Kaz Dağları Mücadelesi Işığında Ekoloji Mücadelesi Ve Yerel Yönetimler

 

[1]


Homeros'un İlyada'sına konu olan, Anadolu'dan İran'a Sarıkız efsanesinin yurdu olan, 47'si sadece bu yörede bulunan 82 nadir bitki türünü barındıran ve de kuşların ikincil göç yolları üzerinde bulunan Kaz Dağları ölüm kalım mücadelesi veriyor. Kaz Dağları yöresinde olanlar belki bir yanıyla Türkiye'nin dört bir tarafında olanlara benzer, ama farklılıklar da yok değil. Benzer olan Türkiye'nin birçok yerinde olduğu gibi doğanın tahrip edilmesi. Bir süre önce madenciler ve termik santralciler bu bölgeye akın etmişti. Şimdi buna JES'çilerin (jeotermal enerji santralleri) ve altıncıların da eklenmesiyle bu zamana kadar ağırlıkla ÇED toplantılarına müdahaleler ve davalar üzerinden yürüyen mücadele nitelik değiştirdi. Sahadaki çalışmaların durdurulması için eylemliliklere geçildi. O zamana kadar hukuki yolları öne çıkaran yerel yönetimler eylemliliklerde aktif olarak yer almaya başladı. Yerel yönetimlerin havası, suyu, toprağı için mücadelenin organizasyonundan lojistiğinin sağlanmasına kadar olabileceği en güçlü şekilde mücadele içinde yer alması diğer yerlerde görülmeyen bir durum; Kaz Dağları'ndaki asıl farkı da bu oluşturuyor. Tam da bu nedenle biz de Çanakkale Belediyesi başkan yardımcısı, Su ve Vicdan Nöbeti Koordinasyon Kurulu Üyesi İrfan Mutluay'la, Çanakkale Kent Konseyi Çevre Meclisi başkanı ve yine koordinasyon kurulu üyesi Pınar Bilir'le, Kaz Dağları Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği başkanı ve Ekoloji Birliği eş sözcüsü Süheyla Doğan'la ve de Karadağ (Çan) mücadelesinden Mustafa Önder ile buluştuk. Kirazlı/Balaban tepesindeki eylemlilikten yola çıkarak yaşamı koruma ve savunmada yerel yönetimlerin rolü üzerine konuştuk.

 

Su ve Vicdan Nöbeti

İrfan Mutluay sahadaki faaliyetleri çok yakından takip ediyor. 31 Mart 2019 yerel seçimlerinden sonra maden firmasının sahadaki çalışmalarının hızlandığını, on binlerce ağacın kesildiğini ifade ediyor. Çanakkale Belediyesi olarak toprağın yüzeyinin kazınıp devasa cehennem çukurları açıldığını drone görüntüleri ile tespit etmiş durumdalar. Bu tespitlerin ardından konu önce Ege ve Marmara Çevre Belediyeler Birliği'ne (EMARÇEB) taşınıyor. 19 Temmuz'da EMARÇEB ile birlikte saha incelenip kitlesel bir basın açıklaması düzenleniyor, böylece Kirazlı/Balaban daha geniş bir çevrenin gündemine girmeye başlıyor. 25 Temmuz’da iş makineleri sahaya girince Çanakkale Kent Konseyi Çevre Meclisi öncülüğünde Belediye ve o esnada biraraya gelebilen ondan fazla STK yaşam ve su hakkını savunmak adına Su ve Vicdan Nöbetini başlatıyor.

 

Yerel yönetim ve fiili mücadele

Mutluay görüşmemizde yıllardır hukuki mücadeleyi öne çıkaran Çanakkale Belediyesi'nin fiili mücadele yolunu tercih etmesinin iki temel nedeni olduğunu ifade ediyor: "Kentte yaşayanların sağlıklı su içmesi belediyenin sorumluluğunda; su kaynağının korunması görevini 2000 yılında DSİ ile yapılan bir protokolle belediye olarak üstümüze almış durumdayız'. Mutluay şöyle devam ediyor: "Dahası, tarımsal üretim ve pazarlama Çanakkale ekonomisinin can damarlarından birisi. Toprak, orman, içme suyu kaynaklarının zarar görmesi tarımsal üretimi ve pazarlamayı doğrudan etkileyerek kentte yaşayan hemşerilerimizin hem gelirlerini azaltacak hem de yaşam kalitesini düşürecek."

