Tarımın GSMH’daki oranının
% 15 civarına düşmesi, tarımı öneminin
giderek azaldığı ve ihmal edilebilir olduğu türünden düşünceleri
yaygınlaştırıyor. Tarımın işlevi anımsandığında bu düşüncenin yanlış olduğu da
görülür. Tarım hale temel besin maddeleri ve gıda hammaddeleri, (sentetikler
dışında) giyim hammaddeleri üretiyor. Bu nedenle kentli nüfusun artması tarımsal
üretimi daha da önemli hale getiriyor. Nüfusun % 35’inin kırsal kesimde olması,
istihdamın % 45’inin tarımda çalışması da tarımın ve kırsal kesimin önemini
daha da arttırıyor.
Artan kent nüfusunun
gerekli ve yeterli besin alabilmesi için ürn maliyetlerinin düşürülmesi,
gelirin artırılması yanında veriminde sıçratılması gerekiyor. Bu ise son üretim
bilgisinin ve gelişmelerin üreticiye benimsetilmesi yanında teknolojik
yeniliklerin uygulanmasını da zorunlu kılıyor. Bağımsız teknoloji üretimi
olmadığında ise bağımlılığın pekişmesi anlamına geliyor.
Tarımsal üretim ile
beslenmenin birindeki değişim diğerini de değiştiriyor. Günümüzde gerekli ve
yeterli gıda maddesinin dengeli bir dağılımından söz edilemez. Ama bir yandan
et ve et ürünleri, süt ve süt ürünleri, işlenmiş ve dondurulmuş gıdalar, unlu
mamuller, meyve suları, sebze ve meyveler beslenmemizin ayrılmaz bir parçası
haline geliyor. Diğer yandan da fastfood yiyecek alışkanlığı en azından belli
kesimlerde benimseniyor. Mantar, kışın yazlık sebze ve meyve, yazın kışlık
sebze ve meyve, daha 10 yıl öncesine kadar çoğunluğun adını bilmediği avokado,
kivi gibi meyveler veya adını duyup kendisi tanımadığı Hindistan cevizi,
ananas, pizza, patates ve mısır cipleri, meyveli yoğurtlar, muz, vb gıda
maddeleri köylere kadar hızla yayılıyor.
Değişen damak tadı ve
mutfak kültürünün arkasında gıda ve tarım politikalarındaki değişim ve gıda ve
tarım sektörünün gelişimi var. Bu değişim ve gelişim kırsal kesime de gelişmeyi
hem de değişmeyi getirdi. Tarımdaki ilişkilerde sesiz sedasız büyük bir
değişiklik yaşlanıyor. Tıpkı toplumsal ilişkilerde olduğu gibi.
Türkiye, “Globelleşme”,
“Entegrasyon”, “Serbest Piyasa Ekonomisi”, “mukayaseli üstünlükler” söylemleri
altında küreselleşme politikalarına uyuma paralel uluslararası gıda ve tarım
politikaları uygulandıkça, tarımsal üretim ile birlikte toplum olarak da beslenmemiz
artan ölçüde ulusaşırı tekellerin
denetimine girmekte, tek tek bireyler beslenme açısından da ulusaşırı tekelere
bağımlı hale gelmektedir.
Bu durumda dünyanın
herhangi bir yerindeki tarımsal üretim eksikliği ve/veya fazlalığı ile gıda açığı veya fazlalığı ve bu
alanlardaki değişme ve gelişmeler tarımsal üreticilerle birlikte toplumun tüm
üyelerini artan biçimde ilgilendiriyor. Böyle bir ortamda, toplumsal muhalefet
bileşenleri konu ile ilgili olarak diğer konularda olduğu kadar bile politika
üret(e)miyor, hatta ciddi bir üretme çabası da ortada görülmüyor. Toplumsal
muhalefet 60-80 arasının tersine tarımdaki değişme ve gelişmenin yanı sıra
beslenme alışkanlıklarının değişmesi ve bağımlılaşmayı da gündemine bir türlü
al(a)madı. Bu konu ile ilgili olarak da 80’den sonra yerleşen seyircilik
alışkanlığından bir türlü kurtarılamadı.. Belki de gündemin acil konuları
arasında görülmüyordur.
Halbuki burjuvazi ve onlar
için politika üretenlere göre konu son derece önemli ve sürekli gündemde tutuyorlar. Gündemde tutma nedenleri
ise küreselleşme politikalarında en çok mesafenin kaydedildiği alanlardan
birisi olan tarım ve gıda alanında uluslararası politikalara uyumda onlar için önemli son birkaç adımın atılması
gerektiğidir.
1.
Tarım Politikaları Ve Gelişme
1.1
1923 Sonrası; Bağımsızlıktan Eklemlenmeye
1930’lara kadar,
Türkiye, uluslararası işbölününde kendisine düşen emparyalis-kapitalist
ülkelere bazı lüks tüketime yönelik ürünler ile sanayi ürünlerini temin etme rolünü değiştirmemiştir. Bu
ürünleri üreten kesim pazara şu yada bu ölçüde açılmış iken geriye kalan
kesimler esas olarak öz tüketim için üretim yapıyorlardı. Özellikle kentlerin
ihtiyaç duyduğu temel gıda maddeleri ithalat ile karşılanıyordu. Buğday başta
olmak üzere temel gıda maddeleri ithalatı toplam ithalatın dörtte biri
tutuyordu.
Reji imtiyazının 1926’da
kaldırılması ulusal tarım politikasının habercisi oldu. Bunun ile Türkiye’nin
başlıca ihraç ürünlerinden olan tütün üreticisi deyim yerinde ise bir esaretten
kurtarıldı. Ama tütün ihracatında uluslararası sermayenin ağırlığı 1940’larda
Tekel kuruluncaya kadar kalkmadı. 1980'den itibaren de tütün politikalarını
değiştirme girişimleri tarım politikasını değiştirme girişimlerinin habercisi
oldu.
Tarımsal üretimi artırma ve çeşitlendirme
çalışmalarına 1920’lerin ikinci yarısında başlandı. Bu, 1930'lardan itibaren
ulusal pazarın oluşturulması ve sanayinin geliştirilmesini kolaylaştırdı. Temel
besin maddeleri, sanayi ve ihracat ürünlerinin gözetildiği bu üretim deseni,
1980’lere kadar küçük ama önemli değişikliklerle temel üretim deseni oldu. Yine
aynı yıllarda başlayan tarım yapılan toprakların genişletilmesi 50-70 aarsında
büyük ölçüde tamamlandı. Pazar açma
girişimleri ise 60’ların sonunda, 70’lerin başında etkili oldu.
Ulusal bir sanayinin kurulması, ulusal bir
pazarın oluşturulması yönelimi uluslararası eklemlenmeye (işbölümüne) göre
oluşturulmuş tarımın ulusal pazara göre yeniden organizasyonun
gerçekleştirilmesini zorunlu kıldı. Reorganizasyon için tarıma doğrudan
müdahale edildi. Bu müdahalenin araçları üretim ve ihracatı sübvanse etme,
ithalat engelleri, destekleme, teşvik, ucuz kredi ile tarımsal üretimi,
pazarlamayı ve üreticileri denetleyecek çeşitli kurumlar oldu. . Bu araçlar
80'lere dek tarım ve gıda hedeflerinin gerçekleşmesinde ve üreticilerin denetim
altında tutulmasında önemli rol oynadılar.
Nerdeyse ana üretim deseni içerisinde yer
alan tüm ürünleri kapsayacak ve moderm girdi üretim ve dağıtımını yapacak
kurumlar kuruldu. Bu kurumlar aynı anda üretici, tüketici, tüccar ve sanayici
için de piyasayı düzenleme, ürün ve besin istikrarını sağlama, talebi oluşturma
işlevi gördü. Tarım Bakanlığının yapılanması ve faaliyetleri de buna uygun
oldu.
1920’lerde demiryolları ile başalayan
ulusal pazarı eklemleme girişimi 1950’den sonra karayolları ile yayıldı.
Demiryolları pazar olarak tüm bölgeleri
birleştirmenin önemli bir aracı olduğu halde, 1950’lerde bile etkisi sınırlı
idi. 1950’li yıllarda yaygınlaştırılan karayollarının 1960’dan sonra köylere
kadar uzatılması pazara açılmayı ve pazar ilişkilerinin sıçratılmasını sağladı.
Tarımsal alanların
genişlemesi bataklıkların kurutulması ile birlikte ormanların kesilmesi,
meraların yok edilmesi ile gerçekleşti. Göz yumma, af vb şekillerde
alabildiğine toprak açılması sonucu doğal kaynaklar tahrip oldu. Tarımsal
alanların hızla genişlemesinden en çok topraksız ve az topraklı köylü
yararlandı.
(1981 köy envanterlerine göre) köylerin yüzde
49’nun orman köyü, kırsal nüfusun % 40’nın
orman köylüsüdür. Yücel Çağlar’ın incelemelerine göre orman köylerinde işletme başına diğer
yerlerden daha az toprak düşüyor ve küçük üreticilerin önemli kesimi orman
köylüsüdür. Bu üreticiler tahıl dışında şeker pancarı tütün, üzüm, portakal,
mandalina, limon gibi pazar için üretim yapıyor. (Çağlar, 1987)
1.1.1.Girdi Kullanımı
Tarımda mekanik-kimyasal girdilerin
kullanımının yaygınlaşması her ne kadar 1950’lerde başlamış ise de bu
yaygınlaşma 1970’lere kadar büyük toprak sahipleri ve zengin köylüler ile
sınırlı kalmıştır. 1970’lerde modern girdi kullanımı sübvansiyonlar, görece
yüksek taban fiyatlar ve (reel olarak negatif faizli) kredilerle teşvik edildi. Bu girdilerin
yaygınlaşmasında, TL olarak ucuza ithal edilmeleri, düşük petrol fiyatı
(Kazgan, 1993) ve 1985’e kadar büyük ölçüde kamu kurumları eliyle dağıtmaları
da yaygınlaşmalarında önemli rol oynadı.
1968 köyde kullanılan kredilerin % 45’i
resmi kredi olup, Ziraat Bankası kredilerinin % 59’u tarım dışı işlerde
kullanılıyordu. 1965-75 arasında tarımsal kredilerin tarımsal gelire oranı %
13,4’den % 25’e çıktı (Kazgan 1976) Bu dönemde küçük üreticilerin resmi kredi
kullanımından yararlanma oranında önemli artışların olduğu söylenebilir. Bu
artış ile küçük modern girdilerin üreticiler tararından kullanımı yaygınlaştı.
Büyük işletmeler ise teknolojilerini
yenileyip, sermaye birikim olanaklarını artırdılar. 1970’lerin sonunda başına
göre traktör kullanımı 4 kat artarken saban sayısı ise yarı yarıya azaldı.
“Traktör talebi ile kredilendirme arasında çok yakın bir ilişki var”(TOBB).
Resmi kredi kullanımındaki yaygınlaşması küçük üreticiler üzerindeki tüccar
–tefeci sömürüsünün bir ölçüde hafifletti ve pazara açılmayı hızlandırdı.
1950’lerde başlayan kamu sulanama
yatırımları 1960’dan sonra artmasına rağmen sınırlı kaldı. 1980’de, % 60’ı kamu
sulaması olmak üzere, ekonomik olarak sulanabilir alanın % 32’si, toplam tarım
alanının 10.4’ü ancak sulanabiliyordu. Buna rağmen ürün deseninin
çeşitlendirilmesini kolaylaştırıp, kimyasal girdilerin kullanılmasını etkin
hale getirdi. Kimyasal –mekanik modern girdilerin yaygınlaşması verimi
arttırırken bugünkü tarımsal alanların kirlenmesinin de başlangıcı oldu.
Devlet açısından modern girdilerin kullanımının teşvik
etmenin bir boyutu talep oluşturmadır. (pazara açma, eklemleme). Diğer boyutu ise.
toprağın sınırına gelindiği bir ortamda, üretimi ancak verimi artırarak
dolayısıyla mekanik –biyolojik girdi kullanımını teşvik ederek mümkün
olmasıdır. 1960’lı yıllarda başlayan modern girdi kullanımını teşvik politikası
şu veya bu derecede günümüze kadar devam etti.
Üretici için modern girdi kullanımı ve
makineleşme tercihinde, ekim alanlarının marjinal sınırına bile geldiği bir
dönemde tarımdaki istihdamın 1960'lar düzeyinde kalması sonucu organik gücün
geçmişe göre göreli olarak kıt ve pahalı hale gelmesi önemli rol oynar. Üretici
için traktör üretim aracı olduğu kadar ulaşım aracı da oldu. Traktör başına
düşen ekipman miktarının düşüklüğü de bunun göstergelerinden birisidir. Bugün
içinde bu özelliğini büyük ölçüde koruyor.
1.1.2.Desteklemeler
1930’larda buğday fiyatlarının olağanüstü
düşmesi sonucu başlatılan taban fiyat ve destekleme alımları, 1963’den sonra
artırıldı. Taban fiyatları ve destekleme alımları, yetiştirdiği ürünün fiyatını
belirleyebilmekten uzak, piyasa koşullarına tabi küçük üreticilere pazar
garantisi getirdiği gibi gelirlerini kontrol mekanizması olarak işlev gördü.
Ürünlerin fiyat düzeyini belirlerken fiyat makasını ürünler lehine döndürmek
amacı taşınmadı[1]..
Genelde ortalama maliyetin karşılanması, fiyat istikrarını sağlanması ile
birlikte dünya ticaret fiyatları dikkate alındı, aracı karlarının azaltılması
amacı güdüldü Bu sanayi sermayesine doğrudan kaynak aktarmayı sağlarken
üreticiyi tüccar karşısında kısmı olarak koruyarak, kırsal kesimdeki tüccar
–tefeci sömürüsünü ve hakimiyetini de hafifletti.
İç ticaret hadleri 1963’den sonra yalnız
1974-78 arasında tarım lehine oldu. Ürün bazında ise tahıllarda yalnız 1975’de,
endüstri bitkilerinde 1976’da lehte diğer yıllar aleyhte oldu. Buna karşılık
hayvancılıkta sürekli, meyvelerde 1973’den sonra lehte oldu (Kip, 1987).
1970'lerin ortasında taban fiyatlarının yükseltilmesinde avantajlı uluslararası ticaret şartları ve siyasal –sosyal ortam etken oldu.
Destekleme alımlarından buğday ve pamukta büyük
üretici, Üzün, incir, çay, fındık, tütün, şeker pancarı gibi ürünlerde küçük
üretici yararlanmıştır. Girdi sübvansiyonlarından ise modern girdileri daha çok
kullanan büyük üreticiler küçük üreticilerden daha çok yararlandı.
Destekleme alımları ve modern girdi
kullanımının yaygınlaşması, öz tüketime dönük küçük işletme yapısını parçalayıp
yerine üretim ve tüketimde pazara bağımlı (bağlantılı) küçük işletmelerden
oluşan yapının geçirilmesinde önemli rol oynadı[2].
Köylü pazar için üretim ile
birlikte tüketimini pazara endeksli
tüketime sanayiye dolaylı da olsa bağımlı hale geldi.
Küçük üreticiliğin
teşviki, üretim araçları içerisinde en ucuzun emek olduğu bir ortamda oldu. Bu
sömürülebilecek aile emeği anlamına geliyordu. Küçük üreticiler sayesinde,
tarımsal ürünleri toprak rantsız ve karsız olarak alabilmektedir. Bu ise hem
ücretleri düşük tutmasına hem de ucuz hammadde temin etmesine yol açmaktadır.
Küçük üreticiliğin teşviki en ucuz istihdam yaratma yolu olduğu gibi toplumsal
muhalefete karşı supap işlevi de gördü.
1.1.3.
Hayvancılık
Hayvancılık, veterinerlik
hizmetlerinin Tarım Bakanlığı tarafından ücretsiz olarak sağlanması, damızlık
dağıtılması, yem sanayi kurulması gibi uygulamalara rağmen büyük ölçüde kendi
haline bırakılmıştır. Hayvan yetiştiriciliği bitkisel üretim dışı zamanlarda
yan faaliyet olarak yapılması niteliğini günümüze kadar korudu[3].
Ailelerin önemli kısmı hayvancılığı ek gelir ve öz tüketim için beslemektedir.
