşılanmasına yardım ederken, diğer yandan
da kentteki faaliyetler çeşitlendirildi. Ağaç kesimlerinin devam ettiğinin
görülmesi üzerine Orman Bölge Müdürlüğü önünde basın açıklaması yapılarak ağaç
kesiminin durdurulması için dilekçeler verildi. Pazar yerinde, İskele
Meydanında, iki kordonda, Özgürlük Parkında açılan stantlarda bilgilendirme
yapılarak, Kirazlı altın madeninin işletme ruhsatının süresinin 13 Ekim 2019'da
dolacak olması nedeniyle ruhsatın yenilenmemesi için ıslak imzalı dilekçeler
toplandı. Toplanan 3100 dilekçe PTT önünde yapılan basın açıklamasının ardından
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Maden İşleri Genel Müdürlüğü'ne gönderildi.
Buna karşılık bu kesimin Su ve Vicdan Nöbeti Koordinasyonunda temsil edilme
istemleri kabul görmedi.
Muhtarlar
sahnede
25 Eylül
2019 günü civardaki üç köyün muhtarı, beraberlerinde yaklaşık 150 kişi ile
birlikte, Çanakkale Belediyesi önünde metalik madencilik faaliyetlerinin
köylülerin geçim kaynağı olduğunu ve yapılan eylemlerle geleceklerinin karartıldığını
iddia eden bir basın açıklaması yaptılar, Çanakkale Belediyesinin maden karşıtı
gösteri ve eylemlere desteğini çekmesi talebi ile dilekçe verdiler.
Bu karşı
girişime yanıt hemen basın açıklaması ile Belediye tarafından verildi. Aynı gün
gençlerin yatılı çadır eylemini destekleyen grubun organize ettiği, aralarında
CHP, İyi Parti, HDP, EMEP gibi siyasi partilerin, derneklerin, sendikaların
yanı sıra çok sayıda STK'nın da yer aldığı 41 oluşum altın madenine karşı
yaşamı savunduklarını belirten geniş kapsamlı bir açıklama yaptı.
Bugünlerde
yöre ile günlük ilişki içinde olanlar, muhtarların köylüleri madene karşı
çıkmamaları için baskı altına almaya çalıştıklarını belirtiyor. Kirazlı köyü
muhtarı ise kamuoyuna "Köyümüzü lekelemeyin", "Maden sahası
geçim kaynağımız, dokunmayın" açıklamaları yaptı.
Köylülerle
ilişkilerin sürekliliği ve kapsamı
Pınar
Bilir, bu tür ihtilaflı alanlarda faaliyet gösteren şirketlerin taraftar
bulmalarında çalıştıkları yörenin sosyolojik ve ekonomik yapısını anlamayı
hedefleyen araştırmaların önemli bir etkisi olduğunu belirtiyor. Bu
araştırmaların sonuçları üzerinden köylerin ihtiyaçlarını ve köylülere nasıl
yaklaşırlarsa rahatça hareket edebileceklerini tespit eden şirketler, bunun
üzerine köyleri ziyaret edip köylülerle ilişki kuruyorlar.
Buna
karşılık Mustafa Önder ekoloji mücadelesinde kurulan bağların çok daha zayıf
kaldığını şu sözlerle vurguluyor: "ÇED sürecinde bir köye gidiliyor,
oradaki insanlarla ilişki kuruluyor, ama bu ilişki sürdürülmüyor. Aradan bir
süre geçince de ilişki kopuyor, ama madenciler orada. Köylünün istihdam,
ekonomi, ürünlerinin pazarlanması ihtiyacı şirketçe karşılanınca da yöre insanı
bir süre sonra gittiğimizde 'niye geliyorsunuz' demeye başlıyor."
Bu
durumla başa çıkabilmek için Pınar Bilir sahada sosyolojik, ekonomik,
biyolojik, ekolojik çalışmalar yapılmasını, çok disiplinli hareket edilmesini,
yöreyi kalkındıracak ekonomik çalışmalar hazırlanmasını öneriyor. Benzer
şekilde Mustafa Önder de "Kuru laf kalabalığından çok, çözüm ve yenilikçi
yöntemlere başvurmalıyız. STK'ların belli bir yere kadar gücü var. Yerel
yönetimler STK'ların yapabileceğinden daha büyük işleri yapabilir. Organik
tarımın desteklenmesi, ürünlerinin değerinden satılmasına aracılık etme,
pazarlanmasına destek olma gibi şeyler yapabilirler örneğin,” diyerek yerel
yönetimlerin ekoloji mücadelesi içindeki kritik konumuna işaret ediyor.