Pınar Bilir ise Çanakkale Belediyesi'nin bugünkü misyonunu yüklenmekte geç kaldığını, temiz su sağlamanın, yaşanabilir hava ve toprağı korumanın yerel yönetimlerin halka karşı sorumluluğu olduğunu düşünüyor. Karadağ (Çan) mücadelesinden Mustafa Önder de benzer şekilde Çanakkale'de 1997'den bu yana yükselen çevre mücadelesinin düne kadar yerel yönetimlerce STK'lara havale edilmiş olduğunu ifade ediyor. Önder'e göre bugün belediyenin aktif rol üstlenmesi olumlu bir gelişme.

 

Yerel yönetim ve iklim değişikliği

Mutluay görüşmemiz esnasında yerel yönetimlerin yaşam ortamının korunması ve savunulmasındaki rollerinin iklim değişikliği ile mücadeleyi de içerdiğini belirtti. Birleşmiş Milletler enerji kullanımı başta olmak üzere kent yönetimlerinin birçok alanda önlem almasını öneriyor. Mutluay da yerel yönetimlerin iklim değişikliği eylem planları hazırlayarak, karbon saliminin düşürülmesi, yenilenebilir enerji kaynaklarından yararlanılması, su kaynaklarının korunması ve suyun tasarruflu kullanımı, tarım topraklarının korunması, konutların arazilerin yeteneklerine göre tarımsal alan olmayan yerlere kaydırılması, gerekirse uydu kentler yapılması gibi önlemler alması gerektiğini ifade ediyor. Görüştüğümüz diğer kişiler de yerel yönetimlerin çevre mücadelesindeki yeri ne olursa olsun, iklim değişikliği ile ilgili olarak toplu taşımanın desteklenmesi, karbon yutak alanlarının çoğaltılması, tarım topraklarının konut alanı yapılmaması gibi alınabilecek tedbirler olduğunu vurguladılar.

 

Mücadele yöntemleri üzerine

Mutluay ekoloji mücadelelerinin üç ayağı olduğunun altını çiziyor: fiili eylemlilik, hukuki yollar, durum tespiti ve etkilerinin değerlendirilip toplumla paylaşılması. Tüm bu alanlarda yerel yönetimlerin, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları ve bireylerle birlikte olabileceğini ifade eden Mutluay, belediyelerin doğrudan taraf olamadığı noktalarda belediye birlikleri ile mücadeleye katılabileceğini düşünüyor. Mücadelenin program ve koordinasyonunun yer yer bir araya gelerek birlikte oluşturulabileceğini, buradan hareketle kurumlar arasında bir işbölümünün yapılabileceğini, nihayetinde siyasi mekanizmanın da bu birlikteliklerden besleneceğini ifade ediyor. Görüştüğümüz diğer isimlerin de bu söylenenlere bir itirazı olmadı. Ancak bu adımların yerine getiriliş yöntemi konusunda yerel yönetim-STK ilişkilerinin daha demokratik ve eşit ilişki temelinde olması gerektiğine ilişkin güçlü vurgular yaptılar.

 

Birlikte çalışma tarzı üzerine

Diğer yandan Mustafa Önder fiiliyatta yerel yönetimlerin ortak gibi davranmadığı görüşünde; halbuki aradaki ilişkinin demokratik bir ilişki olması gerektiğini belirtiyor. Süheyla Doğan da yerel yönetimlerin yalnızca kendi görüşüne benzer görüşlere sahip örgütlerle işbirliği yapmak yerine, farklı seslere açık olmasının, toplumun tüm kesimleriyle çalışmasının daha gerçekçi olduğunu vurguluyor. Yerel yönetimlerin mücadelenin bir bileşeni olarak STK'larla eşit bir ilişki kurması gerektiğini tekrarlayan Pınar Bilir, sivil örgütlerin özgür ve bağımsız çalışmalarına müdahale edildiğinde ya da onlara kararlar dayatıldığında bu durumun kaçınılmaz olarak yılgınlığa ve bıkkınlığa sebep olduğunu belirtiyor.