Bu Tarım Bakanlığının alana hizmetlerini sınırlandırdı. Hayvanların bakımında
meralarda otlatma esas alınmış takviye
olarak çoğunlukla arpa, burçak, bakla gibi yemler veya bazen de karma yem arpa, burçak, bakla gibi yemler bitkiler
kullanıldı. Hayvan barınakları olması
gerekenden uzaktı. Bu dönemde bir yandan meraların tarlaya çevrilmesi diğer
yandan aşırı otlatma bugün meraları büyük ölçüde kullanılmaz hale getirdi.
Hayvan bakımında
geleneksel yöntemlerin sürmesi, verim artışı etkin ve verimli hayvancılık
yapılmasını engeldi. Türkiye’nin dünyada en çok hayvan varlığına sahip ülkelerden birisi olduğu halde
hayvansal üretimde kendi kendine bile yetmedi. Ama tarımsal üretimi artırıp, her iki ürün
grubunun fiyatlarının baskı altına
alınmasını da sağladı.
EBK ve SEK ile devlet
büyük çaplı gıda sanayinin başlangıcını yaptı. Bu kurumların kurulmasında
kentlerin hayvansal gıda ihtiyacını karşılanması ve modern gıda sanayinin
kurulmasına öncülük edilmesi saikleri önemli rol oynadı. 1970’lerin ikinci
yarısına kadar bu iki kuruma hayvancılığın desteklenmesi için gerekli fonların
verilmemiş olmasına rağmen piyasaya ürün akışında ve fiyatlarda belirli bir
istikrarı sağladılar. Kentlerin gıda ihtiyacını karşılayıp, özel sanayinin
gelişmesi için talebi oluşturdular. Kısmen de hayvancılığı destekleme işlevi
üstlendiler.
1.2.1980
Sonrası ; Özelleştirme Ve Bağımlılaşma
1980’den itibaren tarım politikaları
liberalleşme –küreselleşme doğrultusunda değiştirilmeye başlanmasının habercisi
yine tütün politikası oldu. Türkiye
oriental tütüncülükte atılım yapmak
zorunda idi. Nitekim 1974’ deki üçüncü V. Yıllık Kalkınma Planında
Avrupa’da oriental tütünden yapılmış sigara üretmek ve pazarlamak hedefi
vardır. Ama 1970’li yıllar Türkiye’ye kaçak sigaraların yoğun olarak girmeye
başladığı yıllar oldu. Sigara Tröstleri yeni yayılma alanlarında ilk
hamleyi yapmışlardı. İkinci hamleyi
sigara üretimi için ortaklık kurma ile yaptılar. Tütüncülüğün ulusaşırı sigara
tröstlerine açılması için somut adımların atılmasını dönemin Gümrük ve Tekel
Bakanlığı bürokratları ve Bakanı
engellediler. Ulusal tütüncülüğe sahip çıkmanın mükafatını tasfiye edilerek gördüler.
1983’de V. Beş Yıllık Kalkınma Planında
"sigarada tütün tekelinin kaldırılması ve yeni tip tütünlerin üretiminin
bir program çerçevesinde gerçekleştirilmesi” kararı ile Tekel’ in tasfiyesi
resmen kabul edildi. Hemen sonra da ulusaşırı sigara tekellerinin Türkiye pazarına
girmesi ve yayılması için gerekli kolaylıklar sağlandı. Sigara tröstlerinin
yayılmasında 1984’de sigara ithal edilmesi dönüm noktası oldu. Bu tarihten
sonra iktidarlar tiryakinin içim zevkini değiştirme ve amerikan sigarlarına
pazar açma, oriental tütünü kendi ülkesinde sürgüne yollama işlevini
üstlendiler. Viriginia tütün ekilebilecek alanlar bile DPT, Tübitak, Tekel
işbirliği ile saptandı[4].
1992’den sonra da buralarda sözleşmeli üretim yolu ile amerikan tipi tütün
ekiliyor. Bugün sigara pazarının yüzde 70’i blended sigara, % 50’si iki
firmanın elinde. Tekel’ in tasfiyesini üreticilere ve kamuoyuna benimsetebilmek
için bir yandan irrasyonel fiyat, alım ve stok politikası uygulandı.
Tütücülükteki bu gelişme giderek diğer alanlarda da başat hale gelmektedir. Bu
ise varolan çeşitli kurumları işlevsizleştirerek ya da işlevleri değiştirilerek
yapılmaktadır.
Yeni tarım politikalarının 1984’ de Tarım
Bakanlığının hallaç pamuğu gibi atılması ve YSE, Toprak – İskan, Toprak –Su,
Genel Müdürlüklerinin Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü çatısı altında toplanması
ile ivme kazandığı söylenebilir. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü su, yol,
elektrik gibi köylerdeki tarımsal üretim dışı alt yapı yatırımlarına ağırlık
vermesi sonucu 1970’lerde hızlandırılan ve önemli mesafe alınan köydeki alt
yapı hizmetleri büyük ölçüde tamamlandı. Alt yapı hizmetleri üreticinin günlük
yaşamı ile birlikte pazara entegrasyonunun artmasını da kolaylaştırdı. Ama
Toprak –Su hizmetlerinin özellikle de tarla içi geliştirme ve havza ıslahı gibi
yatırımların geri planda kalması toprak verimini düşürücü etki yaptı.
Tarım Bakanlığı’nın reorganizasyonunu ile
birlikte teknik elemanların büyük ölçüde
tarladan çekilmesi de başladı. Teknik elamanların yeri yayın yolu ile
doldurulması için ABD’den YAYÇEP projesi ithal edildi. Projenin temeli yayın
yolu ile üreticiye üretim bilgisi götürülmesi idi. Ama proje gerek üreticinin
ilgisizliği gerekse proje taşıyıcısı teknik elamanların yetersizliği nedeniyle
büyük ölçüde başarısızlığa uğradı. Buna rağmen azımsanmayacak bir kitleye de
olsa üretim bilgisi götürüldü.
Bakanlıkta yeni ziraat mühendisi ve
veteriner hekim istihdamının büyük ölçüde sınırlanması teknik elamanlar
arasındaki deneyim kazanma ve aktarma süreci kesintiye uğrattı. Teknik
elemanların tarladan çekilmesi ve yerine getirilen araçların işlevli olamaması,
büyük bir kitle için üretim bilgisine ulaşamama dolayıyla geleneksel deneme –
yanılma ile üretimin devamı anlamına geldi. Girdi kullanımı da emperyalizmin uç
beyliği işlevi gören bayiler tarafından yönlendirilmeye başlandı. Son yıllarda
teknik elamanların tarlaya gönderilmesi bazı illerde özel idare olanakları ile
yeniden ön plana çıkarılmaya başlandı. 1980’den sonra gelişen kamu çalışanları
hareketi, söylem olarak özelleştirme politikalarına karşı çıkarken, somutta
özelleştirme karşıtı bir pratik geliştiremesi, tarım alanında çalışan kamu
çalışanları için de geçerlidir.
Türkiye'nin bitkisel ve hayvansal
üretiminin artırılması, çeşitlendirilmesi, iyileştirilmesi çalışmaları yapan,
TİGEM'in işlevsizleştirilmesine 1980
öncesinde başlanmış olmasına rağmen 1985 yılı tohumculukta dönüm yılı oldu.
1985’de “yerli ve yabancı ortaklı tohumculuk özel kuruluşlarına devletçe
sağlanan teşvikler çok artmıştır. Tohumluk dışalımı çok kolaylaştırılırken,
Özel tohumculuk şirketlerince üretilen tohumlukların fiyatları serbest
bırakılmış, tohumluk satış bedellerine önemli devlet sübvansiyonları
getirilmiştir."(AÇIKGÖZ 1988). Kısa zamanda tohum firma sayısı 3’den 60’a
çıktı. (Yenal ve Yenal 1993)
Özel sektör önceleri hibrit mısır ve
ayçiçeği, sebze, çiçek tohumculuğuna önem verirken son yıllarda tahıl tohum pazarında da önemli yer edinmeye
başladı. Tohumlar genellikle ithal edilmekte, bavulla tohum getirip
pazarlayanlar bile var. Özel tohumculuk şirketlerinin çok azı ıslah ve adaptasyon
çabası içine girmiş, çoğunluğu bilinen çeşitlerin çoğaltılmasını ya da ithalat
yapmayı tercih etmektedir. Çoğunlukla Türkiye koşullarına göre üretilmemiş olan
ve bir kez kullanılabilen bu tohumlar, genellikle belli ve atan miktarda ilaç,
kimyasal gübre ve teknik donanım gerektiren bir paket halinde satılmaktadır.
Paket halinde kullanıldığında bile yeterli sulama yapılmazsa verim artışı elde
edilememektedir. Türkiye'de toplam arazinin % 20’sinin ancak sulandığı göz
önüne getirildiğinde verim açısından ithal tohumlardan beklenilen sonuçların
alınmasının güç olduğunu söylenebilir. Aratan kimyasal kullanımı toprak
verimini düşürmekte ve hızla çevreyi
kirletmektedir. Tohumculuğun özelleştirilmesi hibrid tohumun yeni bir
uluslararası metanın haline gelmesi ile çakıştı. Türkiye ulusaşırı tohum
tekelerinin açık pazarı oldu; Türkiye’de 28 ulusaşırı tohum tekeli üretime başladı.
Araştırma lisansına sahip 20 firmadan 18’i ulusaşırı sermayeli ya da
ulusaşırı yabancı ortaklara sahip (Yenal ve Yenal 1993). Sırada Tigem’in
tamamen tasfiyesi var.
İkinci
işlevsizleştirilen kurum, 1986’da kimyevi gübre pazarlamasının serbest
bırakılması ile TZDK oldu. Kurumun pazar payı kısa zamanda % 15’in altına
düştü, sonra da yok denecek düzeye indi. TZDK’nin payı azalırken Tarım Kredi
Kooperatifleri Birliği’nin payı arttı. Pazar payı 1995’de % 33’ü kadar çıktı. Firmalar
bayilerine ihale fiyatından yüzde 10-15 aşağıya vererek, bayilerine avantaj
sağlayıp, Birliğin payını % 25 civarına düşürdüler (G:Ü:D.). Halen en büyük dağıtıcı kuruluş olan Birliğin
ihalede kabul ettiği fiyat gübre rayicini belirliyor. Gübrede özelleştirmenin
sonucu 1980-95 arasında ürün/gübre paritesinin ürün aleyhine olması oldu.
1996’dan itibaren destekleme fiyatlarındaki artış nedeniyle parite ürün lehine
geli,şmeye başladı. Sırada parçe parçe satılan ve işlevsizleştirilen Tügsaş’ın
tasfiyesi var.
Çay
işlenmesi özel sektöre açılırken şeker fabrikalarının 3 tanesi özelleştirilme
kapsamında Pankobirlik’e satıldı. Tahıl dış ticareti serbest bırakıldı, TMO’nun
ekmeklik buğday tahsis etmesine son verildi. 1 Eylül 1980’de yemeklik yağ
fiyatının serbest bırakılması ile başlayan fiyat liberalizasyon, daha sonraki
yıllarda narhların kaldırılması, kar oranlarının serbest bırakılması ile tüm
malları kapsayacak şekilde genişletildi. Terbiyevî ithalat adı altında ithalat
sınırlamaları bir çok mal ve üründe kaldırılarak, Türkiye ithalat cenneti
haline getirildi. Terbiyevi ithalat bir kısım ürün ve mallarda tüketici için
kısmen de olsa fiyatların ucuzlaması
anlamı taşırken üretici için sübvansiyonlu dünya ticaret fiyatları ile yarışma
anlamına geldi. 1984’ de pirinçte gümrük vergisi sıfırlandı. Sebze –meyve
ithali yasağı kaldırıldı, gübre fiyatları dolara endekslendi. Bu, 1980-95
arasında tarımsal ürün ithalatındaki artış ihracatındaki artıştan 24 kat fazla,
.işlenmiş tarımsal ürün ithalatındaki artış ihracatındaki artıştan 0.2 kat az
olmasını getirdi. Bu dönemde tarımsal ürünlerden buğday, pirinç, mısır, biralık
arpa ve yağlı tohumlar üzere bir çok
işlenmiş tarım ürünlerinden, mezbaha ürünleri, bitkisel ham yağ, tütün
ve sigara, başta olmak bilumum gıda maddesi ithal edildi[5].
1980’lerde çayın işlenmesi
ve pazarlaması serbest bırakılması ile kısa zamanda özel çay sanayi ve
pazarlaması yayıldı. İlk yıllardaki fason fimalar yerini sermaye gruplarına
bırakıyor. Bunların en bilinenlerinden birisi, bir ulusaşırı sermeye, yaş çayın
en kalitelisini alıp, piyasadan çekiliyor. Genellikle aldığı bu çayı ithal
ettiği çay ile harmanlayarak pazarlıyor. 1980 sınrası tüm alanlara giren uluslar
arası sermayenin küçük bir oranı doğrudan yatırıma yatırıldı. Bunun da çok
büyük kısmı 1990’ların ilk yıllarına kadar tarım hizmetlerine yatırıldı.
1990’larda hayvansal üretim ve su üreünlerine kaydı. (Bülbül vd.,1998) miktarı
az olmakla birlikte yabancı sermayenin girdi ithalat ve iç ticareti ile ürün
dış ticareti alanlarında yoğunlaşması tarıma dayalı sanayi kollarındaki
faaliyeti nedeni ile tarımsal üretim ve üretici için etkisini çok büyük
yapmaktadır.
1980 sonrası gıda ve
tekstil sanayi yatırımları büyük ölçüde arttı. Yatırımların önemli kısmı et ve
süt ürünleri, unlu mammuller, tavukçuluk, şekerleme gruplarında oldu. Tekstil
yatırımları büyük ölçüde yerli (küçük ve orta) sermaya tarafından yapıldı. Gıda
sanayi yatırımlarında tekelci ve ulusaşırı semayelerin payı önemli yer tutuyor. Gıda sektöründeki uluslararası
sermeyeli firma sayısı 1947-80 arasında 6 iken 1996’da 204’e çıktı (Aksoy,
1996). Gıda sanayinde bulunan küçük ve orta sermeye kesimler de giderek artan
ölçüde bu sermeye gruplarını firmalarına ortak etmek zorunda kalıyor. Gıda
sanayinin genel eğlimi dikey entegrasyonu sağlama, üreticiyi taşaronlaştırma
şeklindedir. Şirketler üretim tekniklerinin iyileştirilmesi ve bu bağlamda
üreticinin eğitimi ile de ilgilenmektedir.
1.2.1
Girdi Kullanımı
1984-88 yılları arasında, 75 yılın en büyük
kamu sulama alanlarındaki artış gerçekleşti. Sulama alanları ekonomik olarak
sulanabilir alanın % 44.3’e, 1997’de % 54’e çıktı. Ama toplam tarım alanının %
75’i kamu sulaması olmak üzere % 18’i ancak sulanabilir(DPT). Kamu sulamasında
ücretleri toplamak ve kanal bakımını yapmak üzere sulama birlikleri kuruldu.
Dönem boyunca traktör sayısı % 85 artarken,
saban sayısı % 70 azaldı Türkiye’de traktör gücü yeterli düzeye yakın olup,
mevcutları verimli kullanılmıyor, iş makinelerinde ise büyük açık bulunuyor.
Mekanizasyonda esas sorun traktör başına
düşen iş makinelerinin az ve tarımsal faaliyetlerde yıllık kullanım süresi
ekonomik olarak olması gerekenin yarısı olmasında. 1996 yılında hala 285 bin saban
152 bin düven kullanılması emek yoğun işgücünün düzeyi ile birlikte
traktör dağılımındaki dengesizliği de gösteriyor.
Gübre kullanımı BBM olarak % 54 artarken,
gübrelenen alan oranı da % 80’ni geçti. (GÜD)
Köylerin yüzde 75'inde kimyasal ilaç, yüzde 93'ünde kimyasal gübre
kullanılıyor. Bunlara karşılık sabit sermaye yatırımları içinde tarımın payı
yarıya yakın azaldı.
Modern girdi kullanımındaki artış, gırdi
/ürün oranının ürün lehine olmasından kaynaklanmıyor[6].
Ürün fiyatların göreli düşüklüğü karşında 1970’lerde pazar ilişkilerine çekilen
üreticinin tüketici olarak standartlarını koruma ve yükseltme çabalarından
kaynaklanıyor.
