GAP’tan Sonra…



Fırat ve Dicle nehirlerinin suladığı topraklar yüzyıllar önce uygarlıkların beşiği olmuşlar. Bu topraklarda insanlık uygarlığa ilk adımlarını atmış; bereketli topraklarda tohumu ekmiş, ürünü hasat etmiş. Bir süre sonra toprak verimsizleşince de o toprağı terk edip, başka yerlere göç etmiş. Verimli topraklarda tarımın gelişimi ilk devletlerin kurulmasına yol açtığı gibi toprağın verimsizleşmesi de devletlerin yıkılmasına yol açmış. Bu Ön-Asya insanın kaderi olmuş yüzyıllarca. Ve günün birinde DSİ Genel Müdürlüğünce Fırat üzerinde bir dizi baraj ile elektrik üretimini arttırmayı öngören "Aşağı Fırat Projesi" geliştirilmiş.
Bu proje'den sonra Dicle ve Fırat üzerinde bir dizi baraj projesi geliştirilmiş. 1980 yılından itibaren proje demeti "GAP" olarak adlandırılmış. 1987'de entegre proje olması öngörülmüş, 1988-89'da "Master plan" hazırlanmış.  Master Plan 13 proje demetinden oluşmakta ve toplam 22 baraj, Hidroelektrik üretimini % 100 artıracak 19 hidroelektrik enerji santrali ile  bölgesel  ölçekte su ve toprak kaynaklarının geliştirilmesi ile başlayacak çok sektörlü bir bölgesel kalkınma öngörülmektedir.
Güneydoğu Anadolu Projesi Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Mardin, Siirt, batman Şırnak illerinin tamamını veya bir kısmını kapsamaktadır.  Bölge, Türkiye toplam nüfus ve yüzölçümünün yaklaşık % 10'unu oluştururken gayri safi yurt içi hâsılaya katkısı % 4 gibi düşük bir oranda olup, sanayi sektörünü toplam katma değere katkısı yalnızca % 2'dir. Başka bir ifade ile bölgede fert başına düşen ortalama gelir Türkiye ortalamasının ancak yarısıdır.
Bölgedeki gelir dağılımı bozukluğunu da dikkate alırsak, bölgede yaşayanların yarısından fazlasının yoksulluk sınırında ya da altında yaşadığı ortaya çıkar.
Bu durumun altıda bölgenin ekonomisine tarım sektörü hâkim olması ve tarımın büyük ölçüde kuru şartlarda yapılması ile birlikte toprak dağılımındaki bozukluk yatmaktadır.
Türkiye'nin toplam 4 milyon 68 bin tarımsal işletmesinin % 8.9'u olan yaklaşık 363 bin tarım işletmesi ve tarım arazilerinin % 20.89'u olan 4,8 milyon hektar arazi bölgededir. Bölgedeki işletmelerin % 7'si, arazinin % 37'sine sahipken, nüfusun % 5’i toprakların % 65’ini denetlemektedir. Türkiye'nin 1000 dekardan büyük toprağa sahip olan işletmelerinin % 71.66'sı ve 100 Dekardan büyük arazilerin % 72.39'u bölgede bulunmaktadır. Ayrıca Türkiye’nin topraksız köylülerin % 28.33'ü bölgede bulunmaktadır. Bu durum Bölgedeki hâkim ilişkinin kiracı-ortakçı ilişkisi olmasına yol açmaktadır. Ortakçı -kiracı ilişkisinin Türkiye ortalaması % 16.5 iken bu oran Diyarbakır'da % 43, Şanlıurfa’da % 89 kadar çıkmaktadır.
1988 yılından itibaren yerli ve uluslar ötesi çeşitli tekeler bölgeye ilgi göstermesi sonucu bölgenin toprak dağılımı giderek daha da bozulmaktadır. Bugün 5 yabancı uyruklu, 3 yerli şirket gayrimenkul alıyor. Toplam el değiştiren gayrimenkul sayısı 140 bine ulaştı.