İrfan
Mutluay, Çanakkale Belediyesinin 2019-23 stratejik planında yerel kalkınma
faaliyetlerine yer verildiğini anımsatıp, "bir il belediyesinin büyükşehir
belediyeleri gibi kırsal kalkınmaya yönelik çalışma yapması zor olmakla
birlikte, ihtiyaç duyduğu malları kooperatiflerden, özellikle tarımsal üretici
kooperatiflerinden, üretici birliklerinden alabileceğini/ ifade ediyor.
Mutluay'a göre örgütlenmeyi teşvik edecek türden merkezi ve yerel politikalar
uygulanabilirse, üreticilerin bu yöntemle tarımsal üretimden daha fazla para
kazanması sağlanabilir, böylece "insanlar doğa cinayetinin parçası
olmaktan kaçınabilir."
Sonuç
yerine
Kısa
sayılabilecek bir sürede ortaya çıkan tepki halen canlı, eylemler sürüyor, ama
bir yandan da Biga yarımadasındaki metalik madencilik ruhsatlandırma, arama,
işletme faaliyetleri devam ediyor. Doğa tahribatı yörenin yalnız havasını,
suyunu, toprağını değil, aynı zamanda ekolojik sistemini de tahrip edip, yüzden
fazla tarımsal ürünün yetişme koşullarını etkileyebilir. Yörenin çobanları
şimdiden yağmurların geciktiğinden yakınmaya başladı.
Bu
bölgede Çanakkale ve Bayramiç belediyeleri gibi ekoloji mücadelesi içerisinde
yer alan örnekler olduğu gibi, Kara Biga Belediyesi gibi olumsuz örnek de var.
Bugün Çanakkale Belediyesi Kirazlı-Balaban tepesiyle ilgili mücadelenin
sürükleyici gücü ve bunu paylaşmak istemiyor. Bayramiç Belediyesi de geçtiğimiz
günlerde hemşerilerini sosyal medyadan paylaştığı afişlerle Kaz Dağları için
sokaklara çağırdı, 26 Eylül akşamki yürüyüşe Bayramiçliler geniş katılım
gösterdi. Ancak Kara Biga Belediyesi, daha ÇED iptal davası sürerken,
başlangıçta karşı çıktığı santralı desteklemeye başlayınca mücadeleyi veren
esas yapı olan çevre derneğinin gücü kırılıp, dağılmıştı.
Bu
süreçte Çanakkale'de hem merkezi yönetim hem de yerel yönetimler ekoloji
mücadelesi etrafında süregiden ihtilaflara aktif biçimde dahil oldular.
STK'lar, odalar, sendikalar, muhtarlar, siyasi partiler de bir şekilde bu
sürecin tarafı oldu. Her iki taraf da kendi tarafının desteklenmesini istiyor.
Her ikisi de farklı biçimlerde olsa da insanları nesneleştiriyor. Halbuki yalnızca
insanların kendi deneyimleri üzerinden özneleşmelerini mümkün kılacak bir
toplumsal ilişki yöntemi, bugün görünürde bir tehlike var olmadığı için durumu
küçümseme, inkâr etme ya da ondan kaçınma refleksi gösteren geniş toplulukları
ekoloji mücadelesinin içine çekebilir.
Tam da bu nedenle ekoloji mücadelesinde
yerel yönetimlerin tavrı çok önemli. Burada bilhassa yerel yönetim, STK'lar ve
toplum kesimleri arasındaki ilişkilerin mahiyeti öne çıkıyor. Reel siyasetin ve
günlük çekişmelerin ötesine geçerek, suyun, havanın, toprağın
politikleştirildiği, STK'ların özerk hareketinin önünü açan, toplumu mücadeleye
çeken ve örgütleyen bir hat oluşturulup oluşturulmayacağı mücadelenin kaderini
belirleyecek. Çünkü ancak böyle bir hat kamu kurumlarının tavrına ve
tavırlarındaki değişikliklere bağlı kalmadan, tüm unsurların kendisinden bir
şey katarak dahil olacağı bir mücadeleyi örgütleyebilir. Ancak bu yolla Edremit
körfezinden Bandırma körfezine doğal kaynakların yağmalanmasına ve doğa
tahribatına karşı yaşam savunuculuğu mücadelesi yükseltilebilir.
[1] Bu Yazı
Yurttaşlık Derneği Tarafından hazırlanan “Saha” Dergisinin Ekim 2019 tarihli 6
sayısında yayınlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.