Kahvaltısını yavaş yavaş bitirdikten sonra,
işe gitmek üzere servis aracının kendisini alacağı yere hızlı hızlı yürümeye
başladı. Yürürken, işyerinde, biraz sonraki yoğunluğu düşünüyordu. Bu ve
benzeri durumlarla sık sık karşılaşılır. İnsan günlük aktivitelerini sürdürebilmek
için sürekli enerji harcar. Bu enerji, vücut enerjisi olduğu gibi, vücut dışı
enerji de olabilir. Enerjinin bittiği an yaşam da biter. Yalnız insan değil,
tüm canlılar yaşamlarını sürdürebilmek için gerekli ve yeterli enerjiye sahip olmak
zorundadırlar. Gerek vücutları için olsun gerekse günlük yaşamlarındaki kolaylaştırmak
için oldun insanların enerji elde etme yöntemleri ve bunu kullanış tarzlarının
büyük bir çoğunluğu çevreyi kirletici niteliktedir.
Bugün enerji kaynağı olarak kullanılan
yöntem ve maddeler, çevreyi şu ya da bu şekilde etkilemektedir. Hidrolik
Santralların üzerine kurulduğu barajlar bir yandan akarsu akışını düzenlerken
diğer yandan da iklimsel değişikliklere neden olabilmektedir. Baraj gölünün
yüzey alanının genişliği, buharlaşmanın artmasına dolayısıyla, nem oranı
artmakta, hava hareketleri değişmekte ve sıcaklık, yağış ve rüzgâr olayları
değişmektedir. Buharlaşmaya bağlı olarak su içindeki tuz ve mineral oranları
artmakta, suyun oksijen alma kapasitesi azalmaktadır. Bu durum çevrede yaşayan
insanları olumsuz etkilediği gibi bitki ve hayvan türlerinin değişim
geçirmesine, değişime ayak uyduramayanların yok olmasına yol açmaktadır.
Temiz enerji olarak sunulan doğalgaz tam
yandığında bile havaya karbondioksit vermektedir. Hava kirliliğinin başlıca
etmenlerinden olan Karbondioksit, aynı zamanda atmosferi ısıtıp ortalama
sıcaklığı artırarak, buzul erimelerine ve sürpriz sel baskınlarına yol
açabiliyor.
Termik Santrallerin Çevresel Etkisi
Termik santrallardan elektrik elde edilmesi
sırasında baca gazları, baca külleri, kül ve kömür stok sahalarındaki küller,
açık kömür işletme sahaları, kömür nakli ve soğutma suyu çevreyi olumsuz olarak
etkilemektedir.
Kullanılan yakıtın türü ve bileşimi ile
kullanılan teknolojiye bağlı olarak değişen miktarlarda havaya kükürt oksitler,
karbondioksitler, azotoksidler ve partiküller yayılmaktadır. Bunlar, sera
etkisi yaptığı gibi, havada su ile birleşmesi sülfürik ya da nitrit aside
dönüşerek asit yağmurlarına da neden olmaktadır. Asit yağmurları toprak ve
suların asit-baz dengesini bozarak canlıların yaşamını olumsuz etkilemekte,
hatta ağaçların yapraksız hale gelerek ölmesine yol açmaktadır.
Uçucu kül ve kazan atıklarının açıkta
depolanması durumunda, yağmur ile su kaynaklarını, rüzgâr ile atmosferi olumsuz
etkilemektedir. Uçucu küllerin çevreye yayılması ile doğal ve kültür
bitkilerinin yapraklarını örterek, bunların solunum ve fotosentez yapma
olanaklarını azaltmakta ya da ortadan kaldırmaktadır.
Bu olumsuz etkiler iki üç ürün alınan
tarımsal alanları, hiç ürün alınamaz hale getirmektedir.
“(Yatağan) santralın bacasından çıkan SO2
(karbondioksit) gazı 1.derecede 170 KM2’lik bir alanı, 2.
derecede 190 KM2’lik alanı; yani toplam 360 KM2’lik
alanın bitki örtüsünü yok etmiştir. Yapılan araştırmalara göre; 1965’den 1983’e
kadar 2437 hektarlık orman yangınlar nedeniyle yok olurken, 1982’de işletilmeye
başlanan Yatağan Termik Santralı’nın bacasından çıkan duman ve SO2
günümüze kadar (1992) 4181 hektarlık orman alanı tamamen ortadan kalkılmıştır.”