Bilinciz tarım yapılması ve çevre kirliliği
1970’lere göre 1990’da sulama veriminde yüzde 25, kimyevi gübre veriminde yüzde
50, traktör veriminde yüzde 75 düşme oldu. (TALİM ve Gürler 1995.) Taraktörde
verim düşüklüğü, iş makineleri yoğunluğunun azlığının yanı sıra işlediği
toprakta ölçüsüz şekilde ve beni,mde olsun mantığı mantığı ile traktör
alınmasından kaynaklanıyor. Traktör dışında birim girdi verimi ile işletme
büyüklüğü arasında doğrudan bir ilişki kurulmamamalı. Girdi verimindeki düşüş
daha fazla girdi ve emek kullanımı ile telafi edilip, birim alandan elde edilen
ürün arttırıldı. Emek kullanımındaki yoğunlaşma işgücü fiyatlarının düşüklüğünden
dolayı maliyetleri düşürücü bir etki yapmasına rağmen kullanılan modern
girdilerden yararlanılabilinecek olandan çok daha az yararlanılması maliyetleri
artırıyor.
1.2.2.
Desteklemeler
1980 sonrasında resmen destekleme alımı
yapılan ürün sayısı düşürülmekle birlikte resmen destekleme alımı dışında
sayılan Birlik alımları göz önüne alındığında, destekleme alımı yapılan ürün
sayısında ciddi bir düşüş olmamıştır. Alım miktarlarının rekolteye oranını
Birliklerde 1980-84 arası düşüp, 1985-89 arası bir miktar yükselmiş, 1990’dan
sonra 1970’ler düzeyine ulaştıktan sonra 4 Nisan kararlarından sonra yeniden
düşüşe geçmiş, son bir iki yılda bazı ürünlerde 1970 düzeyine yaklaşmıştır.
Diğer kurumların alımları ise sürekli dalgalanmış ise de genellikle 1970’lerdeki
düzeyi civarında oldu.
Buna karşılık desteleme fiyat politikası
1970’lerin oldukça tersine düşük tutuldu. 1985’e kadar dünya fiyatlarının oldukça altında olan
fiyatlar, bu tarihten sonra AB, ABD arasındaki tarımsal ürün ticareti savaşına bağlı
olarak dünya fiyatlarının düşmesi ve 1986’dan sonra Türkiye’de partilerarası
çekişme nedeni ile 1990’larda dünya ticaret fiyatlarına yaklaşmış, 1990’dan
sonra da bazı yıllar bazı ürünler için ondan yüksek olmuştur. Genel olarak
1980’den sonra taban fiyatlar buğday ve pamuk üreticisi aleyhine, pancar,
tütün, fındık üreticisi lehine olduğu söylenebilir[7].
1.2.3.
Hayvancılık
1984’deki Tarım
Bakanlığı’nın reorganizasyonu ile hayvancılığa hizmet götüren birimlerin
etkiliği azaltıldı veterinerlik hizmetlerinin özelleşmesi teşvik edildi.
Araştırma enstitüleri, ıslah ve teşhis labaratuvarları işlevsizleştirilirken
damızlık ithalatı teşvik edildi.. Hayvan ve hayvansal ürün dış ticareti libere
edilirken, hayvan nakillerinde zaten yetersiz olan denetim daha da gevşetildi.
1980'den sonra canlı hayvan ihracatı teşvik edildi. 1984
yılından itibaren iç piyasada hayvansal ürün fiyatlarında meydana gelen artışı
frenlemek gerekçesi ile terbiyevi ithalat adı altında hayvan ve hayvansal ürünler ithalatı libere
edildi. 1985 yıllında ise hayvan ithalatındaki gümrükler sıfırlandı.
Bunlara genellikle yem fiyatları süt
fiyatlarındaki artıştan daha fazla artması eklenmesinin sonuçlarından birisi
1985’den sonra da tavuk varlığı dışında hayvan varlığının azalması ve et
kombinaları da Bulgaristan, Polanya, Estonya gibi ülkelerden ithal ettikleri
etleri işlediler.
Bu dönemde bir yandan SEK ve EBK'nın etkisi sınırlanıp, tasfiyesine
yönelik politika uygulanırken (diğer yandan da düzensiz ve çoğu zaman düşük olarak
da olsa) yem, süt, et teşvikleri ile besicilik kredileri de modern kombinalar
aracılığıyla dağıtılarak yetiştirici kombinalar yönlendirildi. Teşvikler
genellikle yem fiyatlarındaki artışı telafiye yetmedi.
EBK, SEK, Yem Sanayi gibi
kuruluşların satılmasının üreticinin üzerindeki etkisi, pazar payları düşük ama
işlevleri fazla olduğu için olumsuz oldu[8].
Tasfiye ile üretici ürününü ucuza satarken, girdiyi pahalı almaya başladı.
Örneğin SEK’in tamamen tasfiye edilmesinden sonra kış sezonu olmasına rağmen
üreticinin sütü satış fiyatı yüzde 20 düştü. Tüketicinin ödediği fiyatta ise arttı.
Fiyatların üretici aleyhine daha fazla bozulmasının yanı sıra onun
bağımlılaşması süreci hızlandı.
Verimin düşük olması
bahane edilerek 1987'den sonra hayvancılığı geliştirme adı altında damızlık
gebe düve ithaline yönelindi. İthalat önce Bakanlık eliyle yürütülürken sonra
bir süre modern kombinalar eliyle yürütüldü. Daha sonra ise fındık
tüccarlığından müteahhitliğe kadar uzanan bir çok kişi ve firma ithalata
başladı.
Kombinalar ithal ettikleri
hayvanları kendileri ile sözleşme imzalayan yetiştiricilere verdiler. Diğerleri
ise rastgele denebilecek şekilde sattılar. İthal edilen damızlıkların önemli
kesimi gelişmiş ülkelerde 2. Ve 3. sınıf
kategorisine giren ve sürü artıkları olarak nitelendirilen
niteliktedir. İthal edilen gebe
düvelerin bir kısmından elde edilen verim yerli ırkların ıslahı ile elde
edilebilir. İthalatın toplam maliyeti
ise 450 milyon Alman Markı civarında. 1987 yılından sonra ithal edilen 300 bine
yakın gebe damızlık düvenin ancak %
10’nundan istenen verim alınıyor. Damızlık İthalatın bir diğer özelliği, besi
sığırı ithal edilmemesi süt ineği ithal edilmesidir. Süt besiciliğinin
gelişmesi et ihtiyacının da bir miktar karşılanması sonucunu getirse de, et
besiciliğinin yayılmaması, et fiyatlarının olağanüstü artmasına ve süt
ineklerinin kasaba gitmesine neden oluyor.
Geleneksel köy hayvancılığı üreticiyi
hayvancılığa daha fazla zaman ayırmaya, daha çok emek kullanmaya
yönlendirirken ihtisaslaşmış, optimum
büyüklüğe sahip hayvancılık işletmelerinin kurulup, geliştirilmesi de teşvik
ediliyor. Bu da girdi ve ekipman kullanımının yaygınlaşmasını ve hayvancılığın
sermaye isteyen bir iş haline gelmesini getiriyor.
Gerekli olan sermayeyi ise modern
kombinalar diye adlandırılan gıda şirketleri tarafından sözleşmeli besicilik
yapma karşılığı sağlanmaktadır. Modern bakım yöntemi yaygınlaştığı ölçüde ilaç
ve aşı, karma ve kesif yem hammaddesi, ekipman ithalatı da artmaktadır. Burada
ilginç bir noktada Türkiye'de üretilen
mısır ve soya fasulyesine ithalat fiyatının bile oldukça altında bir
fiyat verilebilmesi sonucu üretimlerinin
son yıllarda % 50'lere varan oranda azalması, ithalatlarının artmasıdır. Bir
diğer ilginç nokta da embriyo transferi ile mevcut inekler ithalat maliyetinin
% 2’sine verimli hale dönüştürülebilecekken, damızlık ithalatı kararının
alınmasıdır[9].
Bu değişimin sonuçlarını
günümüzde tavukçuluk alanında daha net
olarak görebilmektedir[10].
Tavukçuluk alanında 1970'lerde başlayan ve 1980'lerde atılım yapan sürecin
başat özelliği yemde % 75, ilaçta yüzde yüze, damızlık yumurta ve civcivde
tamamen uluslararası gıda tekelerine bağımlı olmasıdır. Türkiye'de uluslararası
gıda tekelerinin kendi labaratuvarlarında geliştirdikleri ve çoğalttıkları civciv ve yumurtalar üreticiler dağıtılmakta,
üreticiler bunları beslemeleri karşılığı kilo başına belli bir ücret
almaktadırlar.
1.2.4 GAP
Türkiye’nin mega projesi, geleceğinin
anahtarı olarak sunulan Güneydoğu Anadolu Projesinin temelini bölgede tarımsal
ürün artışına bağlı olarak tarımla ilgili sanayinin uluslararası entegrasyona
göre geliştirilmesi var. Bölgedeki tarımsal üretim ve bu ürünleri işleyen
sanayinin Türkiye ekonomisinin bir parçası değil, uluslararası ekonominin bir
parçası olması hedefleniyor. Üretim deseni de buna uygun olarak meyve – sebze
ve sanayi ürünleri (pamuk, yağlı tohumlar) ağırlıklı hedeflendi. Halen Bölgeye
yerel ve ulusaşırı sermayeyi çekmek için değişik yatırım alanlarında 10
fizibilite çalışması yapılmaktadır. ABD ise bölgeye yatırım için uluslararası tahkimi
dayatıyor. Bunlar tekelerin bölgede
önemli miktarda toprak aldığı iddiaları ile birleştiğinde Proje ile yaratılan
artı değerin büyük ölçüde bölge dışına
hatta Türkiye dışına aktarılacağı sonucu çıkıyor.
Ayrıca bölgedeki sorunların ve Türkiye’deki
işsizliğin çözümü de projede aranıyor. Proje öngörüldüğü gibi gelişirse tarımda
yığılı olan istihdam azalacak ve ortakçı-yarıcı ilişkileri yerini işçi ve
kiracı ilişkilerine bırakacaktır. Sanayi kesiminin yanı sıra esas olarak
hizmetler kesiminde istihdam artışı meydana gelecektir. Bu durum prekapitalist
bağımlılık ilişkilerinin yerini kapitalist ilişkilere bırakmasına yol
açabilir. Bu dönüşüm prekapitalist
ilişkilerin kısa zamanda ortadan kaldırması yerine işgücünün ucuz ve sorunsuz
sömürüsünde üst aidiyet olarak rol oynayabilir. Ayrıca bölgede el sanatları, az
toprak isteyen işler vb yayılıyor.
Projenin önündeki en büyük engellerden
birisi sulama ve diğer girdilerin toprakları kısa zamanda çoraklaştırma
tehlikesidir. Teknoloji kullanımının düşük ve verimin sınırlı olduğu bölgede
sulama ile birlikte mekanizasyonun tamamlanması, ilaç, gübre ve tohum
kullanımını arttıracak. Eğer fazla modern girdi kullanılırsa doğanın da dengesi
bozularak çevre kirlenmesi ile birlikte
çeşitli zararlıları ortaya çıkabilir. Bu tehlike 3 yılda, Harran’da
gerçekliğe dönüşüyor. Böyle bir durumda geriye bugünkü kadar bile işlenemeyen
çorak topraklar ve işsiz insanlar kalır. Bugün tatlı bir düş olan GAP projesi
acı bir yaşanmışlığın tekrarına mı dönüşecek?
1.2.5.Sözleşmeli
Üreticilik
Agro –gıda sanayinin talebi olarak
sözleşmeli üreticiliğin yaygınlaştırılması tarım politikasını temel taşlarından oldu. Sözleşmeli
üreticiliğin ilk örneklerinden birisi olan şeker pancarında üreticilerin %
80’inden fazlası küçük üretici, Akdeniz ve ege bölgeleri ağırlıklı olmak üzere
ukuslararası tekellerin anlaşmalı organik çiftçilik yaptırıyor. Diğer çarpıcı
örnek ise fabrikasyon üretimin yapıldığı tavukçuluk. Son yıllarda da besicilik,
Virginia tütün ve sebze-mryve tarımları,
tohumculuk ile çiöeköilikte yaygınlaşıyor.
Sözleşmeli çiftçilik, sanayiye entegrasyonun
halkalarından birisi olarak, dikey entegrasyonun en büyük göstergelerinden ve
işgücü kontrolünün mekanizmalarının başlıcası
olarak köylünün sermayeye doğrudan bağımlılaştırılması; üreticinin neyi
nasıl ne kadar üreteceğine, hangi girdileri kimden kaça, ne kadar alacağına,
ürünü kime, kaça satacağı ile ilgili kararların kendi dışında alınması anlamına
geliyor.
Bu ilişki de üretim riski de üreticiye yıkılmaktadır. Kötü
hava koşuları, hastalık veya çevre kirliliği gibi etmenlerin üretimi olumsuz
etkilemesi, hasadın geç yapılması, kalite ve üretimi düşürmesi veya arttırması gibi durumlar
üreticinin sorunu olmakta, hatta taahhüt ettiği miktar ve kalitede ürünü
firmaya teslim edemediğinde tazminat bile ödeme zorunda kalabilmektedir.
Tarım ürünü işleme sanayi artan ölçüde
sözleşmeli üretim yolu ile ürün teminine yönelmektedir. Bir çok hazır ve
dondurulmuş gıda sanayi üretici ile fiyatı belirsiz sözleşme yapmakta, fiyat
belirli olduğunda bile piyasa fiyatları daha düşük olduğunda piyasadan ürün
almaktadır. Hatta yalnızca üreticiden ürününü yalnız ona satılacağı taahhüdü
ile yetineler de vardır. Ödemeler ise genellikle geç yapılıyor.
Virginia tütün üretiminde sözleşmeli
üreticilikle ilgili yapılan bir araştırma da, bölgede sözleşme yapmadan
virginia tütün ekme olanağının olmadığı ve üreticilerin bu ürünü alternatif
ürünlere göre 2-5 kat daha fazla gelir getirdiği için tercih ettiklerini ortaya
koyuyor. Araştırma, üretim faaliyetleri sırasında kullanılan tüm yöntem ve
teknolojilerin firma tarafından belirlendiğini, ekicilerin yaklaşık 1/3’ü firma
elamanlarının önerileri kendileri için kısmen uygun veya hiç uygun olmadığı
halde, elde ettikleri gelir avantajını kaybetmemek için bu önerileri uyguladığını,
ekicilerin üretim sürecinde kullandıkları yöntem ve teknolojiler hakkında karar
verme yetkisi tamamen firmaya devredildiğinden, ekicilerin üretim sürecine
katılımı, sadece gerekli işgücü temini ile sınırlı kaldığını gösteriyor (Ceylan
1998).
Tohum, ilaç ve gübrenin cinsi ve
miktarlarından sulama zamanı ve yöntemlerine, hasat zamanından fiyatlandırmaya
kadar üretimin her aşaması firma elamanları tarafından belirleniyor. Firmanın
teknik hizmetleri bilgilendirme veya benimsetmenin ötesinde “uygulamaya” yöneliktir.
Üreticinin davranışı da bilgilenme veya
benimseme değil verilen talimatları yerine getirme olmaktadır. Araştırma Gelir
endişesi ile firmanın doğal kaynak kullanımı ve insan sağlığı açısından zararlı
olabilecek önerilerini dahi uyguladıkları ve bu uygulamalar konusunda firma
açısından hiçbir yasal sınırlama ve denetimin söz konusu olmadığını ortaya
çıkardı. (Ceylan 1998).
Sözleşmeli besicilikte de
canlı hayvanı, fenni yemi ile veterinerlik ve eğitim hizmetleri şirket tarafından karşılanmakta,
üreticilerden kaba yem üretimini gerçekleştirmesi istenmektedir. İşgücü
karşılığı belli bir ücret almaktadır.
“Sürdürülebilir kaynak kullanımı konusunda
firmalar sorumluk almaktan kaçınmakta” hatta fiilen toprakların tahribine yol
açabilmektedir. Bursa yöresinde yıllardır üst üste domates ekilmesine, sözleşme
yapan firmalar ses çıkarmamaları hatta zımni olarak teşvik etmeleri sonucu
büyük bir alan çoraklaşmış, ürün vermez hale geliyor. Yine virginia tütün
ekiminde de benzer bir durum var. Manisa yöresinde yapılan bir araştırma, sebze –meyve alanındaki sözleşmeli tarımda
üreticilerin gübreleme, ilaçlama, münavebe vb. konularda eğitilmesi için
özellikle salça fabrikaları teknik
elemanlar tarafından düzenli bilgi akışının sağlanması gerektiğini ortaya
koyuyor(Ceylan 1998).