Bölgede toprak toplayanlar arasında Sabancı ve Uzanlar başı çekiyor.  Bu durum da Bölgenin sulanmasından esas olarak bölgenin yerel toprak sahipleri ile birlikte tekeller de yararlanacaktır. Bugün sulanacak alanda işletmelerin % 6,2’si sulanacak arazilerin % 49,5’unu, denetlerken,  ailelerin % 40'ı topraksızdır.
Bölgede ekonomik olarak sulanabilir 1,7 milyon hektar arazi Türkiye'de sulanabilecek arazilerin % 20'si kadardır. Başka bir ifade ile Bölgedeki arazilerin yaklaşık olarak % 35'i sulanabilecektir.  Bu Türkiye'de bugün sulanan alanları  % 20 artıracaktır. Suyun kullanımı/sulama anlatıldığı gibi sihirli bir değnek olmayacak, tersine yeni sorunları da birlikte getirecektir.
Toprakların verim yeteneğini korumak ancak bitki, toprak ve su arasında belirli bir dengenin yaratılması ile mümkündür. Ama GAP’ da ki bugüne kadar olan gelişmeler bunun göz ardı edildiğini düşündürtmektedir. 
Sulanan araziye yeterli sudan fazlasının verilmesi, tuzluluk oranı ile birlikte erozyonu da artırabilecektir. Bu durun ile ABD, Kaliforniya'daki İmperial Valley'de 1910'da, Irak, Özbekistan ve Türkmenistan’da ise günümüzde karşı karşıya gelinmiştir. Bunun içinse yapılması gerekenlerin başında sulanan araziye yeterli drenaj ve tesviye yapılması gelmektedir. Bu, kontrollü sulama ile birlikte sulamada yağmurlama, damla ve yeraltı sızdırma yöntemlerinin tercih edilmesi bu sorunları büyük ölçüde çözer. Ama ne yazık ki bugün salma ve tava yönetmeleri tercih edilmektedir.
Ortalama sıcaklık yüksekliği buharlaşma ve terlemeyi büyük oranda artırarak su kaybını büyük boyutlara yükseltmekte ve arazinin fazla sulanmasına neden olmaktadır. Bu ise havadaki nem oranını da yükseltmektedir. Çukurova'nın sulanması ile Adana'da havadaki nem oranı % 30'dan % 90'lara çıktı. Bu insanların hareket etmesini bile sınırlarken eskiden olmayan haşere ve zararlıların üremesine de yol açtı.
GAP bölgesine giren alanların % 53'ü şiddetli ve çok şiddetli erozyonun etkisi altındadır. Erozyonun etkisini azaltmak için sulanan arazinin en az % 5'ine kavak ekilmesi aynı zamanda terleme ve buharlaşma oranını azaltacaktır. Bu arada bölgenin doğal flora ve fuanası da etkilenecek; değişecek ve ortadan kalkacaktır. Bu nedenle bir an önce flora ve fuana tespit ve koruma çalışmalarına başlanmalıdır
Bugüne kadar emek yoğun tarım yapılan ve verimin sınırlı olduğu bölgede sulama ile birlikte mekanizasyonun tamamlanması, ilaç, gübre ve tohum kullanımının artması gündeme gelecektir. Eğer fazla girdi kullanılırsa doğanın da dengesi bozularak çevre kirlenmesi ile birlikte çeşitli zararlıların ortaya çıkmasına neden olunur. Bunu önlemek için gübre ve ilaç kullanımında gerekli miktarı ve cinsi saptayarak, bunların kullanılmasını sağlayacak bir organizasyona gidilmelidir. Bu amaçla toprak tahlil laboratuarları yaygınlaştırılmalı ve etkinleştirilmelidir. Her ekilen arazide, ekilen ürüne göre hangi gübrenin ne kadar kullanılacağı bu l laboratuarları belirlenmelidir. Ama bu doğrultuda atılmış somut hiç bir adım yoktur.