(4)

Bu zararların bir kısmı önlenebilir
zararlar. Baca yüksekliği ve filtre sisteminin kurulması, baca gazlarının
zararlı etkilerini büyük ölçüde önlüyor. Halen filtre sisteminin iyi olduğu ve
ruhsatlı tek termik santral olan Çayırhan termik santralı, diğer santrallerden
20-60 kat daha az SO2 gazı ve 2 kat daha az NOX (azot
dioksit) gazı çıkarmasın temel nedenidir. Ama filtre sistemi külü yok etmiyor,
yalnızca bacadan havaya karışmasını önlüyor. Küllerin kömür kuyularının
doldurulmasında kullanılması ve üzerine toprak örtülerek, bu arazinin
ağaçlandırılması, açıkta depolamaya göre doğaya çok daha az zarar vericidir.
Ama ne yazık ki Türkiye bu önlemleri maliyetli olur diye almamaktadır. Bu
önlemlerin alınması için diren görevliler ise görevden alınmaktadır.
Doğal kaynaklarının inanılmaz hızla ve
yerine konulamayacak şekilde tüketilmesinin maliyeti ise hiç hesaba katılmıyor.
Doğanın tahribi, tüm canlılarla birlikte insanında yaşam olanaklarını ortadan
kaldırmaktadır, ama önlem almamakta direnenler için her halde üç kuruş daha
önemli olsa gerek, değil mi?
Nükleer Santrallerin Çevreye Etkisi
“Nükleer Santralların çevre üzerindeki
etkileri uranyum ve toryum çıkarma, yakıt hazırlama, zenginleştirme, üretim, kullanılan
yakıtın yeniden işlenmesi, depolanması ve işletme ömrü bitip kapatılan
reaktörlerin sökülmesi sırasında ortaya çıkmaktadır.”(1) Gerek bu işlemeler sırasında gerekse olası kaza
durumunda çevreye sıvı ve gaz radyoaktif maddeler yayılması, doğrudan insan sağlığını etkilediği gibi
radyasyona maruz kalan ürünlerin yenmesi de insan sağlığını etkilemektedir.
Her ne kadar nükleer santraller en güvenli
enerji kaynağı, yukarıda anlatılan zarar olasılığının yok denecek kadar az
olduğu söylense de ABD Nükleer Denetim Komisyonu’nun (NRC) hazırladığı
raporları böyle olmadığını göstermektedir. 1990-92 dönemi Raporlarında; ABD’de
lisans verilmiş 111 reaktörün denetlenmesi sonucunda, bunların ortalama % 70
kapasite ile çalıştığı, yılda ortalama 15 gün devre dışı kaldığı, rektör başına
ortalama % 19.9 NRC’ye bildirilmesi gereken kaza olduğu, hemen hemen her yıl
bir reaktör için 1 defa acil soğutma
müdahalesi gerektiği, yılda ortalama her santralde güvenlik sisteminin devreye
girmesi gerektiği anlarda 3.5’unda güvenlik sisteminin devreye girmediği, yılda
her bir reaktörün ortalama olarak 1.65 defa acil durdurulması gerektiği, ve
lisansla belirlenmiş tasarım standartlarına uymayan malzeme kullanma, yapım,
işletim koşullarına her bir reaktörün yılda ortalama 1.67 defa uymadığı ifade edilmektedir. (5)
Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Çevreye Etkileri
Yenilenebilir enerji kaynakları içerisinde rüzgâr
ve güneş enerjilerinin çevreye zararlı etkileri yok denecek kadar az ya da
önlenebilir mahiyettedir. Jeotermal enerji üretmede kullanılan suların tarımsal
sulamada kullanılması ya da tarımsal sulama sularına karışması tarım için büyük
tehlike oluşturmaktadır. Re enjeksiyon metodu sorunu büyük ölçüde çözmektedir.
Tarımsal Kirlenmenin Bazı Sonuçları
Enerji ve sanayi tesislerinin katı, sıvı
gaz atıkları, hatalı ve aşırı ilaç ve kimyasal gübre kullanımının yol açtığı
kirlilik, eko-sistemlerin karşılıklı bağımlılığı ve geçişkenligi nedeniyle son
derece geniş alanlara yayılmakta ve çok değişik biçimlerde etkisini
göstermektedir.
Toprak, su ve hava gibi doğal ortamları
belirli orandaki atıkları özümleyebilir. İnsanların ürettiği atıklar doğanın
özümleyebileceği oranı aşmıyorsa, kirleticiler sürekli olarak özümseneceğinden,
büyük boyutlarda tehlike ortaya çıkmamaktadır. Ancak kapasite zorlandığı zaman
sorunlar başlamaktadır.