Dünya örnekleri sözleşmeli üretim ile yeni
teknolojilerin kırsal kesime iletilirken ürün çeşitliliği giderek azaldığını,
bunun yerine geliştirilen ve yüksek verim elde edilen çeşitlerin
yetiştiriciliği almakta, küçük üreticilerin daha modern yaşam koşullarına
kavuşturulurken üretici aileler sosyal anlamda giderek marjinalleşmekte ve
alıcıya daha bağımlı hale geldiğini ve politik anlamda muhafazakar çiftçi
ailelerinin oluşturulması için bir araç olduğunu gösteriyor(Ceylan 1998).
1.2.6.Yan
Faaliyetler, Uyum Mekanizmaları
İç ticaret hadlerinin düşmesi, ürün/girdi
paritesinin genellikle üretici alayhine olması üreticiyi uyum mekanizmnalarınqa
ve yan faaliyetlere yöneltti. Uyum mekanizması önce modern girdi kullanımını
bilinçsizce arttırma, işgüçlerini yoğunlaştırma, ürün desenini değiştirme ve
çeşitlendirme oldu. Bunlar yetmediğinde ise yeni uyum mekanizmaları yan
faaliyetler olarak topraksız tarım, (mevsimlik veya kalıcı) göç tarım dışı
işler gündeme geldi. İktidarlarda bu yönelimleri özendirdilar. Arıcılık, mantar
yetiştiriciliği, yüksek tünel, seracılık, sebze-meyve, su ürünleri üretimi,
gibi topraksız veya az toprak isteyen tarımsal üretimi gibi faaliyetlerin Tarım Bakanlığı il ve ilçe
örgütleri aracılığıyla yaygınlaştırılması çalışmaları topraksız ve küçük
üreticiler arasında giderek artan ölçüde yaygınlaşıyor.
Bugün iklim sert olan Erzurum’un veya
karasal iklimin bulunduğu Ankara’nın bazı yörelerinde seracılık Van’da bodur
elma, Antalya’da Amerikan fıstığı,
Rize’de kivi ve hurma, Kayseri’de zeytincilik, Konya’da meyvecilik ve bağcılık
var. Ayrıca soğan, patates, kümes hayvancılığı, tahıl hibrit tohumu üretimi,
çiçekçilik yaygınlaşan ürünlerin arasındadır. Bu yaygınlaşma da tarla bitkilerindeki fiyatların düşük, girdi fiyatlarının yüksek olması karşısında
aile işgücünün yoğunlaştırılarak gelirin artırılması ve fabrikaların ayni ve
nakdi yardımları ile satış olanağının daha fazla olması da önemli rol
oynamaktadır.
Mevsimlik “göç” önemli gelir kaynağı oldu. Karadeniz bölgesi
ağırlıklı olmak üzere, tarımsal geliri az olup faaliyetlerini çeşitlendiremeyen
ailelerdeki erkeklerin önemli bölümü, mevsimlik işlerde çalışmak üzere kente
gitmektedir. Mevsimlik göçün boyutları bazı yöreler için köylünün köyünde
kalarak tarımsal faaliyetten daha fazla kazanmasını engelleyecek düzeydedir. İç
Anadolu bölgesinde kalıcı göçler[11],
Güneydoğu bölgesinde (mevsimlik) tarım işçiliği ağırlık hazandı[12].
Turizmin gelişmesi ile Güney ve Batıdaki
sahil kesim ağırlıklı olmak üzere, köylü ailelerinin azımsanmayacak kısmı turizm
faaliyetlerine yöneldi Turizmin gelişmesi ile bağlantılı olarak, halı, süs
eşyası, hediyelik eşya, bakır, toprak gibi el sanatları. bu bölgeler ağırlıkta
olmak üzere giderek artan ölçüde esas faaliyet haline geldi. Bu değişimi Tarım
Bakanlığı açtığı kurslar ve kooperatiflere verdiği teşviklerle destekledi.
Yine son yıllarda büyüyen ve yaygınlaşan
tekstil –dokuma, gıda gibi sektörler işgücünün önemli kesimini kırsal kesimden
temin ediyor. Bazı gıda fabrikaları özellikle köylü kadınlarını çalıştırıyor, bunları
servisleri ile her gün taşıyorlar. Tekstil –dokuma alanında taşeronlar kırsal
kesim işgücünü kullanıyor.
Gelişen bu ilişkilerin ile "Kırsal
nüfus mekanından ayrılmadan. mamul madde
üretilinceye kadar ki her aşamada bir üretici grubu çalışmakta, sonunda her bir
üretici grubunun ürettiği parçalar bir araya getirilerek nihai ürün elde edilerek"(YILDIRAK,
1993). yeni yatırım ortamının bir
boyutunun kırsal sanayiyi geliştirme ve eve iş verme adı altında
taşeronlaştırma ve fason üretim tarzında yaygınlaştırılıyor. Köylü ise tarlada "çiftçi",
evde "müteşebbis" fabrikada “işçi” ama gerçekte hepsinde emeğini
satar konumuna getiriliyor. Bu ilişkiler yayıldığı ölçüde kırsal kesimin
ilişkilerini değiştirerek işçilerin küçük burjuvalaştırılmasına, köylülerin işçileştirilmesine
yol açacaktır. Emek gelirleri düşük tutulmaya devam edilecek, "Köylü"
ürettiği karşılığında da ancak geçinebileceği kadar, ortalama işçi ücretini kadar ancak
kazanabilecektir. Bu gerçekleşmesi bir yandan yeni birikim olanakları sunarken
diğer yandan da tarımda büyük kapitalist işletmelerin yaygınlaşmasına zemin
hazırlayacaktır.
1.2.7.Yeni
Mücadele Alanı Çevre Sorunları
Verimli topraklar tarım-dışı amaçlarla
kullanılması veya kirlenmesi, verimsizleşmesi, su ve hava kirliliği ile
birlikte tarımsal üretimin geleceğini tehdit ediyor. Türkiye’de neredeyse
tahrip olmamış ova, nehir, çay, deniz kalmamış gibi bir şey. Bu gidişle
nasıl tarım politikası uygulanırsa uygulansın tarımsal üretimin
ilerlemesini bir yana bu düzeyini bile korumayabilir.
Tarımsal üretime olumsuz etki eden doğa
tahribi etmenleri ve doğayı tahrip eden tarımsal üretim etmenlerinin eko
sistemdeki tahribatı yerel/bölgesel olmayıp, evren ölçeğinde olmaktadır.
Ulusaşırı sermayenin nükleer santral, atıkların yakıt olarak ihracı, termik
santraller, siyanürlü altın çıkarılması, kimyasal girdilerin kullanımının
artırılmasına dayalı tarımsal büyüme gibi kirletici etkisi yüksek teknolojileri
düşük çevre standartlı ülkelere kaydırması tahribatı daha da büyütmektedir.
Doğanın kendi gerçek kapasitesinin çok
üzerinde kullanılmasının ilk akla gelen etkisi ekonomik olması, gıda üretiminin
her geçen gün daha pahalı bir hale gelmesi. Ama bu arada besin kirliliği de
ortaya çıkmakta ve kirliliği oluşturan maddelerin insan vücudunda gün geçtikçe birikmektedir.
Bu insanın tolerans sınırını aşılabilmekte,. aşmadığı durumlara bile alınan
suni maddelerin organizmanın işleyişi ve genetik yapı üzerindeki etkileri tam
olarak bilinmemektedir.
Aslında
buradaki sorun tarımsal ya da sanayi üretiminin gıda olayını nasıl
etkilediğinden öte, sağlıksız gıda üretiminin, sağlıksız beslenmeyi doğuran
zincirleme bir olgu olarak ortaya çıkmasıdır. Sorunun çözümü ise,
kalkınma-çevre-beslenme-sağlık arasındaki ilişkiyi doğru zemine oturtmaktan
geçmektedir. Bunun için de öncelikle varolan üretim ve tüketim süreci
sorgulanmalıdır.
2.
Karşılaştırma –Bilanço
2.1.
Alan Dağılımındaki Değişme Üretim Ve Verimde Artış.
İşlenen alanda 1980’ne kadar artı, 1980’den sonra
azaldı. Nadas alanlarının işlenen alana göre azalması 1963’den sonra başlasa da mutlak azalması
1980’den sonra Nadas alanları daraltma projesi ile oldu. Buna paralel olarak da tarla bitkileri ekilen
alan arttı. Tahıl ekimi azalırken Üretici tahıl üretimi buğdaya kaydırdı. Meyve
sebze alanları tüm dönemlerde artarken, bağlardaki artış 1980’ne kadar düşük,
1980’den sonra zeytinliklerle birlikte mutlak olarak da azaldı.
1960’dan sonra üretici ürün desenini
çeşitlenmesi 1963’den sonra birkaç ürün ağırlıklı oldu. Tarımsal üretimde 13
ürünün ağırlığı çok fazladır. 13 ürün toplam rekoltenin % 70’inden fazlasını,
toplam değerin % 60’dan fazlasını kapsıyor. Üretim desenindeki çeşitlenmeye
rağmen, bir çok ürünün üretimi birkaç ilde yoğunlaşmaktadır. Bitkisel üretimin
% 42.5’u Ege Akdeniz, hayvansal üretimin % 46.17’si Ege, Marmara bölgelerinde
üretiliyor. Küçük üreticilik Ege, Akdeniz, Marmara, Karadeniz bölgelerinde
yaygın. Bu bölgeler aynı zamanda birim alandan en çok katma değerin elde
edildiği bölgeler. (Talim ve Işın 1998)
Kişi
başına bitkisel üretim düzeyi 1963-79 arasında % 20’ye yakın artarken, 1997
yılında 1979 yılındaki civarında gerçekleşmiştir. 1963-79 arasında üzüm,
zeytin, çavdar, mısır, arpa dışında kişi başına üretimi ciddi olarak düşen ürün
yok. 1979-97 arasında kişi başına üretimi düşen başlıca ürünler buğday, mısır,
ayçiçeği, tütün, pirinç, çay, portakal, limon, üzüm, zeytin olurken, şeker
pancarı, pamuk, soğan, patates, domates, elma, şeftali mercimek, nohut, biber,
mandalina, fındık üretimi artan başlıca ürünlerdir. Hayvansal ürün üretimi ise
1978-97 döneminde kişi başına düşen kırmızı et üretimi düşmüş, beyaz et, süt ve
yumurtada artmıştır. Kişi başına tüketim ise her iki dönemde de iyileşmiştir.
Bitkisel üretim artışı, 1960’lı yıllara
kadar işlenen toprakların genişlemesine bağlı oldu. 1963-95 arasında, işlenen
topraklarda bir miktar genişleme oldu ise de, üretim artışı esas olarak modern
girdi kullanımının artmasına bağlı olarak verim artışlarından meydana geldi.
Verim artışı iç ticarettin tarım eleyhine olmasını kısmen telafi etti. Her iki
dönemde de üretiminde sıçrama olan ürünler ile destekleme alımları, piyasa
fiyatları ve ihracat olanakları arasında illiyet bağı var.
Bir çok üründeki verim dünya ortalaması
civarında olmakla birlikte, o ürünün dünya ticaretinde söz sahibi olan
ülkelerdeki verimden düşük. Türkiye’de verim ile maliyet arasında düz bir bağ
kurulup, dünya pazarlarında rekabet edebilmek için verim arttırmaya
çalışılıyor. Halbuki dünya fiyatlarında verim farkı çoğu zaman önemsiz kalıyor.
Türkiye’den ayçiçeği verimi düşük Ukrayna’dan ayçiçeği ve yağı ithalatı yüksek
korumacı önlemlere karşın engellenemiyor. Yine pamukta dünya verim
sıralamasında ilk 5’de olunduğu halde ucuz pamuk ipliği ithalatı iç üretimi
tehdit ediyor. Bu, sübvansiyonların yanı sıra şu veya bu şekilde maliyetin daha
düşük olmasından da kaynaklanıyor.
25 üçüncü dünya ülkesini kapsayan bir
araştırmaya göre Türkiye 1961-86 yılları arasında tam bir hububat
ithalatçısı halinden ihracatçısı haline
gelen tek ülke, bu süre içersinde tahılların yerini beslenme ürünlerinin değil
gıda ürünlerinin aldığı 6 ülkeden biridir. (Yenal ve Yenal 193) Fao’ya göre
1980-91 arasında Türkiye’nin gıda üretiminin % 15 gerilemesi bu gelişmenin 1961-80 arasında sağlandığını, 1997’de gıda
üretimin 1979’daki düzeye gelmesinin, 1991’den sonraki üretim artışı ile
olduğunu gösteriyor (Çıkın, 1994)
2.2. Kırsal
Kesimin Yapısı
1952-91 arasında, tarımsal yapıdaki genel
eğilim, işlenen arazi miktarının ve işletme sayısının artması, ortalama işletme
büyüklüğü ve işletmelerin çok parçalılık durumunun azalması şeklinde. 1991
Genel Tarım sayımına göre toprağa sahip işletmelerin yüzde 85’i işlenen alanın yüzde 42’sine,[13]
yüzde 5’i yüzde 37’sine sahip[14].
En son 1981 yılında yapılan köy envanter çalışmasına göre kısal kesimdeki
ailelerin yüzde 30’unun toprağı yok.
Tarım
sayımları, 1980’ne göre 1991’de toplam işletme sayısı içinde yalnız kendi
arazisini işleyen işletmelerin oranı ve işledikleri alan artarken, yalnız kira ve ortakçılık ile toprak işleyen
işletmelerin oranı işledikleri alan düştüğünü gösteriyor. Dönem içerisinde
yalnız ücretsiz hane halkı çalıştıran işletmelerin payı düşerken ücretsiz hane
halkı ile ücretli işçi çalıştıran işletmelerin payı artmış.
Tarımda kullanılan emek
başat olarak pazar ilişkileri dışından temin edildi. Büyük toprak sahiplerinin çoğu pazardan
işgücü satın almak yanında geleneksel
siyasi-ekonomik nüfuzları altındaki kişileri ortakcı-yarıcı olarak
çalıştırdılar. Hatta bu nedenle ürün değişikliğine bile gittiler. Küçük
üreticiler ise aile emekleri dışındakileri akraba-komşuluk ilişkileri
içerisinde karşılıklı yardımlaşma ile temin etmeyi tercih ettiler.
En yaygın çalışma şekli ücretsiz aile
işçiliği ve kendi hesabına çalışma.
Ücretsiz aile işçilerinin yüzde 92’si, kendi hesabına çalışanların yüzde
63’ü tarım sektöründe çalışması işsizliği gizliyor, gelir dağılımı bozukluğunun
yakıcı sonuçlarının ortaya çıkmasını önlüyor.
Tarımda uzmanlaşmanın gelişmemesi ve arazilerin parçalı olması tarımsal
gelirde sigorta işlevi de görerek, bir üründen elde edilen gelirin düşüklüğü
diğer ürün/ürünler ile kısmen de olsa giderilebiliyor.
Tarımsal alanda işgücüne katılma oranı
yüzde 64-65 civarında. Tarımsal işgücünün yüzde 30’nun okuma yazması yok,
geriye kalan yüzde 70’inde büyük kesimi ilk okul mezunu. Okur-yazar
olmayanların yüzde 80’i, okur-yazar olupta okul bitirmeyenlerin yüzde 72’si,
ilk okul mezunlarının yüzde 53’ü tarım sektöründe çalışıyor (Taştı, 1997). Eğitim düzeyinin düşüklüğü tarımsal üretimde
bilimsel esaslara göre tarımsal faaliyetin yapılmasını engelliyor, öğrenme
sürecinde deneme -yanılma esaslı pratik uygulamanın ağırlık taşımasına yol
açıyor. Bu da teknolojik gelişmeyi izlemesini ve bilinçli tarım yapmasını
güçleştirip, geleneksel yöntemlerin uzun zaman sürmesine yol açıyor.