 

Kaz Dağları gündemde

Su ve Vicdan Nöbeti, Kirazlı/Balaban tepesindeki talan ve tahribata dünyanın dikkatini çekmeyi başardı. Çanakkale'den on binlerce, Artvin'den İstanbul'a kadar Türkiye'nin çeşitli yerlerinden binlerce kişi "Balaban Direnme Tesisleri"ne gelerek tepkisini gösterdi. Fazıl Say kamp alanında bir konser verdi. Kanada başbakanına mektuplar yazıldı, Kanada'dan İtalya'ya, Avustralya'dan İsveç'e dünyanın dört bir yanında protesto gösterileri oldu. İyi Parti genel başkanı Meral Akşener bölgeyi ziyaret edip hem bilgi aldı hem de desteklerini bildirdi. Yazılı ve görsel basında konuyu işleyen birçok haber, röportaj ve makaleler çıktı.

Yirmi gün gibi kısa bir sürede gelen bu başarıda sahanın drone görüntülerinin yayınlanması, sanal medya ile geleneksel yazılı-görsel tanıtım araçlarının etkin kullanımı, Kaz Dağı yöresinin mitolojik ekolojik değeri, Balaban Direnme Tesisleri'nin aktif kullanımı belirleyici etmenler oldu. Bunlardan biri eksik olsa muhtemelen böylesine bir yankı elde edilmesi güç olurdu.

 

Merkezi yönetimin tepkisi

Kaz Dağlarının "boz dağlar" olmaması, ekolojisinin yaşam saçmaya, sağlık kaynağı olmaya devam etmesi talebini sahiplenen bu denli yaygın ve yoğun halk hareketliliğine karşı yanıt da gecikmedi. Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporuna uyulmayarak yörede 195 bin ağacın kesildiğinin açıklanmasına yanıt Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum'dan geldi. Kurum kesilen ağaç sayısının 13 bin olduğunu açıkladı. Yaşam savunucuları öngörülenin dört katı ağaç kesildiğini söylerken, maden taraftarları öngörülenin üçte biri kadar ağaç kesildiğini belirtti. O güne adı sanı duyulmayan, hatta varlığından haberdar olunmayan yerel çevre derneklerinden altın madeninin çıkarılmasını savunan açıklamalar geldi. Bu açıklamaların arasında sigaradaki siyanürün daha tehlikeli olduğunu dile getirenler de vardı, Atatürk'ün madenlerin çıkartılmasını istediğini belirten ilanlar da. Bunlara valiliğin girişimleri eşlik etti. Çanakkale valisi Orhan Tavlı, adında çevre olan bir dizi dernekle toplantı yapıp teşekkürlerini aldı. Meslek odaları ile toplantı yapıp endişeye mahal olmadığını belirti, yöredeki muhtarlar ile toplantı düzenledi.

 

Fazıl Say konserinin ardından

Fazıl Say konseri buradaki mücadelenin zirve noktası oldu. Konserin hemen ardın dan Su ve Vicdan Nöbeti Koordinasyonu, kendi içerisinde ve kamp alanındaki forumlarda 5 Ağustos yürüyüşünden itibaren tartıştığı yatılı çadır eylemini bitirdi; bunun üzerine Belediye lojistik malzemelerini topladı. Ardından kent merkezinde akşam forumları organize etti. Buna karşılık nöbete destek için gelen gençler Balaban bölgesinde gece-gündüz konaklamaya devam etti. Bu gruba kentten ve yöreden de destek olanlar oldu. Destekçiler bir yandan grubun günlük ihtiyaçlarının karşılanmasına yardım ederken, diğer yandan da kentteki faaliyetler çeşitlendirildi. Ağaç kesimlerinin devam ettiğinin görülmesi üzerine Orman Bölge Müdürlüğü önünde basın açıklaması yapılarak ağaç kesiminin durdurulması için dilekçeler verildi. Pazar yerinde, İskele Meydanında, iki kordonda, Özgürlük Parkında açılan stantlarda bilgilendirme yapılarak, Kirazlı altın madeninin işletme ruhsatının süresinin 13 Ekim 2019'da dolacak olması nedeniyle ruhsatın yenilenmemesi için ıslak imzalı dilekçeler toplandı. Toplanan 3100 dilekçe PTT önünde yapılan basın açıklamasının ardından Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Maden İşleri Genel Müdürlüğü'ne gönderildi. Buna karşılık bu kesimin Su ve Vicdan Nöbeti Koordinasyonunda temsil edilme istemleri kabul görmedi.