Zararlılarla kimyasal mücadelenin ise hiçbir tarım alanında hiçbir etmene karşı uzun vadede çözüm olmadığı göz önüne alınarak zararlılarla mücadelede biyoloji ve genetik savaşa önem verilmelidir. Bu nedenle bugün dünya bio-genetikten azami şekilde yaralanmanın yollarını aramaktadır. Türkiye'de gerek bölgede gerekse diğer yörelerde kimyasal girdi kullanımının artırılmasına dayalı bir tarımsal gelişme hedeflenmektedir.
Üstüne üstlük Bölgede büyük miktarda kullanılacak olan gübre, ilaç, tohum gibi girdilerin ithalata bağımlı olması yolunda hızla yol kat edilmektedir.
Bölge halkının bugüne kadarki uygulamalardan yeterince bilgilendirilmemesi, halkın katılımının büyük ölçüde göz ardı edilmesi, projeyi kuşkuyla karşılamalarına ve sonuçlarından umutlu olmamalarına yol açmaktadır. Bölge halkının projeye katılı ile birlikte teknik elemanların üreticiyi bilgilendirmeden, bilgiyi kullanmasına kadar etkinleştirilmesi zorunludur. Ama bugün bu işi Şanlıurfa Müftü yardımcısı Abdullah Eği'ye göre vaizler yapmaktadır.
Güneydoğu Anadolu Projesi, yalnızca Türkiye’nin sulanmayan bir alanına su götürülmesi projesi değildir. Aynı zamanda bu bölgedeki tüm üretim desenini ve ilişkilerini değiştirecek bir projedir. GAP Projesinin böylesine öne çıkarılmasının nedeni, bölgeden başlayarak Türkiye'nin üretim deseninin radikal olarak değiştirilmek istenmesidir.  Yeni Üretim deseni ile Türkiye artık dünya için üretim yapmayı hedefliyor. Bundan sonra ise artık, Türkiye sınırları içinde yaşayan insanların ihtiyaçlarını değil, dünya çapında oluşmakta olan tüketici bir katmanın ihtiyaçlarını karşılamak esas alınmak isteniyor. Somutlarsak şeker, et, buğday gibi temel maddeleri ithal edip sebze ve meyve ihracatı hedefleniyor. Bu değişim politikaları 15 yıldır uygulanıyor ve azımsanmayacak bir mesafe kat edildi. Ama cumhuriyetin ilk yıllarında temelleri atılan eski üretim deseni bir türlü radikal bir şekilde değiştirilemiyor. İşte GAP'tan beklenen de bu yapıyı radikal bir biçimde değiştirmek. 


GAP ve Tekeller

Bölgede şu anda tahıl ve baklagile dayalı olan ürün desenini makarnalık buğday,  pamuk, ayçiçeği, fıstık, sebze ve meyve ile değiştirilmek hedeflenmektedir.  Hatta ABD, GAP bölgesine yeni pamuk ve fıstık ambarı olarak bakmaktadır. Camel, Winston, Salem sigaralarını üreten JR Nabisco, Bisküvi,  Margarin, hardal, fıstık gibi ürünlerinde sayılı üreticilerindendir.
Grup, en önemli ürünleri Plantes Fıstıklarını bu bölgede üretmeyi planlamaktadır. Türkiye'nin pamuk üretiminin bölgeye kaydırılarak, diğer yerlerde dünya pazarları için üretim yapılması düşünülmektedir. Yeni üretim deseni ile ekmek bulamayanlara bisküvi ya da fıstık önerilmektedir.
Bu üretim desenine dayalı olarak da bölgede tarımla ilgili sanayi de geliştirilecektir. Koç holding şimdiden bölgeye traktör ve konserve fabrikası kurma ile birlikte nakliye işlerine de taliptir. OYAK ise yan kuruluşu HEKTAŞ'ın Şanlıurfa'da zirai ilaç fabrikası kurmasına hazırlanıyor.