Son yıllarda küçük işletmelerin ağırlıkta
olmasının optimal girdi kullanımını, verimliliği ve maliyetleri olumsuz
etkilediği gerekçesi ile tarımda istihdamı azaltılması ve işletme
büyüklüklerinin artırılması düşüncesi yaygınlaşıyor. Tarımsal nüfus ve istihdamın
yüzde 10 altına indirilmesi hedefleniyor. Yeterli tarım dışı istihdam olanağı mevcut
olsa, işletme büyüklüğünü fazla değiştirmeden tarımsal istihdamın beşte biri
civarı bu işyerlerinde istihdam edilebilir. Ama
yüzde 10’nun altına indirilmesini istemek ortalama işletme büyüklüğünü 3
katına çıkarmak ve halen toprağa sahip ailelerin üçte ikisinden fazlasının topraksızlaştırılması (ve tarım
dışına sürülmesi) demek. Bu, Türkiye’nin 1923’den itibaren uyguladığı küçük
üreticileştirme politikalarının tersine çevrilmesi, büyük işletme yapısının
yerleştirilmesini istemek anlamına geliyor. Başka ifade ile tarımda
kapitalizasyonu küçük köylü işletmelerinin kapitalist tarım işletmesine
dönüştürülmesinden, platosyonlara dönüştürülmesine geçiliyor. Dünya bankasının
işbirliği yapmak istediği konudan birisi de bu.
2.3
Gelir Dağılımı Ve Katmanlaşma
Dünya bankasına göre,
1960’larda küçük üreticilerin yoksullaşması sürdü. Kırsal kesim kamu
yatırımları, kırsal gelir dağılımı adaletsizliğini artırıcı yönde oldu.
Türkiye, Meksika ve Brezilya ile birlikte dünyada en adaletsiz kırsal gelir
dağılımına sahip ülkelerden birisi idi. Bozulan gelir dağılımı ile birlikte
toprak parçalanması sonucu başlayan göçler tarımdan sanayiye ve hizmetler
alanına ucuz işgücü olarak kaynak aktarmanın yeni bir biçimini oluşturdu.
1970’lere doğru sebze
-meyve üretiminin ve modern girdi kullanımının yaygınlaşması ile elverişli koşullarında görece yüksek taban
fiyatları gelirleri artırdı tarımsal gelirin dağılımını bir miktar düzelti.
Gelir dağılımı anketleri de kırsal kesim gelir dağılımı bozukluğu 1963-73
arasında arttığını, 1973’ den sonra azaldığını gösteriyor. 1994’ deki gelir
dağılımı bozukluğu 1963’e göre daha az.
Gelir dağılımı bozukluğu ile işletme yapısı
bozukluğu arasında bire bir örtüşen ilişki yok. Küçük büyüklükteki arazilerde
sebze meyve, özellikle de son yıllarda yaygınlaşan sera ürünleri yetiştiren
işletmelerin geliri, orta büyüklükteki toprağa sahip tahıl eken işletmenin
geliri düzeyinde olabiliyor.
Tarım kesiminin geliri
kentlere göre son derece düşük. Tarımda kişi başına gelir kentlerdeki kişi
başına gelirin genellikle % 18-20 arasında olmuş, depresyon yıllarında % yüzde 18’inin altına düşmüş, 1970-77
arasında da artarak % 24’üne çıkmıştır.(Kazgan)
Tarım Bakanlığı tarafından hazırlanan Ekonomik göstergelere göre tarımda kişi
başına gelir 1980 –88 arasında düşmüş, 1989’dan sonra artmaya başlamış ve
1998’de 1980’ dekinin % 133 fazlası olmuş.
Kırsal kesimdeki
farklılaşma ise köydeki toprağın dağılımına, ekilen ürüne, girdi kullanımına,
özellikle de sulamaya bağlı olarak değişik yollar izledi. Bu değişik yollar
aynı zamanda pazara entegrasyonunda farklı yolu oldu.
1990’lı yıllarda Korkut Boratav ve Mustafa
Şen (1996) tarafından Orta Anadolu ve Ege’de yapılan araştırmalar, oranı Orta
Anadolu’ya göre Ege’de orta ve zengin köylü katmanlarının daha çok olmasına
rağmen köylünün % 47’si tarım işçisi veya yoksul ve küçük köylü, % 16’sı zengin
ve kapitalist çiftçi olduğunun gösteriyor. Bu oran orta Anadolu’da sırası ile %
57 ve 12’dir.
2.5.
Kaynak Aktarma
Tarımdan doğrudan kaynak
aktarma 1952’ye kadar yol, 1962’ye kadar hayvan vergisi ile gerçekleştirildi.
II. Dünya savaşı yıllarında Toprak Mahsulleri Vergisi ve tarımsal ürünün belli
kısmının devlete, belli fiyattan satış zorunluluğu kısa bir süre için, 1963’den
itibaren uygulanan gelir vergisi ve
arazi vergileri de az bir miktar doğrudan kaynak aktarımı yaptılar. Doğrudan ve dolaylı kaynak aktarmanın yükünü
daha çok küçük üreticiler çekti.
Aşarın kaldırılması ile
devletin önemli bir kaynaktan vazgeçtiği, sanayileşmenin tarım kesimince
finansmanında önemli bir kaynağın kaybedildiği genel görüştür. Tarım kesiminde
orta ve büyük çiftçilere bırakılan artık büyük ölçüde tarımın gelişmesi için
kullanılmamış ya tarım dışına aktarılmış ya da tüketime gitmiştir. 1970’lere
kadar da pazara açılmada ciddi bir etkisinin olduğu söylenemez. Düşük düzeydeki
vergiler birikim tarzının karakterinden dolayı tarım kesiminin pazara
açılmasını ve 1960-80 arasındaki atılımını kolaylaştırmıştır. Bu da tarım kesimden
döviz kuru, dolaylı vergiler, enflasyon, iç ticaret hadlerinin tarım kesimi aleyhine seyretmesi gibi açıkça
görünmeyen diğer yollar tarım kesiminden kaynak aktarmanın başlıca
mekanizmalarını kolaylaştırdı.
18 Gelişmekte olan ülke
arasında Türkiye tarımını doğrudan koruyan 4 ( Kore Cum. Portekiz, Brezilya)
ülkeden biri olurken dolaylı olarak en yüksek vergilendiren ülke olmuştur.
1960-83 arasında dolaylı müdahale ile tarım % 36.8 gibi yüksek oranda
vergilendirilirken 4.2 oranında korunması sonucu 32.6 oranında kaynak
aktarılmıştır(Talim ve Işın, 1998)). Çakmak, Yeldan ve Zaim tarafından 1980
sonrası yapısal uyum ve finansal liberalizasyon politikalarının tarım sektörüne
etkilerini araştıran çalışma Türkiye’de benimsen yapısal uyumpolitikalarının
tarımsal gelirlerin vergilendirilmesine dayandığını ortaya koyuyor (Aktaran
Yıldırım vd., 1998)
2.6.
Üretici Örgütlenmesi
Tarımda faaliyet gösteren çeşitli
kooperatif ve birliklerin toplam üye sayısı
5 milyona yakın Bu bir üreticinin
birden fazla örgüte üye olduğunu gösteriyor. Buna bir de TZOB eklendiğinde en
az 3.5 milyon üreticinin tarım kesiminde bulunan en az bir örgüte üye olduğu,
2-2.5 milyon üreticinin de en az bir kooperatife veya birliğe üye olduğu
söylenilebilir. Bu örgütler tarım
politikalarında etkin değiller, üretici gelirlerinin artırılmasında ise
bazıları kısmen etkili olabiliyor. Böyle bir durumun ortaya çıkmasında, kırsal
kesimin dağınık ve muhafazakar yapısının rolü var. Ama esas etmen varolan
üretici örgütlerinin büyük kısmının iktidarın denetimi altında olması ve kamu
iktisadi teşekkülü gibi çalışmaları. Örneğin Birlikler, üreticiler için genel
ekonomi politikalarının uygulayıcısı kurumlar olarak, destekleme alımları ile
fiyatların belli bir seviyenin üzerinde oluşmasını sağlayan, tüccarın almadığı
düşük kalitede ürünü satacağı yer oldu.
Üreticilerin kooperatif faaliyetlerine, denetim ve yönetim süreçlerine
katılımı minimum olurken, Birlikler üreticiyi kontrol işlevi gördü. Bugünde
Birlikler tasfiye edilmek istenmektedir[15]
İktidarlar bağımsız
üretici kooperatiflerini desteklemekten çok engellemeye çalıştılar. Bunda siyasal olarak bir köylü hareketinden
korkmalarının yanı sıra ekonomik olarak da çıkarlarını birlikte korumaya
yönelmelerinin pazarlık güçlerini arttıracağı ve sermayenin karlarını
düşüreceği saikleri etken oldu.Bu nedenlerle
kooperatif küçük üreticinin olanaklarını birleştirerek kapitalist
ilişkiler içerisinde yaşamasını ve de yaşarken kapitalistleşmeyi sağladığı
halde öcü olarak görülmüştür.
1960-80 arasında köy
kalkınma kooperatiflerinin kurulmasında sosyalistlerin girişimleri ile yurt
dışına işçi gönderme önemli rol oynadı. Köy-Koop’lar bir köylü hareketi
örgütlemek yerine, köylülere bir takım avantajlar sunmakla yetindi. Bu dönemde
bağımsız bir köylü hareketi, üretici birliği ve inisiyatifi oluşturulamadı. Ama
çeşitli hareket ve örgütlerin köy çalışmalarında militan bir köylü kesimi
oluşturuldu. Bu kesimde dev resmi köylü örgütlerindeki kadar olmamakla birlikte
üretme, kararlara ve yönetime katılma, denetleme alışkanlığı sınırlı
kaldı. Bu sınırlılık diğer etmenlerle
birleşerek 1980 sonrasında sesiz muhalefetin zeminin hazırladı. Bunda egemen
sınıfların ekonomik nedenlerle birlikte siyasal olarak da kooperatifleri
kısırlaştırma politikalarının etkisi de var. .
12 Eylül’de kapatıldıktan sonra 1989’da
yeniden açılan KÖY- KOOP'lar esas olarak hayvancılık alanında faaliyet
gösteriyorlar. Köy-Koop’lar üreticilerin gelirini artırmakta ve hayvansal
üretimin gelişmesinde etken olsalar da üreticiler arasında demokratik bir
ilişki, karar ve uygulama süreci geliştirememiştir. Malkara örneği olarak
bilinen Köye Hizmet götürme birlikleri tamamen yerel devlet görevlilerinin
denetiminde, üretici gelirini arttırırken, onun ürettiği değerin bir kısmını
kamu hizmetlerine kullanmaktadır. Son yıllarda Almanya ve İtalya finansmanı ile
kurulan Damızlık İnek Yetiştiricileri Birlikleri, demokratiklik ve katılım
anlamında KÖY-KOOP’lardan çok farklı olmamakla birlikte, şu anda sözleşmeli
üreticiliğe ve ithalata karşı çıkan bir yapıdadır. Ayrıca daha çok büyük
çiftçilerin öncülüğünde örgütlenen (çiftçi) üretici dernekleri, pamuk ağırlıklı
olmak üzere, destekleme fiyatların yükseltilmesi, prim sistemine geçilmesi
doğrultusunda kamuoyu oluşturup, üreticiyi hareketlendiriyor. Üreticinin
örgütlenmesi adına hazırlanan üretici birlikleri yasa tasarısı üretici
organizasyonundan çok sanayici, tüccar organizasyonu niteliğinde.
Demokratikliği de sermeye oranına bağlanmış.
Son yıllarda çeşitli iktidarların (kısmen
kooperatif daha çok da birlik olarak) üretici örgütlenmesini destekler ve
teşvik eder bir tavır içinde olmasında, bu örgütlerin yalnız ekonomik birer
birim olarak çalışmasının koşullarılının olduğu düşüncesi ve özelleştirme
politikaları etken oluyor.
2.7. Dünyadaki
Gelişmeler
Dünya tarımı ile birlikte Türkiye tarımı
dört olgunun; teknolojik atılım, doğal üretime dönüş, iklim değişiklikleri,
sübvansiyon ve desteklerin kaldırılması talebinin baskısı altında. İklim
değişikliklerinin tarımsal üretim üzerindeki etkisi hala büyük ölçüde belirsiz.
Doğal (organik) tarımın gelişmesi ise çok yavaş. Bio-teknolojinin gelişmesinin
tarımın temelini değiştirerek, tarımsal üretim sürecininin iklim koşullarına
bağımlılığını azaltması, verimi sıçratması,
maliyetleri düşürmesi bekleniyor.
Güncel olarak Türkiye tarımı ve tarım
politikası sübvansiyon ve teşviklerin
azaltılması telebinin baskısı altında. Gelişmiş ülkeler, IMF ve Dünya Bankası
tarımsal üretim ve ticaretine sübvansiyonların kaldırılması için baskı
yapıyorlar. Baskılarında bütçe olanaklarını ve GATT Uruguay Raundu Tarım
Anlaşmasını malzeme olarak kullanıyorlar.
2.7.1.Gatt
Uruguay Tarım Anlaşması
Emperyalit-kapitalist ülkelerin, stokları
eritme, ulusaşırı tekelere pazar oluşturma
çabaları, “gelişmekte olan ülkelerde” siyasi ve ekonomik nüfuz kazanma
amaçları ile birleşince 1990’lara doğru kuralları belirsiz bir sübvansiyon
savaşına yol açtı. Bu savaşın kuraları,
GATT Uruguay Raundu’nda imzalanan tarım anlaşması ile belirlendi. Ticaret
savaşının kuralları, üretim ve ihracata verilen sübvansiyonları azaltıp, ithalattaki
tarife dışı engelleri tarifelendirerek düşürme ve pazarın belli bir oranını
mutlaka ithalata açma olarak özetlenebilir.
Bu kurallar her ne kadar sebest ticaret,
küreselleşme gibi ideolojik söylemlerle sunulsa da emperyalist ülkelerinin ve
ulusaşırı tekelerin ihtiyaçlarını karşılamaya, yöneliktir. FAO tarımsal
ticaretin serbestleşmesi ile ihraç miktar ve fiyatların artması ile birlikte
ticaret hacminin artacağını tahmin ediyor. Bunda da gelişmiş ülkelerin kazançlı çıkacak, düşük gelirli ülkeleri olumsuz
etkilenecektir (Şengül, 1988)
Araştırma - geliştirme harcamalarının
sınırsızca desteklenebilecek olması, bu alanda mutlak bir üstünlüğe sahip
gelişmiş ülkelerin ve ulusaşırı araştırma laboratuvarlarının lehinedir. Bu
sayede geliştirdikleri bio-teknoloji ürünlerini, hazır bir pazara satma olanağı
bulacaklardır.
2.7.2.
Destekle(me)meler
Son yılların en çok tartışılan konularından
birisi olan tarıma yapılan destekleme ve sübvansiyonlar başlatılırken bu kadar
tartışılmamıştı. Tartışmalar söylem olarak, tarıma verilen desteklerin ve
sübvansiyonların azaltılması, ancak daha etkin hale getirilmesi şeklinde olsa
da, öneriler, gelişmekte olan ülkelerdeki destek ve sübvansiyonların tamamen
kalkması ya da etkisiz hale gelmesi sonucunu doğurabilir.
Empeyalist ülkelerde tarımsal istihdamın
düşmesi, doğaya bağımlığının azalması ve depolama, işleme olanaklarının
artması, üretim istikrasızlıklarının yol
açtığı fiyat istikrazsızlıklarını azaltıyor. Ayrıca çeşitli adlar altında
yapılan doğrudan ödemelerle üretici sübvanse ediliyor. Çevre değerlerini,
insan, bitki ve hayvan sağlığını koruma önlemlerini, rekabet koşullarını neden
göstererek üretimlerini korurken Türkiye gibi ülkelerden desteklemeler başta
olmak üzere tüm sübvansiyonları kaldırmalarını istiyorlar.
Destekleme yönteminin değiştirilmesi
isteğinin altında borsayı tarımsal üretimi düzenleyici kurum olarak oluşturma
ve pazarların denetimini tamamen ele geçirme hedefi var[16].
Bu sayede dünya ölçeğinde tarımsal üretimi azaltarak ulusşırı agro-samayiye
yeni pazarla bulmak istiyorlar[17].