 

Muhtarlar sahnede

25 Eylül 2019 günü civardaki üç köyün muhtarı, beraberlerinde yaklaşık 150 kişi ile birlikte, Çanakkale Belediyesi önünde metalik madencilik faaliyetlerinin köylülerin geçim kaynağı olduğunu ve yapılan eylemlerle geleceklerinin karartıldığını iddia eden bir basın açıklaması yaptılar, Çanakkale Belediyesinin maden karşıtı gösteri ve eylemlere desteğini çekmesi talebi ile dilekçe verdiler.

Bu karşı girişime yanıt hemen basın açıklaması ile Belediye tarafından verildi. Aynı gün gençlerin yatılı çadır eylemini destekleyen grubun organize ettiği, aralarında CHP, İyi Parti, HDP, EMEP gibi siyasi partilerin, derneklerin, sendikaların yanı sıra çok sayıda STK'nın da yer aldığı 41 oluşum altın madenine karşı yaşamı savunduklarını belirten geniş kapsamlı bir açıklama yaptı.

Bugünlerde yöre ile günlük ilişki içinde olanlar, muhtarların köylüleri madene karşı çıkmamaları için baskı altına almaya çalıştıklarını belirtiyor. Kirazlı köyü muhtarı ise kamuoyuna "Köyümüzü lekelemeyin", "Maden sahası geçim kaynağımız, dokunmayın" açıklamaları yaptı.

 

Köylülerle ilişkilerin sürekliliği ve kapsamı

Pınar Bilir, bu tür ihtilaflı alanlarda faaliyet gösteren şirketlerin taraftar bulmalarında çalıştıkları yörenin sosyolojik ve ekonomik yapısını anlamayı hedefleyen araştırmaların önemli bir etkisi olduğunu belirtiyor. Bu araştırmaların sonuçları üzerinden köylerin ihtiyaçlarını ve köylülere nasıl yaklaşırlarsa rahatça hareket edebileceklerini tespit eden şirketler, bunun üzerine köyleri ziyaret edip köylülerle ilişki kuruyorlar.

Buna karşılık Mustafa Önder ekoloji mücadelesinde kurulan bağların çok daha zayıf kaldığını şu sözlerle vurguluyor: "ÇED sürecinde bir köye gidiliyor, oradaki insanlarla ilişki kuruluyor, ama bu ilişki sürdürülmüyor. Aradan bir süre geçince de ilişki kopuyor, ama madenciler orada. Köylünün istihdam, ekonomi, ürünlerinin pazarlanması ihtiyacı şirketçe karşılanınca da yöre insanı bir süre sonra gittiğimizde 'niye geliyorsunuz' demeye başlıyor."

Bu durumla başa çıkabilmek için Pınar Bilir sahada sosyolojik, ekonomik, biyolojik, ekolojik çalışmalar yapılmasını, çok disiplinli hareket edilmesini, yöreyi kalkındıracak ekonomik çalışmalar hazırlanmasını öneriyor. Benzer şekilde Mustafa Önder de "Kuru laf kalabalığından çok, çözüm ve yenilikçi yöntemlere başvurmalıyız. STK'ların belli bir yere kadar gücü var. Yerel yönetimler STK'ların yapabileceğinden daha büyük işleri yapabilir. Organik tarımın desteklenmesi, ürünlerinin değerinden satılmasına aracılık etme, pazarlanmasına destek olma gibi şeyler yapabilirler örneğin,” diyerek yerel yönetimlerin ekoloji mücadelesi içindeki kritik konumuna işaret ediyor.