Ama bölgede esas gelişecek alan hizmetler kesimidir. Türkiye'nin hizmetler kesiminin en az geliştiği bölge olması, hizmetler alanında faaliyet gösteren kuruluşlar için cazibe merkezi haline getirmektedir. Ama GAP'ın daha bir proje olmasından öte bir şey olmaması onları da projelerini yapma ile yetinmeye yöneltmektedir.
Projenin en önemli özelliklerinden ikisi ise ulaşımın karayolu ile sağlanmasını ve gelişmenin Gaziantep, Diyarbakır ekseninde olmasını öngörmesidir. Karayolu ile ulaşım üretilenlerin pazarlardaki rekabet gücünü azaltan bir özellik taşırken iki kenti eksen alması yeni İstanbul'lara davetiye çıkarmaktan başka bir anlama gelmemektedir.
Bu gelişmeler Bölgedeki istihdamı % 50 artıracağı gibi yapısını da değiştirecektir. Bugün tarımda yığılı olan istihdam azalacak ve ortakçı-yarıcı ilişikler yerini işçi ve kiracı ilişkilerine bırakacaktır. Sanayi kesiminin yanı sıra esas olarak hizmetler kesiminde istihdam artışı meydana gelecektir. Bu durum pre-kapitalist bağımlılık ilişkilerinin yerini kapitalist ilişkilere bırakmasına yol açacaktır. Bu dönüşüm pre-kapitalist ilişkilerin kısa zamanda ortadan kaldırması yerine işgücünün ucuz ve sorunsuz sömürüsünde üst aidiyet olarak rol oynayabilir.
Bugün Bölgeye yerel ve uluslar ötesi sermayeyi çekmek için değişik yatırım alanlarında 10 fizibilite çalışması yapılmaktadır. Bunların bölgedeki gelişmeleri belirler hale gelmesi, diğer gelişmelerle birlikte bölgenin Türkiye'ye ve Dünya pazarlarına entegrasyonunu getirecektir.
Bu entegrasyon ise uluslar ötesi tekellerin Türkiye'yi ve bölgeyi yeniden sömürgeleştirmesinden başka bir anlama gelmeyecektir. Bu sömürgeleştirme sonucu tekeller Bölgenin zengin maden yatakları dâhil tüm toprak kaynaklarını sömürdükten sonra çekip gidebilirler. Geriye bugünkü kadar bile işlenemeyen çorak topraklar ve işsiz insanlar kalır. Bugün gayrisafi bölgesel üretimi dört buçuk kat artacağı, ama kişi başına gelirin ortalama iki kat artacağının hesaplanması bu olasılığın büyük ölçüde gerçekleşeceğini düşündürtmektedir. 
Böylece bugün tatlı bir düş olan GAP projesi acı bir yaşanmışlığın tekrarına mı dönüşecek? Bu Mezopotamya'nın kaderi mi? Bu kaderi değiştirmek bizim elimizde.  Ama bugün uygulanmakta olan politikaların tersine çevrilmesini gerektirmektedir. O zaman bu ters yüz etme işlemini kim nasıl yapacak sorusu ortaya çıkıyor. Bu gidişi ancak bizim mücadelemizle tersine çevrilebilir. Zaten 50-100 yıllar sonrası için mücadele etmek bizim kaderimiz değil mi? Neden 50-100 yıl sonrası diye mi yazdım?
İki büyük gösteri ile açılan Şanlıurfa tünelleriyle henüz 30 bin hektar alanın sulanıyor olması ve projenin tamamlanmasının 20 yılı alacak olması projenin ne kadar yaşama geçtiğinin göstergesidir. Başka bir ifade ile yukarıda anlatılanlar 20 yıldan önce gerçekleşmeyecek ve büyük olasılıkla da gerçekleşmesi 50 yılı alacaktır. Ama bu zaman içinde entegrasyon politikaları da adım adım uygulanacaktır. Tabii bu arada GAP yatırımlarının enflasyonu en az % 20 artırması da devam edecek





[1] Bu yazı “Sınıf Hareketinde Yön” adlı Derginin Kış 1996 tarihli 5. Sayısında (Sf. 53--53) yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.