3. Türkiye Ve Uluslararası Tarım Ve Gıda Politikaları
Tarımın
gelişimi kapalı havzaların ulusal ve uluslararası pazara eklemlenme ve
bütünleşmesi, üretim sürecinin doğa koşullarına bağımlılığının azaltılması ve giderek ortadan kaldırılması,
tarım sanayi ayrılığı tarım-sanayi bütünleşmesi doğrultusunda gelişmesi ve
giderek de sanayinin alt /yan kolu haline gelmesi, köylünün pazara açılması ve
bütünleşmesi şeklinde olmuştur. Tarımdaki bu gelişim süreci ulusal ve
uluslararası sınıf mücadelesinin seyri tarafından biçimlendirilmiştir.
Türkiye'deki gelişimin ana seyri de buna paralel olmaktadır.
Türkiye’nin
tarım ve gıda politikalarında üretimi artırma, üreticiyi pazara eklemlenme ve
bütünleşmesi hattı süreklilik taşımaktadır. Bu açıdan 1960’lara kadar ki tarım politikası ve gelişimi zemini hazırlama
olmuş, 1970’lere doğru başlayan ve 1980’ ne doğru hızlanan eklemlenme son
yıllarda bütünleşmeye dönüşmüştür.
Buna
karşılık tarımın eklemlendiği ve bütünleşmesi istenen pazarın niteliği değişmiştir.
1980’ ne kadar tarım politikaları ve gıda politikaları ulusal ihtiyaçlara göre
biçimlendirilmesi başattı. Kitlelerin ve sanayinin ihtiyaçlarının karşılanması
için temel besin maddeleri ve hammadde üretimi ulusal pazara eklemlendi.
Dövizin temin etmek için 1920’lerde tedarikçi olduğu ürünlerin önemli kısmında
eklenen yeni ürünlerle birlikte uluslararası pazara eklemlendi. .
1980’den
itibaren tarım ve gıda politikalarının uluslar arası pazara eklemlenme ve bu
pazarın ihtiyaçlarına göre biçimlendirilme yanı başat olmaktadır. Tarım
ürünleri ve gıdaların ucuz ve/veya lüks olması ithalat için yeterli görülmektedir.
Agro-gıda tekellerinin yatırımlarına olanak hazırlanmaktadır. Bazı ürün ve
girdilerdeki eklemlenme ise uluslararası bütünleşemeye doğru gitmektedir. Uluslararası
pazara ulusal pazar olarak eklemlenmekten, tek tek ürün ve mallarda bütünleşmeye yönelindi.
1980
sonrasındaki bu değişimin 17-18 yılda
tamamlandığı söylenemez. Bunda Kemalist-devletçi geleneğin, büyük bir seçmen
kitlesini oluşturan köylüleri karşıya almak istememesinin ve özelleştirme
politikalarına karşı toplumsal muhalefetin etkili olduğu söylenebilir.
Önümüzdeki yıllarda mevcut politikaların nasıl nereye doğru evrileceğini büyük
ölçüde içinde yaşanılan krizden çıkış koşulları belirleyecek.
3.1.
Devletin Rolü
Devlet köylünün pazar
ilişkilerine çekilmesinde belirleyici rol oynamış, KİT'ler ve TMO, tarım kredi ve satış
kooperatifleriyle küçük üreticileri doğrudan denetlemiştir. Devlet sağlıktan
eğitime, ürün alımından girdi teminine, sübvansiyon ve destekleme alımlarından,
fiyatlamaya ve kredilendirmeye kadar üreticilerin yaşamına doğrudan müdahale
etmiştir. Üreticiler yaşamlarını idame ettirmede doğrudan devletin sunduğu olanaklar önemli yer tutarken büyük ölçüde de
kendi haline bırakıldılar. En basitinden üretim bilgisi hap olarak verildi,
onun en azından bilinçli üretim yapmasını sağlayacak, üretim bilgisi anlamında
bile olsa gelişmeleri izleyebilecek bir formasyon sağlanmadı. Okullar açıldı,
okuma yazma öğretildi ama bu asker mektubu yazma –okumaya ve bazı popüler
gazetelerin sansasyonel başlıklarını okumadan öte fazla kullanılmadı. Okul daha
çok köyden çıkışın basamağı olarak görüldü, hala da görülüyor. Tarım yapmak
için formasyona gerek olmadığı, babadan görme yöntemlerin yeteceği, yetmediği
yerde de teknik elamanların reçetelerinin olduğu var sayıldı. Bu bakış iki
taraf, devlet ve üretici açısından da büyük ölçüde geçerli bakış oldu. Yine
modern girdi kullanımının artması ile toprakların bu ölçüde kirlenmesi ve
çoraklaşmasında bilinçsiz girdi kullanımı önemli rol oynadı. En büyük başı boş
bırakma ise hayvancılıkta oldu.
Pazar ilişkilerinin ülke çapında
yaygınlaştırılması ve derinleştirilmesi süreci olarak yaşanan bu sürecin sonuna
gelindiği 1980'lerde artık pazara açılmada belli bir gelişme sağlanmıştı. Bu
noktada sermaye için, pazar ilişkilerine
eklemlenen tarımsal üreticilerle kendisi arasındaki devlet dolayımı bir yük ve
sınırlandırma haline gelmiştir. Bunalımını aşmak için bu ilişki kanalını
değiştirmeyi bir zorunluluk olarak görüldü.
Bu yüzden sermayeyi yaşamın her alınında
doğrudan belirleyici hale getirme programını yürürlüğe konulmakta,
devletin işlevi de sermeye için köylüyle ilişkiye girmekten, köylüyü sermeye
ile doğrudan ilişkiye geçmeye doğru değişmektedir.
Devlet yeni rolü ile
piyasa ilişkilerinin genel
çerçevesini uluslararası rekabete uygun
tekelci ilişkiler ağı için optimal ve verimli koşullarda işlemesini sağlayacak
şekilde belirlemektedir. Bunu yaparken daha önce kitlesel olarak pazara çektiği
insanları metalaşmanın kurallarına -kuralsızlığına- devredip, bireysel olarak
sermayeye bağımlılaştırmaktadır. Bunun içinse devletin ekonomiye doğrudan
müdahalesinin araçları olan KİT'ler satılmakta, destekleme ve sübvansiyonlar
yöntem değiştirilip, azaltılmaktadır.
1930'lardan itibaren
oluşturulan kamusal alanlar özelleştirmelerle sermayeye devredilirken devlet
sermayenin ihtiyaçlarına göre yeni
"kamusal alanlar" oluşturmaktadır. Yeni "kamusal
alanlar" eskisinden nitelik olarak
farklıdır. Tasfiye edilmekte olan kamusal alanlar devletin bizzat
kendisinin oluşturduğu alanlardı. Yeni "kamusal alanlar" ise devletin
oluşturulmasına bizzat katılmadığı ama oluşturulmasının koşullarını hazırladığı
alanlardır. Yeni "kamusal alanları" devletin hazırladığı koşullar
üzerinden, devletin olanaklarıyla sermaye oluşturmaktadır.
1980 sonrası tarım politikalarının
tamamlanması için destekleme yönteminin
değiştirilmesi, bazı ürünlerde ekim alanı sınırlanması, tarım ürün sigortası,
şeker şirketinin özelleştirilmesi, ürün üretici birliklerinin kurulması, Tarım
Satış Kooperatiflerinin yeniden yapılandırılması, ürün borsaları kurulması,
tarım çerçeve, Ziraat Odaları ve mahalli
idareler yasaları konularında hazırlıklar tamamlanıyor. Bu hazırlıklar uz
3.2.Uluslararası
Tarım Ve Gıda Polıtıkaları
Tarım ve gıda politikalarının temelini
üreticinin pazara entegrasyonu ile ucuz ve istikrarlı üretimin sağlanmasının
oluşturuyor. Bu temel politikalar sermeyenim birikim tarzına göre değişen
farklı tarzlarda uygulanmıştır.
Birincisi emperyalist – kapitalist devletlerin gıda maddeleri ve
hammaddeyi sömürge ve yarı sömürgelerinden karşılamaları temelinde sömürge ve
yarı sömürgelerin bazı ürünlerin üretiminde uzmanlaşmaları ve ürünler temelinde eklemlenmeleridir.
Ulusal ve sınıfsal mücadelelerin sömürge ve
yarı sömürgelerden besin tedarikini imkansızlaştırması veya tehlikeye sokması
diğer koşullarla[18]
birleşerek emparyelistleri, tarımsal ürünlerde yeterlilik politikaları
uygulamaya yöneltti. Verimliliği arttırıcı önlemler olarak da sulama,
mekanizasyon, tohum ve kimyasal girdileri geliştirerek, bunların yaygın ve
yoğun kullanımına başladılar. Tarıma
büyük miktarda destek ve sübvansiyon verdiler. Tarımsal üretim ve gıda
üretiminde kendilerine yeterli hale geldikleri gibi dünyanın başlıca
ihracatçıları da oldular. Fazla üretimlerini ya gıda yardımı şeklinde ya da
ucuza ihraç ederek hem stokları eritmek
için, istikrarlı pazarlar oluşturdular, hem yardımı alan ülkelerin tarımının
gelişmesini engelleyerek, kendilerine
bağımlı hale getirdiler. Bağımlığın diğer boyutunu makina-ekipman,
tohum, gübre ilaç gibi temel girdi ihracatı ile yarı-sömürge ülkeleri ulusal
pazarlar olarak kendisine eklemlemeleri oldu.
Böylece bağımsız devlet kuran uluslar emperyalizmle olan ilişkilerini değiştirdiler ama etki alanının dışına çıkamadılar.
Yeni devletlerden birinci grup ülkeler gıda
yardımları ve ucuz gıdanın çekiciliğine kapılarak tarımlarını emperyalistlerin
ihtiyaçlarına göre biçimlendirip beslenmede
bağımlı hale geldiler. Bu
ülkelerde, tarım ve sanayi ulusal ekonomi içerisinde birbirini tamamlar nitelik
kazanamadı, her biri ulusal pazar olarak emperyalizme eklemlendi.
Türkiye gibi bir kısım ülke ise
tarımsal üretimlerini ekonominin içsel
gelişimine göre biçimlendirmeye çalıştılar. Bu ülkelerde tarım ve sanayi, ulusal
ekonomi içerisinde birbirini tamamlar nitelik kazandı. Ama tarım bağımsız teknoloji üretimi
temelinde değil ithal teknoloji temelinde geliştirildiği için çokuluslu şirketlere bağımlı pazarlar
oldular. Hindistan, Meksika, Pakistan, Endonezya, Brezilya, Cezayir, İran gibi
ülkeler, verimi artırmak için “yeşil devrim” denen yüksek verimli tohumluklar
ithal etmeleri yeni bir bağımlılık halkası ve açlık nedeni oldu.
Emperyalizm, bu dönemde devletler aracılığıyla ilişki kurdu. Pazarları ise coğrafi olarak paylaşmaktan
ulusal pazar olarak eklemlemeye geçti. Bu ise,
o güne kadar kapitalizmin gelişmediği yerlerde kapitalizmi geliştirerek
metalaşmanın yaygınlaşması ve derinleşmesini getirdi. Ama 1970’lerde mevcut
pazarların yetmediği belirginleşti. Bu noktada ulusal ve sınıfsal mücadelelerin
etkisini yitirdiği 1980’lerde uluslararası tarım politikaları, ulusaşırı gıda
tekellerin istekleri doğrultusunda değiştirilmeye başlandı. Yeni uluslararası
gıda ve tarım politikası agro- gıda tekellerine yatırım, hammadde akışı ve
pazarlama açısından istikrarlı bir üretim ve tüketim sistemi oluşturulmasını
hedeflemektedirler.
3.2.1.Yeniden
Sömürgeleştirmeye (Birey Olarak
Sömürgeleştirme
Uluslararası III. Tarım ve Gıda Politikaları
ulusal pazarları ve bağımsız gelişmeleri ortadan kaldırıp, uluslarası ortak
pazar haline getirerek yeniden sömürgeleştimeyi hedeflemektedir. Bu yeniden
sömürgeleştirmenin özelliği ise dünya çapında sektörler içi ve arası
entegrasyonu artırırken, tüm halkları, bireyler olarak üretici ve tüketici
olarak uluslararası agro-gıda tekelerine doğrudan bağımlı hale getirmektir.
Yeni politikaların bir yanını üretim sürecine müdahale oluşturuyor. Bu müdahale
genetik ve bio-teknolojinin hızla
geliştirilmesi temelinde oluştururken üç hedefi var, birisi yeşitli
hastalık toprak ve iklimlere dayanıklı tohım ve ilaçlar ile yeni ve/veya melez bitkilerin geliştirilmesi[19].
Diğeri tavukçuluk ve seracılıkta olduğu
gibi kesintisiz bir üretim sürecinin başat hale getirilmesi, diğeri mısırdan şeker elde edilmesi gibi
protein ve vitamin yönünden zengin yeni suni besinlerin elde edilmesi, ötekisi
mısırdan şeker elde edilmesi gibi pretein ve vitamin yönünden zengin yeni suni
besinlerin elde edilmesi.
Politikalarının diğer yanı gıda
tekellerinin üretim ve dağıtımlarını dünya ölçeğine yaymalarıdır. Bunun için de
agro – gıda tekelleri dünya çapında gıda ile tarımdsal üretimi ve dağıtımı doğrudan
denetimleri altına alıyorlar. Bunun araçları olarak borsa sistemi ve anlaşmalı
çiftçilik öne çıkarılıyor.
Bu süreçte büyük (aile) çiftlikleri optimum
girdik kullanımının gerçekleştirilmesi, verimin arttırılması saiklerinden öte
tarımsal ürün fiyatlarının düşük tutulması saiki ile öne çıkarılıyor. Üretici ise küçük veya
büyük olduğuna bakmadan sözleşmeli üretmeye zorlanıyor. Tarımın sanayiye
entegrasyonu halkalarından başlıcası olan sözleşmeli üretim ile üreticiler
taşeronlaştırılarak ulusaşırı sermayenin uzantısı haline getirilerek
bağımlılaştırılıyor. Taşeronlaşıp, bağımlılalmayanlar için de entegre bir borsa
sistemi var
Dünya Çapında entegre borsa sistemi (1)
üretim sürecinin dünya çapında örgütlenmesi, (2) tarımsal ürünlerin spekülasyon
konusu yapılabilmesi, (3) tarımsal üreticilerin dünya çapında yarıştırılması,
(4) üretim deseninin değiştirilmesinin aracı olarak oluşturulmak istenmektedir.
- Borsaların
yaygınlaştırılması ve birbirine entegre hale getirilmesi, sınai üretim
sürecinin ilk hammaddeye, tarımsal ürüne kadar esnetilmesini getirerek,
sanayicinin stok maliyetlerini düşürme, ihtiyacı olduğu hammaddeyi en
düşük fiyattan kolayca temin etmesini sağlayabilecektir.
- Tarımsal
ticaretin dematerize edilmesi tarımsal ürünlerin dünya ölçeğinde
spekülasyon konusu yapılması da getiriyor.
- Borsa sistemi
aracılığıyla üreticilerin dünya çapında agro- gıda şirketlerinin istediği
tür ürünü, istediği standartta satmak için yarıştırılacak. Bu yarışta geri
kalmamak için verimi arttırmak, maliyeti düşürümek zorunda. Bu ise bugün yüksek bağımlılık yaratıcı ilaç,
gübre ve tohum paketlerinin daha çok kullanılması ile, yarın bio-teknoloji
ürünlerinin yaygınlalması ile mümkün. Bu bir yandan bu teknolojiyi elinde
tutan /geliştiren uluslaraşırı tekelere hem sürekli talep sağlayacak, hem
de bağımlılaştıracak[20].
Bağımlılığın yaygınlaşması, global pazarda rekabeti, (özellikle Türkiye
gibi teknolojik üstünlüğü sahip olmayan ülkelerin üreticileri için)
işgücünün değerini sürekli düşürülmesini getirirken, yaşam standartını da
düşerebilir. Bu bana yetmiyor dendiği anda “şurada daha ucuzu var, oradan
alırım” yanıtı hazır. Bu ise önümüzdeki dönende desteklemelerin bugünden
daha önemli hale geleceğini gösteriyor.