İrfan Mutluay, Çanakkale Belediyesinin 2019-23 stratejik planında yerel kalkınma faaliyetlerine yer verildiğini anımsatıp, "bir il belediyesinin büyükşehir belediyeleri gibi kırsal kalkınmaya yönelik çalışma yapması zor olmakla birlikte, ihtiyaç duyduğu malları kooperatiflerden, özellikle tarımsal üretici kooperatiflerinden, üretici birliklerinden alabileceğini/ ifade ediyor. Mutluay'a göre örgütlenmeyi teşvik edecek türden merkezi ve yerel politikalar uygulanabilirse, üreticilerin bu yöntemle tarımsal üretimden daha fazla para kazanması sağlanabilir, böylece "insanlar doğa cinayetinin parçası olmaktan kaçınabilir."

Sonuç yerine

Kısa sayılabilecek bir sürede ortaya çıkan tepki halen canlı, eylemler sürüyor, ama bir yandan da Biga yarımadasındaki metalik madencilik ruhsatlandırma, arama, işletme faaliyetleri devam ediyor. Doğa tahribatı yörenin yalnız havasını, suyunu, toprağını değil, aynı zamanda ekolojik sistemini de tahrip edip, yüzden fazla tarımsal ürünün yetişme koşullarını etkileyebilir. Yörenin çobanları şimdiden yağmurların geciktiğinden yakınmaya başladı.

Bu bölgede Çanakkale ve Bayramiç belediyeleri gibi ekoloji mücadelesi içerisinde yer alan örnekler olduğu gibi, Kara Biga Belediyesi gibi olumsuz örnek de var. Bugün Çanakkale Belediyesi Kirazlı-Balaban tepesiyle ilgili mücadelenin sürükleyici gücü ve bunu paylaşmak istemiyor. Bayramiç Belediyesi de geçtiğimiz günlerde hemşerilerini sosyal medyadan paylaştığı afişlerle Kaz Dağları için sokaklara çağırdı, 26 Eylül akşamki yürüyüşe Bayramiçliler geniş katılım gösterdi. Ancak Kara Biga Belediyesi, daha ÇED iptal davası sürerken, başlangıçta karşı çıktığı santralı desteklemeye başlayınca mücadeleyi veren esas yapı olan çevre derneğinin gücü kırılıp, dağılmıştı.

Bu süreçte Çanakkale'de hem merkezi yönetim hem de yerel yönetimler ekoloji mücadelesi etrafında süregiden ihtilaflara aktif biçimde dahil oldular. STK'lar, odalar, sendikalar, muhtarlar, siyasi partiler de bir şekilde bu sürecin tarafı oldu. Her iki taraf da kendi tarafının desteklenmesini istiyor. Her ikisi de farklı biçimlerde olsa da insanları nesneleştiriyor. Halbuki yalnızca insanların kendi deneyimleri üzerinden özneleşmelerini mümkün kılacak bir toplumsal ilişki yöntemi, bugün görünürde bir tehlike var olmadığı için durumu küçümseme, inkâr etme ya da ondan kaçınma refleksi gösteren geniş toplulukları ekoloji mücadelesinin içine çekebilir.

Tam da bu nedenle ekoloji mücadelesinde yerel yönetimlerin tavrı çok önemli. Burada bilhassa yerel yönetim, STK'lar ve toplum kesimleri arasındaki ilişkilerin mahiyeti öne çıkıyor. Reel siyasetin ve günlük çekişmelerin ötesine geçerek, suyun, havanın, toprağın politikleştirildiği, STK'ların özerk hareketinin önünü açan, toplumu mücadeleye çeken ve örgütleyen bir hat oluşturulup oluşturulmayacağı mücadelenin kaderini belirleyecek. Çünkü ancak böyle bir hat kamu kurumlarının tavrına ve tavırlarındaki değişikliklere bağlı kalmadan, tüm unsurların kendisinden bir şey katarak dahil olacağı bir mücadeleyi örgütleyebilir. Ancak bu yolla Edremit körfezinden Bandırma körfezine doğal kaynakların yağmalanmasına ve doğa tahribatına karşı yaşam savunuculuğu mücadelesi yükseltilebilir.



[1] Bu Yazı Yurttaşlık Derneği Tarafından hazırlanan “Saha” Dergisinin Ekim 2019 tarihli 6 sayısında yayınlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.