Su, toprak, hava, besin ve enerji döngüsü
dikkate alınmayıp, doğanın kendi gerçek kapasitesinin çok üzerinde kullanılması
sonucu oluşan çevre kirliliğinin tarımsal üretim üzerindeki ilk akla gelen
etkisi ekonomik olması, gıda üretiminin her geçen gün daha pahalı bir hale
gelmesidir. Bunda, verimsizleşen topraklarda verimi artırmak için daha çok
gübre, ilaç, özel üretilmiş tohumların kullanılması başlıca rolü oynamaktadır.
Bu yöntem verimi kısa erimde büyük ölçüde artırmasına rağmen, bir süre sonra
toprak dengesini bozarak, toprakların besin maddeleri yönünden
fakirleştirmektedir. Bu da azalan verimi gidermek için daha çok kimyasal girdi
kullanılmasını gündeme getirmektedir. Örneğin Türkiye genelinde 1 ton buğday
üretebilmek için 1970'li yılların başında 44 kg gübre, 9 kg sertifikalı tohum
yeterli oluyorken, bu miktarlar 1980'li yılların sonunda 168 ve 13 kg'a
çıkmıştır. Aynı dönemde ilaç ve hormon kullanımı da artmıştır.
Bu yöntem kimyasal girdi üretim ve pazarlamasını
elinde tutan ulusaşırı tekellerin çıkarına olmasından öte canlıların hastalık
ve zararlılara karşı direncini azaltmakta ve doğanın dengesini bozarak flora ve
faunayı da tahrip etmektedir. Nitekim türlerin yok olma hızı 100 bin yıl önce
yüz binde 2, 1600-1980 arasında binde 4, olarak hesaplanırken 1980-2000
arasında binde 35 olacağı hesaplanmıştır. Ayrıca bu yöntem, çevre kirliliğinin
insan üzerindeki gözle görülmeyen ve az bilenen besin kirliliğine yol
açmaktadır.
Tarımsal üretimi etkileyen toprak kirliliği
etmenlerin başlıcalar, hava ve su kirlenmesinin toprak üzerindeki etkisi,
ormansızlaştırma, çayır ve meraların yok edilmesi, tarımsal alanların yerleşme,
fabrika, yol gibi şeylere kullanılması, erozyon ve yanlış sulama ile kimyasal
gübre ve tarımsal ilaç kullanımı olarak sayılabilir.
Toprak kirlenmesi, humusun topraktan
uzaklaşması, toprak besin maddesinin yanlış kullanımı, toprağın kötü işlenmesi
gibi etmenler bağlı olarak toprakta fiziksel ve biyolojik tahribat oluşması
olarak tanımlanabilir. Toprak kirliliği çöpler, atıklar, zehirli atıklar gibi
sınai faaliyetlerin sonucu olduğu gibi tarımsal üretimde gübre ve kimyasal ilaç
kullanılmasının da sonucu olabilmektedir. Keza erozyon, ormansızlaştırma,
toprak kayıplarının ve verimsizleşmesi başlıca nedenleri arasındadır. Kentleşme
ve sanayileşme ise bereketli topraklarda tarımsal üretimi engellemektedir.
Tarımsal üretime olumsuz etki eden doğa
tahribi etmenlerinin ve doğayı tahrip eden tarımsal üretim etmenlerinin
tarımsal üretim ve çevre üzerindeki tahribatı yerel/bölgesel olmayıp, dünya
çapında bileşik tahribat oluşturmaktadır. Eko-sitemin geçirgenliği bir
yer/bölgedeki kirlenmenin dünyanın diğer yer/bölgelerini de olumsuz
etkilemesine yol açmaktadır. Avrupa tarımında kullanılan DDT'nin Güney kutbundaki
penguenlerin vücutlarında birikmesi, Meksika körfezinde işaretlenerek bırakılan
yılan balıklarının Türkiye’de Fırat nehrinde bulunması bölgesel / yerel
kirliklerin dünyayı etkilediğini
göstermektedir.
Ekolojik sorunun temelinde doğanın
sömürülecek bir kaynak olarak görülmesi yatmaktadır. İnsanın doğanın sahibi değil, onun bir
parçası olduğundan yola çıkarak yeni bir gelişme -kalkınma modeli
geliştirilmelidir.
KAYNAKLAR
1. TMMOB, Türkiye Enerji Sempozyumu,
2.
Elektrik Mühendisliği, Sayı 401, Elektrik Mühendisleri Odası Yayın Organı
3.
Ben Devletim Çevreyi Kirletirim, Bahar Öcal Düzgören, Koray Düzgören BDS
yayınları 1989
4. Aliağa Özelinde Ülkemizde Termik
Santraller ve Çevre, Çevre Mühendisleri Derneği, 1992
5.
Birlik Haberleri, TMMOB yayın organı Kasım 1996
[1] Bu yazı Ziraat Dünyası Dergisinin 438. Sayısında
yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.