- Üretim deseninin
emperyalist ülkelerin amaçları ve agro-gıda tekellerinin ihtiyaçlarına
göre düzenlenmesi olanağını sağlıyor. Böylece, yeniden sömürgeleştirilen ülkelerdeki
üretim, kendi halklarının ihtiyaçlarına göre değil, dünya çapında zengin
tüketicilerin ihtiyaçlarına göre yapılandırılarak, beslenmede de
kendilerine yeterlilikten çıkarılmaları sağlanıyor. Beslenme rejimi de
sürece uydurulup gelişmiş ülkelerin dinamiklerine ve ulusaşırı şirketlerin
üretimlerine göre yeniden biçimlendiriliyor. Yeniden sömürgeleştirilen
ülkelerdeki üretim deseninde yemlik tahıllar ile yağlı tohumlar,
turfanda sebze, meyve ve balık vb.leri ürünler öne çıkarılıyor.
Bu değişim gıda tekellerinin kendi
ülkelerinde doymakta olan gıda
pazarlarını bağımlılaştırılan ülkelere yaymaları ile tamamlanmaktadır. Bunun
ile bir yandan gelişen pazarlarda
kentlilerin çoğalması ile her geçen gün artan işlenmiş tarım ürünü talebi
karşılanırken diğer yandan da gelişmiş pazara ucuz işlenmiş gıda maddeleri
temin edilmektedirler. Agro-gıda tekerleri markaların ve kuruluş isminin
insanlar için önem taşıdığı gelişen pazarlarda markalarıyla satış yaparken,
markalara karşı güvensizlik oluşan gelişmiş pazarlarda markasız ürünlerini
satabilmektedirler. Bunun içinde ya bağımlı ülkelerdeki mevcut gıda sanayi ne
almaktalar, ya da buralarda yeni yatırımlar yapmaktalar. Uygulanan en yaygın
strateji ise varolan şirketlerden hisse satın almak ya da bunların yan
şirketlerini satın almaktır. Taşeronlaştırma da yaygın eğilimdir. Ilk
hedefledikleri ise sigara, tahıl, et ve süt işlenmiş sebze meyve ürünleridir.
Ticaretin liberalizasyonu, küreselleşme adı
altında ulusal pazarlar tasfiye edilirken, ulusal ihtiyaçlar ortadan
kaldırılmakta, bireysel ihtiyaçlar uluslararası pazara bağımlı hale
getirilmektedir. Bunun için de bugüne kadar sermaye ve tarım arasında pazarda
rol oynayan ve artık sermaye için bir yük ve kısıtlama haline gelen devlet
dolayımı kaldırılmaktadır. Bu arada, siyasal ve ekonomik kararların esas olarak
ulusal sınırlar içerisinde bir güç haline gelen agro-gıda tekelerine göre
alınması da başat hale gelmektedir. Mc Donald’s’ın isteği üzerine ABD Dışişleri
Bakanlığı yetkililerinin Türkiye’nin hayvan ve hayvansal ürün ithalatı yasağını
kaldırması için devreye girmeleri gelinebilecek noktanın habercisi.
Bu politikaların genel sonucu tarımın ve
gıda sanayinin, ulusaşırı sermayenin
ihtiyaçlarına göre yenide sömürgeleştirilmesidir. Özel sonucu ise beslenmemizin
de denetim altına alınmasıdır. Bu
politikların uygulanması Mısır, Çin, Hindistan, Pakistan, Nikaragua, Fas,
Endonezya, Filipinler, Suriye, Bolivya, Somali, Türkmenistan, Özbekistan,
Tacikistan, Azarbeycan, Ermenistan, Kırgızistan gibi 86 ülkeyi gıda yardımına
muhtaç hale getirdi. Nikaragua’da Sandinist’lerden iktidarı ABD desteği ile
alan Bayan Camhora uyguladığı politikalar ile bir kaç yıl içerisinde ülkeyi
önce net gıda ithalatçısı sonra da gıda yardımına bağımlı ülke konumuna
getirdi. Açlıkla yüzyüze olan insanlara ise yardım kampanyaları ile birlikte
esas olarak karınlarını doyuracak kadar,
üretim yapmaları önerilmektedir. 1973’de tıkanan gıda yardımlarının
1990’larda yeniden başlaması tesadüf değildir.
3.3.
Köylü Ve Siyaset
Cumhuriyetin ilk yıllarına göre toplam
nüfusa göre kırsal kesimde yaşayanların ve toplam istihdama göre tarımda
çalışanların oranı düşmesine rağmen büyük bir kitle kırsal kesimde yaşamakta ve
tarımda çalışmaktadır[21].
Bu kitle Türkiye'nin dört bir tarafına dağılmış ve kendi içinde homojen olmamakla
birlikte önemli bir seçmen de muhalefet potansiyeli taşımaktadır. Bu özelliği
ile de sürekli dikkate alınmıştır. Özelleştirme politikalarının mimarı Özal
bile 1986 referandumundan önce köylüye politikasından ödün verme gereği duymuş
ve sonraki yıllarda da buna yeni ödünler eklemiştir. Sol içinse 1960 ve
70'lerde hedef kitlelerden birisi olarak toplumsal mahallede çekilmekle
birlikte 1980'den sonra ulaşılamamaktadır bile.
Aşarı vergisinin kaldırılması özellikle
büyük toprak sahipleri arasında gelişen muhalefetin nötralizasyonu, ve bu muhalefetin
tabanını kazanma girişimi olarak da değerlendirilebilir. Bundan sonra da köylü
tepkisi sürekli göz önünde bulunduruldu. 1945'de esas olarak (savaş yıllarında
küstürülen ) küçük ve topraksız üreticiyi kazanmak için çıkarılan Çiftçiyi
Topraklandırma Kanunu ise, büyük ve zengin çiftçilerin tepkisini çekerek
uygulanamadı. 1950 seçimlerinin öngününde köylünün tepkisini çekip, seçimleri
kaybetmeme düşüncesi ile tarımın vergi dışı bırakıldı. Ama CHP’nin 1940’ların
ilk yarısındaki uygulamaları .ve kırsal kesimde tefeci –tüccar- büyük toprak
sahibi nüfuzu DP’yi işbaşına getirdi.
1950’lerde toprak açmaya göz yumma ile
başlayan küçük üreticiliğin teşviki 1980’ne kadar ana eğilim oldu. 1950’lerdeki
tarım politikası toprak açmaya göz yumma dışında büyük toprak sahipleri
yararına bir politika oldu. 1960’de vergide
küçük üreticiyi gözeten düzenlemeyi, 1970’lere doğru üretici taban fiyat ve kredilerdeki artış takip etti.
Politikacı genellikle
günlük daha çok da fiyata dayalı “popülist” politikalar uyguladı. “Popülist”
politikaların köylünün yaşamını iyileştirdi, günlük, dönemsel fiyat artışları
olmadığında geniş bir köylü kesiminin daha olumsuz koşullarda yaşayacaktı.
Üretici ise kendisinin doğal kaynakları tahrip etmesine göz yuman, sulama başta
olmak üzere modern girdi kullanımını sağlayan, taban fiyatları elverişli
konjektürlerde bile olsa yükselten partileri hep ön planda tuttu.
1960’larda genişlemenin
sınırlarına gelindikçe ve tarımsal gelirden küçük üreticilerin aldığı pay
düştükçe de –sosyalistlerin de etkisi ile- toprak reformu talebi yükseldi[22].
Buna sol aydınların etkisi eklendiğinde 1970’lere doğru başlayan ve 70’lerde
devam eden köylülerin hareketliliği anlaşılabilir. 1960 ve 70’lerdeki köylü
taleplerinde, özelde sosyalistlerin genel de toplumsal muhalefetim yükselen
mücadelesinin önemli etkisi vardır. Sosyalistlerin toprak taleplerini öne
çıkarmasında halk savaşı temelinde devrimi örgütleme girişimi de yatıyor.
Benzer saikler tarımın ve köylülüğün araştırılmasını ve tartışılmasını da
getirdi.
Üretici mitingleri, toprak
işgalleri, devrimcilerin köy çalışmaları, vb.lerine karşılık talepler yerine
getiriliyor görüntüsü ile geçiştirilmiştir. Dönemdeki toprak reformu yasaları
büyük toprakların dağıtılmasının mümkün olmaması bunun örneklerindendir. Göstermelik
politikaların işlevi toplumsal hareketliliği oyalayıcı, dolayısıyla da
etkisizleştirici olmuştur.
1970’lerde toprak
talebinin yerini güncel başka talepler aldı. Fatsa halkının mücadeleye
çekilmesinde yörenin temel ürünü olan fındıkta
aracılar ve tefeciler ile karaborsacılara karşı mücadele, Artvin
yöresinde orman köylülerininin sorunlarının çıkış noktası alınması, Ege
köylerinde tütün ve üzümdekii sömürü ve karsaborsaya karşı mücadele önemli rol oynar. Üç yörede de
güncel yöresel sorunlar anti-faşist mücadele ile birleştirilebilmiş ve yeni bir
dünya özlemi, tasavvuru ile anlamlandırılmıştır.
İç Anadolu’da ise pazara açılmanın daha az olduğu, daha çok öz
tüketim temelinde tahıl üretimi yapılmasından pazara geçiş aşamasında olunması
(destekleme fiyatlarının etkisi ile de) geleneksel mezhepsel ayrımlar ve
bunalara ilişkin güncel sosyalist talep /tavır geliştirilememesi, değişime
karşı geçmişe özlem temelinde eğilimleri güçlendirmiştir. Büyük toprak
mülkiyeti ve göçler de bu eğilimleri pekiştirici rol oynamıştır. Ama pazar için
üretilene pamuk ekili büyük arazilerin bulunduğu Ege bölgesinde öz tüketimin
sınırlı oluşu yöre köylüsünü harekete geçirmeyi kolaylaştırmıştır.
1980 ve 90’ların
köylülerin muhalefeti anlamında (Bergama dışında) kısır yıllardır. Bı kısırlıkta
60 ve 70’lerin deneyiminin olumsuz etkisi olmakla birlikte “benim memurum bilir
işini” anlayışının yayagınlaşması ve metalaşmanın derinleşmesi de önemli rol
oynamıştır. Buna rağmen köylü bir çok yöre ve ürün için muhalafet polansiyelini
korumaktadır. Son yıllardaki miting ve eylemlilikler köylünün potansiyel,ni
ortaya koyarken, aynı zamanda üretim sğrecindeki görerek, deneyerek-yanılarak
öğrenme sürecinin toplumsal mücadeleye girmesinde önemli rol oynadığını
gösteriyor.
Son yıllardaki mitinglerin
görünümü o yılkin ürün fiyatlarının düşüklüğü olmasına olmasına rağmen
düzenleyicileri açısından 5 kategoride ayrılabilir Birincisi ürün fiyatının
düşüklüğünden kaynaklanan daha çok da zengin ve büyük Çiftçilere önderlik
ettiği mitinglerdir. İkincisi üretici örgütleri içi hesaplaşma / seçim saikleri
ile düzenlenen mitinglerdir. Üçüncüsü hükümette olan bir siyasi partiye karşı
meclisteki partilerden biri tarafından düzenlenen mitinglerdir. Dördüncüsü ve
en etkisi toplumsal muhalefetin bileşenleri tarafından düzenlenen mitinglerdir.
Köylülern hareketlendiği
bir diğer konu ise üretimlerini südürebilmek için çevreye sahip çıkmak amacıyla
düzenlenen miting ve eylemlerdir. Bergama köylülerinin siyanürlü altına karşı
mücadelesi çevre sorunlarından mücasele potansiyelini de ortaya çıkardı. Bunu
büyük toprak sahiplerinden, tekelci burjuvazinin oluşturduğu örgütlere,
toplumsal muhalefetin bileşenlerinden kendiliğindeliğe çeşitli kesimler izledi.
Kısacası 1990'larda t’rımdaki mücadele alanlarının başında çevre geliyor.
Çevre sorunlarına karşı
mücadele, temiz bir ortamda yaşama, sağlıklı beslenme haklarının yanı sıra eko
sistemin ve insan yaşamının geleceği için de önem taşıyor. Bu niteliği ile de
hem toplumsal mücadelenin bütününü olduğu gibi kırlardaki ve kentlerdeki
mücadeleyi kendi içinde de entegre hale getirme birleştirme ve bölme
potansiyellerinin birisini taşıyor. Mücadelenin bir diğer boyutu ulus aşırı (ya
da yerli) tekellerin yayılmasına ve egemenliğine ve kapitalizme karşı bir
muhteva taşıyabilmesidir. Bunun farkında olan sermaye çeşitli kurum ve
kuruluşlar aracılığı ile tahribatı azaltıp mücadeleyi kabul edilebilir
sınırları içerisine çekmeye çalışmaktadır.
Mücadelede yöresel olarak sorunlar ve bunun
biçimlenişinin farklılığı mücadeleyi de farklılaştırmaktadır. Ama genel
özelliği agro -gıda tekellerine karşı verilme niteliğinin giderek artmaktadır.
Örneğin Belended sigaraların yayılması oriental tütün yetiştiren köylüyü tehdit
ediyor. Bundan ilk önce en olumsuz etkilenecek kesim Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’daki tütün üreticisi. Ama bunların kaybı zaman içerisinde telafi
edilebilir. Esas olumsuz etkilenecek kesim kıraç topraklarda tütün üreten
aileler. Blended sigaraların piyasaya hakim olması ile Şark tipi tütüne ihtiyaç
azalmasına bağlı olarak bu aileler, alternatif ürüne yönlendirilmezse tarımı
bırakmaktan veya yan faaliyetleri artırmaktan başka çaresi kalmayabilir. Virginia
tütün ekenler ise Reji’yi aratmayacak durumla karşılaşabilirler. Bu kesimlerin mücadelesini sigaralar,
tütünler arası tercihten çıkarıp, sigarasız bir dünyada yeni ürünler, yeni
faaliyetleer temeline otırtabilmek özel önem taşıyor.
Yan faaliyelerin artması
köylülerin proterleşmesini de
getirebilir. Yeni işçilerin köylülüğü ve üretim sürecinin niteliği mücadelenin
boyutlarını ve içeriğini değiştirmektedir. Mücadelenin doğrudan sınıf temelinde
kırlara da yayılması olanağını açarken, dağınıklığı, kendilerini hala proleter
olarak değil köylü ve küçük üretici olarak görmeleri gelişimini
zorlaştırmaktadır. Bu işçi-işveren sorunlarını azaltan bir muhteva
taşımaktadır.
Tarım ve küçük üreticilik uluslararası
işbölümüne entegre olurken insani ilişkileri de değişiyor. .Bugün henüz kır
toplumu tam olarak çözülme evresine gelmemiştir. Azalmakla birlikte tarımın yaşam tarzı olması
ve kırsal kesimde geleneksel yapının oluşturduğu akrabalar ve komşular
aarasında yardımlaşma, dayanışma ilişkileri çözülüyor. Tarımın bir meslek
haline gelmesi, köylünün pazarda tek başına kalması ile bağımlılaşma ve
kişiselleşme artıyor. Bu arada alttan alta çözülme öncesi ilişkilere özlem ve
“yeni” ilişkilere direniş var.
Bu direnişin eski
ilişkileri savunmak noktasında mı olacağı, yoksa alternatif ilişkilerin
oluşturulmasında çıkış noktalarından birisimi olacaklarını
devrimci-demokratların çabaları belirleyecektir. Birincisinin ağırlık kazanması
Dinci-Faşist eğilimlerin güçlenmesini ifade edecektir. Kuşkusuz bu arada
direnemeyip yok olup gitme olasılığı da var. Üstelik sistem sonuncusundan yana
tüm ağırlığını koyuyor. Birincisinin ise özellikle alternatif ilişkilere karşì
gelişmesine göz yumacak hatta teşvik edecektir.
Tarımın kapitalizme
tamamen entegre olduğu, tarım-sanayi ayrımının büyük ölçüde ortadan kalktığı
bir durumda mücadele, bu entegrasyona salt karşı çıkma olarak değil, onu aşacak-altarnatif ilişkileri temel
alacak bir tarz ve içerikte olmalıdır.Kapitalizme karşı çıkma adına daha geri
ilişkileri savunma durumuna düşülmeli.
Eğer Almanya'daki asit yağmurlarını,
Somali'deki açlığı, NewYork sokaklarındaki evsizleri, Çernobil'deki lösemili
çocukları ortaya çıkaran nedenler aynı ise çözümü de birlikte aramak gerekiyor.
Bunun için de yoksulluğa karşı yürütülen
mücadele ile doğayı koruma mücadelesinin bağını kurabildiği ve bu bağın yeni
dünya ütapyası içinde anlamlandırabikip, yaşam tarzı haline getirebildiği
oranda geleceğe umutla bakabilir.
Bu mücadele ise “ekonomilerin entegrasyonu”
olarak adlandırılan metalaşmanın yaygınlaştırılmasına ve derinleştirilmesine
karşı, halkların ekonomik, siyasal, ekonomik, kültürel entegrasyonunu
hedeflemelidir. Bu entegrasyon ise tabandan ve aşağıdan olarak, halkların kendi
özgünlükleri içerisinde yer alabilecekleri, yardımlaşma ve dayanışmanın
geliştirildiği, sistem dışı bir yaşam
tarzının oluşturulduğu ölçüde gerçekleşebilir.
KAYNAKLAR
Açıkgöz, N. (1988) “Tohumculuk Tecil-Kontrol
ve Sertifikasyon Sistemleri ve Sorunları” Türkiye'de Tohumculuğun Gelişimi ve Geleceği
Sempozyumu, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası, ANKARA
Aksoy, A. (1996) “Yabancı Sermayenin
% 15’i Gıdada” Gıda Teknolojisi Nisan
Boratav, K. Ve M. Şen (1997)
“Türkiye Tarımında Sosyal Tabakalaşma ve Emek Kullanımı Biçimleri” Tarımda
İstihdam İstatistikleri Semineri, DİE, Ankara
Bülbül, M., C. Arıkbay, E. Güneş ve
F.Beşparmak (1998) “Türkiye Tarımı ve Tarıma Dayalı Sanayide Yabancı Sermeye
Yatırımları Gelişimi ve Sorunları”, Türkiye 3. Tarım Ekonomisi Kongresi Ziraat
Bankası Kültür Yayınları Ankara
Ceylan. İ. Ç, (1998) Sözleşmeli
Tarım’da Yayım Eğitimi ve Çiftçi Katılımı, TZOB yayını, Ankara
Çağlar, Y. (1987) Orman Köylüleri ve
Küçük Üreticilik, 11. Tez Kitap Dizisi 7, Ankara
Çıkın, A. (1995) Türkiye’de Gıda
Maddeleri Üretimi ve Beslenme Olanakları, Ziraat Dünyası No: 429-430.
DİE (1997) Türkiye İstatistikleri
1996 DİE Yayınları, Ankara
DİE (1993) 1991 Genel Tarım sayımı
Sonuçları, DİE Yayanları, Ankara
DİE (1996) . Tarım istatistik Özeti
1996, DİE Yayınları, Ankara,
DİE (1996) Türkiye İstatistikleri
1923-1995, DİE Yayınları, Ankara
DİE (1997) 1994 Hane halkı Gelir
Dağılımı Anketinin Sonuçları, DİE Yayınları Ankara,
DPT Kalkınma Planları, Ankara
DPT Yıllık Programları, Ankara
Gübre Üreticileri Derneği (GÜD)
İstatistik Bültenleri, Ankara
Kazgan, G, (1976) Tarım ve Gelişme
Der yayınları
Kazgan, G,”1980 Sonrası Yıllarda
Yapısal Uyum Politikaları ve Tarıma Etkilerinin Toplumsal Sonuçları” Tarımsal
Destekleme Politikaları Sempozyumu TMMOB, ZMO Ankara
Keyder, Ç. (1988) “Türkiye Tarımında
Küçük Meta Üretiminin Yerleşmesi” Türkiye’de Tarımsal Yapılar -1923-2000)
İçinde Yurt Yayınları İstanbul
KİP, E. (1987) “Türkiye Ekonomisinde
İç Ticaret Hadleri” 1980 Sonrası Türkiye Tarımında Yapısal Gelişme ve
Sorunları, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Ankara
KİP, E. (1991) “Tarım Ürünleri iç ve
dış Piyasalarındaki Gelişmeler” 1980-90 Türkiye Tarımı içinde TMMOB Ziraat
Mühendisleri Odası Ankara
Şengül, H. (1998) Küreselleşme ve
Türkiye’nin Ekonomik Gelişmesinde Tarım Sektörünün Rolü” Türkiye 3. Tarım
Ekonomisi Kongresi Ziraat Bankası Kültür Yayınları Ankara
Talim, M. ve Ş. Işın (1998)
Türkiye’de Tarımsal Yapının Gelir Dağılımı Üzerine Etkileri ve Değişim
Önerileri” Türkiye 3. Tarım Ekonomisi Kongresi Ziraat Bankası Kültür Yayınları
Ankara
Talim, M. ve Z. Gürler (1998) Tarım
Sektörüne ilişkin Korumacılığın Analizi ve Türkiye Açısından
Değerlendirilmesi”, Türkiye 3. Tarım Ekonomisi Kongresi Ziraat Bankası Kültür
Yayınları Ankara
Talim M., G. Saner, ve E. Atış
(1995) “Ulusal Ekonomide Tarımın Yeri ve Önemi”, TMMOB ZMO: IV. Teknik Kongre Ziraat Bankası Kültür
Yayınları, Ankara
Tarım ve Köy işleri Bakanlığı (1998)
Tarımsal Göstergeler, Ankara
Taştı, E. (1997) Hane Halkı İşgücü
Anketlerinin Ortaya Koyduğu Eğilimler” Tarımda İstihdam İstatistikleri Semineri
Bildiri Özetleri, DİE, Ankara
TOBB (1992) Özel ihtisas Komisyonu
Raporu
Yenal, Z., ve N.Z. Yenal (1993)
“TThe Changing Word Food Order: The Case Of Turkey” New Perspectif on Turkey
Yıldırak, N.(1993),”Kırsal Kesimde Genç
Nüfusun Tarımsal Faaliyetlere Katılımı ve Kente Göç Etme Eğilimi”, Kırsal
Sanayi Sempozyumu Tebliğler DPT, Ankara
Yıldırım, T., W.H.. Furtan ve A.
Güzel (1998) Türkiye Buğday Politikasının Teorik ve Uygulamalı Analizi” TEAE
Yayınlar, Ankara
[1]
Buğday
destekleme fiyatlarındaki yıllara göre değişimle, Traktör fiyatlarındaki
yıllara göre artış oranı bir uyum içinde gelişmiştir " (TOBB, 1992)
[2] Bir DPT
araştırmasına göre 1970’lerin başında Öz tüketim 1920’ler düzeyindeydi, buğdayın %
35’i ancak pazarlanıyordu. Bu oran 1979 yılında yüzde 51’e 1987 yılında yüzde 64’e çıktı. (Aktaran Kazgan, 1993)
[3] Üretici ailelerinin
yalnızca % 3.6'sı hayvancılığı esas gelir kaynağı olacak şekilde yapmaktadır.(DİE,
1993)
[4] Verimli alanlarda
amerikan tipi tütün yetiştiriciliği geliştirilmesi mısır, şeker pancarı, pamuk,
susam, ayçiçeği, domates gibi Türkiye için önemli ürünlerin ekimini azaltabilir
[5] 1980’den sonraki
politikaların üretimi değil pazarlama ve
mali piyasaları teşvik etme ve dış
ticaretin liberalleştirilmesi temelinde olması tarım ve gıdayı da etkiledi.
Faiz oranlarının yüksekliği, finansman maliyetlerini yükseltip, kar marjlarını
arttırdı. Faiz ödemelerin bütçe içersindeki miktarının sürekli artması ve faiz
oranlarının yüksekliği, finansman maliyetlerini artırdığı gibi tarım kesimine
de yatırımları azalttı. TL'nin değerinin düşürülmesi ve girdilerin ana
maddelerinin dışalıma dayanması girdi fiyatlarını olağanüstü arttırdı. (
Kazgan, 1993)
[6] Genellikle 1963-80
arasında ürün /gübre paritesi, üretici lehine olurken, 1981-95 arasında üretici
aleyhine olmuş, son iki yılda yeniden üretici lehine dönerek, 1980 öncesi orana
yaklaştı. Ürün / mazot paritesi 1963’den itibaren düzenli denebilecek şekilde,
ürün/ilaç paritesi de 1980’den sonra genellilikle üretici aleyhine oldu. Ürün /traktör fiyatları paritesi ise bazı
üretici için 19976-77, bazı ürünler için 1978-80’ne kadar üretici aleyehine, daha
sonraki yıllarda genellikle üretici lehinedir. Buğday üretcisi paritenin
aleyhine dönmesinden en çok etkilenen üretici olmuştur.
[7] İç Ticaret hadleri
1980-90 arasında genel olarak tarımın aleyhine oldu. Ürün grupları bazında ise
yalnız hayvanlarda üretici lehine oldu. (KİP 1991)
[8] Özelleştirmeden 1
yıl sonra SEK’te çalışan işçilerin % 72’si işten çıkarılmış, üretim % 65
düşmüştü.
[9] Tarım Bakanlığı
tarafından düzenlenen I. Hayvancılık Kongresinde hayvancılık alanındaki
ithalatın mümkün olduğu kadar azaltılması ve hayvansal ürün ithalatında AB
benzeri sisteme geçilmesi, karma yem maddeleri, silajlık yem bitkileri ve
damızlık ihtiyacının mümkün olduğu kadar yerli ütretim ile karşılanması,
uluslar arası anlaşma ve taahhütler ile üretimin yetmemesi dışında ithalat
yapılmaması genel kabul gördü. Bu maddelerin bir kısmı uygulansa bile genel
yönelimde anlamlı değişikliğe yol açması mevcut durumda şüphelidir. Kongre’nin
diğer kararlarının başlıcaları hayvancılığın sanayi entegrasyonun sağlanmasına ve özelleştirmeşerin
tamamlanmasına yöneliktir.
[10] Besi tavukçuluğunda
25 bin civarında aile fason üretim yapmaktadır. Üretici, anlaşmalı olduğu
firmadan civcivi, ilaç ve yemi almak, beslediği civcivi yine aynı firmaya,
firmanın belirlediği fiyattan, satmak zorundadır. Firma kendi kesimhanesinde
kestikten sonra kendi pazarlama ağı ile Türkiye çapında pazarlamaktadır
[11] 1990’lı yıollarda Orta Anadolu ve Ege’de hanelerin % 11,2’si
köy içinde tarım dışı faaliyetler ile ilgilenmekte ve Orta Anadolu’daki
hanelerin % 54,1’i Egede’kilerin %
21,6’sı olmak üzere ortalama %39,8’si en az bir üyesini dışarı yollamıştır. (
Boratav ve Şen 1997)
[12] Köy içersinde
kullanılan emeğin % 60’ı köy dışından temin ediliyor. Orta Anadolu’da hanelerin
% 34,3’ü tarıma, %9,6’sı tarım dışına, Ege’de % 72’si tarıma, % 16,7’si tarım
dışına yatırım yapıyor. . (Boratav ve Şen 1997) GAP’ın küçük bir alanı sulamaya
açması ve burada pamuk tarımının
ağırlıklı olması bölge dışına mevsimlik göçleri azaltıcı etki yaptı. GAP’ın tamamlanması ile büyük toprak sahipleri
mekanizasyonu artırma eğilimine girmezler ise bölgelerde mevsimlik işçi açığı
ortaya çıkabilir.
[13] Kendi Üretim araçlarına sahip, pazara açılmış
küçük üreticiler tarım kesiminin en büyük kitlesini oluşturmakla birlikte
homojen bir grubu oluşturmuyor. Bunlar üçe ayrılabilir. “"Bir grup rekabet
dolayısıyla teknolojik birikim yapmaya mecbur kalarak, şehirler için büyük
miktarda tarımsal artık üretirken, diğer bir grup hane halkının geçimliğini
ucuza sağlayıp şehirlere ucuz işgücü arz edebilir. Bir üçüncü grup ise, kendi
kendisini sömürüyü ileri derecede uygulayıp, ne pahasına olursa olsun küçük
meta üretimini idame ettirme kaygısıyla kapitalizme ticaret yoluyla değer
aktarabilir”(Çağlar Keyder, 1988).
[14] 1950 sayımına göre sırası ile % 84’ü %
39,3’üne, % 5,7’si % 41’ine sahipti. 1980’lerde büyük toprak sahiplerinin bir
kısmı üretim teknolojisini izlemek ve
uygulamak için ziraat mühendisi ve veteriner çalıştırmaya başlamışlardır. 3-4 ziraat mühendisi, 1-2 veteriner
çalıştıran toprak sahipleri var.
[15] Tarım Satış
Kooperatifleri Birliklerinin elinde bulunan çeşitli sanai kuruluşları satılmak
veya kapatılmak isteniyor. Bu doğrultudaki ilk faaliyetler 1985 yılında
uygulamak istendi ama üreticinin tepkisi üzerine uygulanamadı. Tasfiyeye
üreticiyi ikna etmek için 1995’de Üretici Kurultayı toplandı. Bu kurultayda da
istenen sonuç elde edilmedi. Bunda dönemin TZOB başkanı Erol BARAZ’ın
özelleştirme karşıtı tavrı etkili oldu.
Erol BARAZ özelleştirme karşıtı tavrının karşılığı yurt dışında olduğu
zaman Başkanlıktan düşürül(tül)mesi oldu. Daha sonraki süreçte üretici önemli
ölçüde Birliklerin Birliklerle, sahip oldukları sanayi tesisleriyle bağları
koparılmasına, sınai tesisleri ile kooperatifçilik faaliyetlerinin
ayrılmasına ikna edildi. Bunun için
mevzuat da hazırlandı. Bağın koparılması için iktidar borçları üstlenerek
dönüştürme sanayi tesislerini A.Ş.'ye dönüştürüp, Genel Müdürünü iktidarın
atayacağı bir düzenleme yapıldı. Bu hazırlıklar Birliklerin özerkleştirilmesi,
üreticiye devri adı altında yapılıyor.
[16] Açıklanan taban
fiyatları borsaların çalışmasını engelemiş, arz azlası nedeniyle iç piyasa ürün
fiyatlarında düşüş yaşanmış, dünya fiyatlarının düşmesine rağmen açıklanan
yüksek fiyatlar ithalatı cazip hale getirirken ihracatı zorlaştırmış” (Hazine
Müstaşarlığı’nın düzenlediği Tarımda Destekleme Politikaları Toplantısı)
[17] 10 ulusaşırı
şirket dünya çapındaki gıda maddeleri
ticaretinin büyük kısmını elinde tutmakta, 4 şirket ise mısır, buğday,
kahve, çay, ananas, pamuk, tütün,
hintkeneviri ve orman ürünlerinin dünya üzerindeki ticaret, işleme ve saklama
faaliyetlerinin büyük kısmını gerçekleştirmektedir. Dünya buğday ticaretinin %
60’ı tek bir şirket tarafından gerçekleştiriliyor
[18] Diğer koşulların başlıcası ’29 kirizine ve sınıf mücadelesine karşı ulusal
entegrasyon ve talebi artırma politikasının benimsenmesi ile II. Dünya
savaşında gıda sıkıntısıdır.
[19] GATT anlaşması ile
uluslar arası görüşmelerinde de uluslararası araştırma laboratuvarlarının ve
araştırmacıların dünyanın her tarafındaki bitki ve hayvan plazmalarını serbestçe incelemeleri ve yararlanmaları mümkün olurken yeni ürünler
patent hakları ile korundu.
nı sağlayacak maddeler kondu. Böylece
bitki plazmalarına serbestçe ulaşırlarken, bunlardan çıkartacakları ilaç, tohum
vb.lerini patent hakları ile tekelleri aldılar. Üretim sürecine müdahalede iki
hedefleri var;
[20] Bir süre sonra
emperyalist ülkelerin kendi ülkelerindeki tarımsal üretimi önemli ölçüde
tasfiye ederken araştırma ve geliştirme labaratuvarlarında üretecekleri
ürünleri yeniden sömürgeletirilen ülkelerin finansman ve ucuz işgücü
kaynaklarını kullanarak önce o ülkede daha sonrada dünya ölçeğinde pazarlamaya
yönelmeleri olasıdır
[21] Cumhuriyetin ilk
yıllarında Nüfusun % 76’sı kırsal kesimde yaşıyor, istihdamın % 90’ı tarımda
çalışıyordu. 1997’de ise bu oran sırası ile % 35 ve 45’e düştü.
[22] Topraksız hanelerin
oranı 1963’de yüzde 9.1 iken, 1968’de % 17.5’a, 1973’de 21.5’a 1981’de 30.9’a
çıktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.